Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Sezer'in atadıkları değil de, Özal'ın atadıkları olsaydı!

Sezer'in atadıkları değil de, Özal'ın atadıkları olsaydı!

Kim diyor, nasıl diyor, nerede diyor?.. Diyenin sıfatı nedir, uzmanlık alanı nedir, belli değil!.. Zaten önemli olan, "kimin, ne dediği"nden ziyade, "denilen söz"ün işe yarayıp yaramayacağı!.. Eğer "işe yarıyor" ise, konuşan kişi isterse "dış kapının mandalı" veya "zurnanın son deliği" olsun, hiç önemi yok... Hemen "kamera"lar çalıştırılır, "mikrofon"lar uzatılır!.. Ama, söylenen söz "işe yaramıyor" ise, yani "konsepte aykırı" ise; görme, duyma, yok say!.. "İdeolojik ayrışma" o boyutlara ulaştı ki, insanlar; "benden değilsen, benim düşmanımsın" şeklinde kategorize edilmeye başlandı.. Peki, "sen" kimsin?.. Sen, "mihenk taşı" mısın?.. Sen, "mihver" misin?.. Sen, "son karar verici" misin?.. Dedim ya; "kimlik"ler hiç önemli değil!.. önemli olan, "söylenen söz"ler!.. Eğer, "kartelin ideolojik bakışı"na uygun sözler sarfetmişsen, "baştacı"sın!.. Sözlerin “kural”dır, “çıkış noktası”dır, "merkez"dir!.. "Farklı görüş"ler, ancak buna göre değerlendirilir!.. Eğer "destek"ler tarzda ise, "filancanın da dediği gibi" derler ve adını anarlar!.. Eğer "aleyhte" konuşmuşsan, "adam yerine koymaz"lar!.. Evet, "yok" sayarlar!..
Dün de öyle olmuş... AK Parti'nin TBMM Grup Toplantısı öncesinde, Adalet Bakanı M.Ali Şahin'e "mikrofon"lar uzatılmış... Güya "soru" sormuşlar!..
Ama "soru" değil, resmen ve alenen "hüküm" vermişler ve "bu hükmü onaylamasını" istemişler!..
Meselâ, şu "soru"(!)lar:
¥ "Efendim, kapatma dâvâsı sürerken Anayasa değişikliğinin gündeme getirilemeyeceğine dair görüşler var, ne diyorsunuz?"
¥ "Efendim, Cumhurbaşkanı için de siyasi yasak isteniyor... Bu durumda görevine devam edemeyeceği söyleniyor!.. Sizin yorumunuz nedir?"
Bunun gibi "soru"(!)lar!..
Bunlar "soru" değil, bunlar, resmen ve alenen soru kılıklı "hüküm" cümleleridir!..
Görüyorsunuz ya;
önce "hüküm" veriyorlar, sonra da bunun onaylanmasını veya reddedilmesini istiyorlar!..
Ama, lütfen dikkat;
Kafalarda "onların verdiği hüküm" kalıyor!..
Zihinlere bu "hüküm"ler kazınıyor!..
Senin ne dediğinin hiçbir önemi yok!.. Ya da, her söylenen söz, "ikinci plân"da kalmaya mahkûm!..
KİM DEMİŞ, ANAYASA DEĞİŞMEZ?
İster istemez, biz de bu "hüküm"ler etrafında tartışmaya mecbur kalıyoruz... Yani, "aksiyoner" değil, "reaksiyoner" konumuna düşüyoruz!..
çünkü efendim, bir "hüküm" var ortada!..
Onun yanlışlığını ortaya koymaya mecburuz!..
Aslında, yaptığımız şudur: "Şeytan kovalamaktan, salâvat getirmeye fırsat bulamıyoruz!"
Eee, ne yapalım?..
Ortalık, "2 ayaklı şeytanlar"la dolu!..
Onlar, madem ki bir "hüküm" veriyorlar ve madem ki bir "yol" gösterip, onun üzerinde yürünmesini istiyorlar, o halde bize düşen, "o yolun yanlışlığını" ortaya koymak!..
Koyalım öyleyse!..
Hele söyleyin, 2000 yılında "Rahşan Affı" çıkarıldığında, "binlerce dâvâ sürüyor" değil miydi.
Malûm;
Her zaman olduğu gibi tartışmayı yine Cumhuriyet Gazetesi'nde İlhan Selçuk başlattı.
