Üniter hilafet
Muhammed Hüseyin Fadlallah, fikri gelişmesinde Hizbu’t Tahrir’in de payı olduğunu ve hizbin düşüncelerinden etkilendiğini ifade etmiştir. Doğrusunu söylemek gerekirse, bazen mekanik bir görüntü arz etse bile hizbin bir sistematiği ve sistematik bir bütünlüğü var. Bu yönüyle temayüz etmekte ve fikirlerini sistemli hale getirme noktasında birçok gruba üstünlük kurmakta ve sağlamaktadır. Hizbin mihver meselesi hatta varlık nedeni hilafet meselesidir. Sünni akait metinlerinde hilafet meselesinin ve mesh meselesinin yer alması bizatihi olmayıp Şia’nın imamet doktrinine cevap verme ve reddetme kaygısı taşımaktadır. Bundan dolayı Sünnilerce hilafet meselesi usuluddin meselelerinden sayılmaz. Bununla birlikte, Haricilerin bir kısmı hariç mezheplerin tamamı Müslümanların ortak bir bağdan yoksun olmasını doğru bulmamış ve hilafetin vucubiyetine ve gerekliliğine kail olmuştur. Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte bu mesele daha büyük bir zorunluluk olarak ortaya çıkmış ve Müslüman Kardeşler gibi hareketler bu boşluğu doldurmaya aday veya matuf olarak sahaya çıkmışlardır. ‘Temel midir, türev midir’ tartışması bir yana, çağdaş hareketlerin tamamında hilafet meselesine şöyle veya böyle atıf vardır. Sözgelimi, Bediüzzaman gibi zevat da bu ihtiyacı ve gerekliliği görerek şöyle bir ifadede bulunmuştur: Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır. Lakin Hasan el Benna ile Bediüzzaman’ın hilafet anlayışı tekamülcüdür. Üstten inmeci değildirdir. Bu noktada hilafet modelleri hususunda gerek İhvan ve gerekse Risale-i Nur’un anlayışı hizbin anlayışından farklıdır. Hizip kesinlikle üniter bir hilafet anlayışına sahiptir. Dolayısıyla bu hususta ittihat değil vahdet ve tevhit anlayışını benimser.
•
Mahiyeti pek belirgin olmasa da onlara göre hilafetin tahkikinin yolu inkılabidir. Lakin bu inkılabi tarzda gizli örgütlenme biçimi yoktur. Bu anlamda, Mevdudi’nin anlayışıyla kesişen noktaları olsa da Mevdudi’nin hilafına onlarda demokrasi vurgusu asla yoktur. Dolayısıyla hizip federal veya konfederal anlayışlara tamamen kapalıdır. Tekamülcü çizgi ise başka türlü refleks gösterir. Bu tekamülcü anlayış çerçevesinde Hasan el Benna Milli Birlik, Arap Birliği ve İslâm Birliği gibi birlikler arasında tezat değil tekamül görmekte veya öngörmektedir. Son sıralarda Arap milliyetçilerinin birçoğunun İslâmi çizgi ile barışma noktasına gelmesi de sanki bu anlayışı haklı kılmaktadır. Bu da tekamül anlayışının güç ve vüs’at kazanmakta olduğunu gösterir. Mısır’da Muhammed Ferid, Mustafa Kamil ve Abdulaziz Çaviş gibi El Camiatü’l İslâmiyye/ İslâm Birliği taraftarları yerine bilahare Saad Zağlul ve Mustafa Nühas Paşa gibi daha sulanmış bir siyasi kuşak gelmiş ve bu projenin uzağına düşmüşlerdir. Mustafa Kamil’in üniter bir anlayışı çağrıştıran El Camiatü’l İslâmiyye/İslâm Birliği kavramı yerine Hasan el Benna üniter olmayan daha ittihatçı kavramları yeğlemiş ve kullanmıştır. Arap Birliği’nden sonra sıranın İslâm Milletler Topluluğu’na (Usbetü’l Ümem el İslâmiyye) geleceğini öngörmüş ve bu yapının bilahare ‘imam’ seçeceğini ve imamın da yeryüzünde Allah’ın gölgesi olacağını ifade etmiştir. Bediüzzaman da Hasan el Benna gibi kurgu dili ile değil aksine ahirzaman hadislerine dayanarak ihbar şeklinde gelecek zattan bahsetmiş ve bu zatın saltanat-ı İslâmiyyeyi veya hilafeti ihya edeceğini ifade etmiştir. Bediüzzaman da Hasan el Benna’nın tabirine uygun olarak ittihatçı bir birlik öngörmüş ve bunun adını şöyle telaffuz etmiştir: Cemahiriyye-i Müttefika-ı İslâmiyye.
•
Bediüzzaman yaşanan değişimlere ve gayri İslâmi ortama zaman dürbünüyle ve boyutuyla bakar ve değişimin mekani olmaktan ziyade zamani ve konjonktürel olduğunu düşünür ve bundan dolayı Daru’l harp gibi fıkhı tabirler kullanmaz. Fıkıh muvakkaten zamani bir surette tatil edilmiştir. Lakin tamiri me’mül, mümkün hatta kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu meseleye Hizbu’t Tahrir’den farklı boyutlarda bakmıştır.
Said Havva da bazı kitaplarında, İslâm coğrafyasının genişlemesine binaen müteehhir alimlerin hilafetin inkısamına ve yeryüzünde değişik coğrafyalarda birden fazla emirin veya halifenin bulunabileceğine cevaz verdiklerini yazmıştır. Elbette müteehhir alimler, birbirine uzak iki İslâm diyarının olması ve aralarında ortak sınır yerine tampon bir ülkenin bulunması şartına bağlı olarak çoğulculuğu kabul etmişlerdir. Bu bir ara formüldür elbette ki esas olan imam veya halifenin bir olmasıdır. Lakin hizip üniter yapının dışındaki bütün modellere kapalı ve karşıdır. Dolayısıyla onlara göre, birlik alttan değil üstten gelmelidir. Bunun yolu da Peygamberimizin Medine’den ve Ensar’dan yardım alması gibi yardım almakla mümkündür. Bununla birlikte dini ve dünyevi otorite ortaklığını akla getiren Suud/Vehhabi modeline de her açıdan karşıdırlar. Yani öylesi bir nusrete kapalı oldukları varsayılabilir. Hilafette çoğulculuğa karşı oldukları gibi aynı zamanda kolektif hilafet tarzı anlayışlara da kapalıdırlar. Bu bağlamda, Ebu’l Hasan en Nedevi de halifeyi şahıs değil de bir organ olarak tasavvur ederek kolektif hilafetten bahsetmiştir.
Bununla birlikte kolektif hilafet gibi kavramların da pek uygulanabilir olmadığı, tarihi tecrübelerin ışığında günümüzdeki uygulamalarla da sabittir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.