Neymiş efendim, "mahkeme devam ederken Anayasa ve yasalarda değişiklik yapılamaz"mış.
Değiştirilirse 'karşı devrim' olurmuş.
Bir dava devam ederken, gerçekten değişiklik yapılamaz mı? Madem gazete kupürleri ile parti kapatacağız, o zaman hep beraber “arşiv”lere bakalım.
Bu konuda iki örnek var:
Birincisi teröristbaşı Abdullah öcalan'ın davası esnasında yaşandı.
Diğeri Fazilet Partisi'nin kapatılması sürecinde.
İlk değişikliği Meclis, ikincisini bizzat Anayasa Mahkemesi yaptı.
Yüksek Mahkeme, değişikliği o güne kadar örneği görülmeyen bir yöntemle gerçekleştirdi. Nedendir bilinmez, değişiklik için bugün 'hayır' diyenler, o gün övgüler düzüyordu.
önce "öcalan davası"na bakalım.
Yıl 1999.
Teröristbaşı, İmralı'da 31 Mayıs'ta “idam” talebiyle yargılanmaya başlandı.
Dava devam ederken, teröristbaşı öcalan için bir sorun vardı. O da Devlet Güvenlik Mahkemesi'ndeki “asker hakim”di.
Süreç işlerken Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz'ın ilk imzaları attığı teklifle anayasa değişikliği yapıldı. DGM'de bulunan asker hakimin yerine sivil hakim getirildi.
18 Haziran'da yapılan bu düzenlemeyi Hürriyet gazetesi 'Tarihî uzlaşma' başlığı ile verdi.
Başyazarı Oktay Ekşi de, 'İyimserce' başlığı ile yazdığı yazıda, 'memnuniyetini' belirtti.
Diğer örnek Fazilet Partisi'yle ilgili kapatma davasında yaşandı. Davayı açan Vural Savaş, Siyasi Partiler Kanunu'nun (SPK) 103. maddesinin 2. fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia ediyordu.
'Odak olma' kriterlerini düzenleyen bu fıkra Savaş'ın işini zorlaştırıyordu.
Bu fıkra kaldığı sürece "FP'yi kapatmak zor"du.
Yüksek Mahkeme, dava devam ederken bir oy farkla Savaş'ın isteğini yerine getirdi. Odak olma konusunda Meclis'in belirlediği kriterler, Anayasa Mahkemesi'nce değiştirilmiş oldu. O gün, 'bu çok tartışılacak bir karar' diyerek tepki gösteren Abdullah Gül, "Bundan önce önlerinde bir çerçeve vardı. İptal kararından sonra bu çerçeve kalktı. Bütün sorumluluk üzerlerine kalıyor." sözleriyle tarihe not düştü.
Bugün 'sakın ha, değişiklik yapmayın' diyenlerin o günkü sözleri arşivlerde saklı.
Demek oluyor ki;
"Dâvâ devam ederken" yasa ve anayasa değişikliği bal gibi oluyormuş!..
YASAK KOYSAN N'OOLUR?
"Cumhurbaşkanı için de yasak isteniyor" konusuna gelince... Bu konuda görüşler muhtelif!..
Meselâ, şöyle diyenler de var:
"Cumhurbaşkanı için siyasi yasak istesen n'olur, istemesen ne yazar?.. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül görev süresini tamamladığında, 5 yıllık siyaset yasağı da zaten bitmiş olacak!..
Kaldı ki;
Sayın Cumhurbaşkanı, şu anda bir siyasetçi değildir... Siyasetle ilişiği kesilmiş, mensubu bulunduğu siyasi partiden istifa etmiş, anayasanın ilgili maddesi gereğince cumhurbaşkanlığına seçilmiş ve yine anayasanın ilgili maddeleri gereğince ancak vatana ihanetle suçlanabilecek bir konumda olan kişidir."
Peki, kime söylüyorsun bunları;
"Nato mermer, nato kafa"lara!..
Peki, anlarlar mı?..
Hayır, anlamazlar!..
çünkü, "beyin"leri donmuştur, çünkü "önyargılı"dırlar, çünkü "sabit fikirli"dirler!..
NE BİçİM DEMOKRASİ BUUU!
"Cumhurbaşkanı" dedim de, aklıma geldi..
Hani, bir atasözümüz vardır:
"Besle kargayı, oysun gözünü!"
Cumhurbaşkanları da, aynı konumda...
Düşünebiliyor musunuz;
"Yargıtay Başsavcıları" da, "Anayasa Mahkemesi üyeleri" de, bu görevlere "Cumhurbaşkanı" tarafından atanıyor!..
Gayet açık ve net ki;
"Atama" yetkisi olan bir Cumhurbaşkanı'nın "görevden alma" yetkisi de vardır!..
Ama ben, işin orasında değilim!..
Bu ne biçim "hukuk"tur, bu ne biçim "adalet"tir ki, Cumhurbaşkanı, "kendisinin atadığı kişiler" tarafından suçlanmakta, yani “gözleri oyulmak”istenmektedir!?!..
Yani, "atanan" kişiler;
"Cumhurbaşkanı'nın da üstünde"dir?..
Oysa Cumhurbaşkanı; bir "Devlet Başkanı" olarak, bir "Başkomutan" olarak, hem "millet"in, hem de "asker"in "en üst makam"ındaki kişidir!..
Ama, “kâğıt üstünde” böyle olan bu durum, maalesef “pratik”te geçerli değildir!..
Bu, nasıl “demokrasi”dir ki;
“Atanmış” bir Yargıtay Başsavcısı veya Anayasa Mahkemesi’nin “atanmış” 11 üyesi, “Cumhurbaşkanı” hakkında “iddianame” hazırlayabiliyor, onun hakkında “hüküm” verebiliyor!..
“Ne biçim sistem buuu!”
Evet, bu ne biçim sistemdir ki; “seçilmişler” üzerindeki “atanmışlar egemenliği” hâlâ devam ediyor!..
çOĞUNU SEZER ATADI!
Buna “hukuk” diyebilir miyiz?..
Buna “demokrasi” diyebilir miyiz?..
“Cumhuriyet” bu mu?..
“Eee, ne yapalım, hukuk bu!.. Hukuka saygılı olmak lâzım!” diyenlere, bir tek soru sormak istiyorum:
“Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden çoğu ve Yargıtay Başsavcısı A.Yalçınkaya, A.N. Sezer tarafından atandı... Bu üyeler ve başsavcı, Sezer tarafından değil de, meselâ merhum özal tarafından atanmış olsalardı, yine aynı tavrı sergilerler miydi?..
Ya da, bu atamalar, şimdiki Cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirilmiş olsaydı; yine kapatma dâvâsı açılır ve iddianame kabul edilir miydi?”
Eğip bükmeden cevap verelim:
“Böyle bir dâvâ açılmaz, üstelik Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, bu dâvâya dahil edilmezdi!”
O halde?!?..
Demek oluyor ki; bu dâvâ, “hukukî” görünümlü “siyasî bir dâvâ”dır!..
Dâvânın açılmasında da;
“Hukukî ihlâl”ler değil, “ideolojik önyargılar ve saplantılar” rol oynamıştır!..
Aksi iddia edilse de; bu, böyledir!..
Bu dâvâ;
“Yargının siyasallaştığı”nın belgesidir!..
Hayır, “belge”si değil, “belgesel”idir!..
------
Nârâ atmakla “çağdaş” olunmaz!
Bu işler, “Beethoven'in 9. Senfoni'si”ni dinleyen bir avuç “mutlu azınlığa” bakıp da, “İşte çağdaş Türkiye” nârâları atmakla olmaz!.. “çağdaş” olmak istiyorsan, “çağdaş” dediğin Batı ülkelerinin “uygulama”larına da bakacaksın!..
Bakınca, göreceksin ki; “çağdaş Batı ülkeleri”nin hiçbirinde Türkiye'ninki gibi bir Anayasa Mahkemesi yok!.. Oralardaki Anayasa Mahkemeleri'nin üyeleri, “sadece Cumhurbaşkanı tarafından” seçilmiyor!.. üyelerin bir kısmı “Meclis” tarafından, bir kısmı da “yargı” tarafından seçiliyor!..
Hatta, Almanya'da olduğu gibi, “üyelerinin tamamı Meclis tarafından seçilen” Anayasa Mahkemeleri de var!..
O halde, sen de uyacaksın onlara!.. Uyacaksın ki, “çağdaşlığın gereği”ni yerine getireceksin!..
Bir taraftan “nârâ”lar atıp, “çağdaş” olduğunu ilân edeceksin, bir taraftan da “parti kapatmada dünya rekoru” kıracaksın!.. Adama gülerler!.. Hem de, münasip yerleriyle!
Şu anda güldükleri gibi!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi