İyilik önden gider
İyi Müslümanlar derler ki; “İyi Müslüman suizan sahibi olmaz, hüsn-ü zan sahibi olur.” “Allah hüsn-ü zan sahibi olanlardan eylesin” diyerek kötülere inanan ve iyiliğin önünü kesip, onlara eşlik edenlere hüsn-ü zan bahçesinden bir iki hatırlatma yapmak isterim.
Ön yargı ve peşin hükümlü insanları günaha sokmamak ve suizanda bulunmalarını önlemek için öncelikle şunu belirtmeliyim. Kişisel olarak şahsım, “hüsn-ü zan” sahibi olmak için büyük mücadele etmekteyim. Benim gibi dünya ile din arasında kalmış arızalı tiplerin en büyük gayreti bu yöndedir çünkü.
“İyilik önden gider” sözü, bir kitabın ismi. Deniz Feneri tarafından hazırlanan ve Deniz Feneri ile ilgili yazılan yazılardan derlenen bir kitapçık. Deniz Feneri’ne atılan iftiralara yazarların verdikleri cevaplardan müteşekkil bir eser. Ehli vicdan ve ehli iman sahibi yazarların fenerin sönmemesi için epeyce yazı yazdığını gördüm. Meğer ne iyiler varmış.
Deniz Feneri’nin faaliyetlerini yaklaşık 10 yıldır takip ederim. Pek çok programına katıldım, gözlem yaptım, inceleme yaptım, sordum, soruşturdum, kendime güvenmediğim kadar Deniz Feneri’ne güvendim ve inandım, halen de inanmakta ve güvenmekteyim.
Kalbi iyilikten yana olan ama nefsi kötülere inanmayı isteyen herhangi bir kimsenin elinde, toplu iğne ucu kadar bir belgesi, bilgisi varsa, birlikte araştırma, inceleme ve teftiş yapabiliriz. Ama bu kişiler öncelikle kendilerinin “suizan sahibi mi, yoksa hüsn-ü zan sahibi mi” olduklarını gözden geçirmeleri gerekir.
Şimdi bunları neden söyledim. Elhamdülillah Türkiye Deniz Feneri hakkında iftira atanların hepsi de yazdıklarının, konuştuklarının yalan çukuruna düştü. Ama büyük bir iyiliğin önünü de kesmiş oldular. Her devirde olduğu gibi kötüler, iyilerin zafiyetinden yararlanmış oldu.
Yurtiçinde ve yurtdışında binlerce mazlum, muhtaç, fakir ve yoksul insanlar, iyi insanların zekâtlarından, fitrelerinden hayır ve hasenatlarından mahrum kaldı. Bu başarı, kötülerin hanesine yazıldığı gibi onlara inanan iyilerin de hanesine kaydedildi. Çünkü “Size birisi haber getirince onu araştırmadan inanmayın” ikazı ve emrine muhalefet ettiler.
Mesela Pakistan’ın durumu ortada. Eğer Deniz Feneri eski gücünde olsaydı, şimdi binlerce masumun yarası sarılmıştı. Depremde Deniz Feneri’nin Pakistan’a yaptığı yardımları dünya devletleri bile yapmamıştı. Türkiye’den binlerce iyi insan; duasıyla, parasıyla Pakistan’daki yaraları sarmıştı. Yine saracaktı fakat kötülere inanan iyiler engel oldu.
Almanya’da patlayan malum hadisenin üzerinden iki yıl geçti. CHP ve onlar gibi hayır ve hasenattan nasibi olmayan çevreler, iki yıl içerisinde Türkiye Deniz Feneri’ni de işin için kattılar ve sürekli fenere yüklendiler. Oysa Deniz Feneri yılda iki kez büyük bir denetimden geçmekteydi ve defalarca denetlenmişti. Tüm denetimlerden başarıyla çıkmıştı. Yine geçti.
Tabii bir de kötülere inanmayan iyiler vardı. Onlar Deniz Feneri’ne olan ilgilerini hiç eksik etmedi ve kesmediler. Çok geliri olmayan hayırseverler, şer cephesine inanmadılar ve hüsn-ü zan ahlakı içerisinde hareket ederek, Deniz Feneri’ne sahip çıktılar. Mesela baştan beri bizim gazete duruşunu hiç bozmadı ve hep doğrunun yanında oldu.
Bu desteklerden biri de Hilal Tv’den geldi. Ekranın “Yusuf yüzlüsü” Yusuf Özkan Özburun’un sunuculuğunda Deniz Feneri yeniden televizyon programlarına başladı. Ben de ilk canlı yayında oradaydım. Defalarca şükrettim ve çok sevindim. Fener’in ışığı artık yeniden yanmaya başlamış; masumların, mazlumların, ihtiyaç sahiplerinin umudu olmuştu.
Hüsn-ü zan sahibi hayırseverler ilgilerini gösterdiler. Susuz köylere su, açlara sıcak yemek dağıtımı başladı. Fakir köylerin kalkınması için keçi projesi zaten devam ediyordu, daha hızlanacak. Deniz Feneri, balık vermeyi değil, balık tutmayı öğretmeye devam edecek.
Gelelim iftira atanlara... Neredeler şimdi ve ne hallerdeler? İyilik mutlaka kazanır.
ABDULLAH YILDIZ
“Kur’ân’ı Nasıl Okudular?” kitapçığımızın takdimidir...
Kur’ân-ı Kerîm’in Miladi 610 yılında nazil oluşunun üzerinden 1400 yıl geçti. Buna dayanarak 2010’u “Kur’ân Yılı” ilan eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nı tebrik ediyoruz. Biz de bu vesile ile, Kur’ân-ı Mübîn’in insanımız tarafından gereği gibi okunması, anlaşılması ve yaşanmasına katkı sağlamak amacıyla, ‘Allah Rasûlü (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ve onun kutlu ashabı (radıyallahü anhüm), Kur’ân âyetlerini nasıl okudular, nasıl anladılar ve nasıl yaşadılar?’ sorularına imkân ölçüsünde cevaplar arayan bir çalışma yaptık.
“Kur’ân’ı Nasıl Okudular?”, “Kur’ân’ı Nasıl Anladılar?”, “Kur’ân’ı Nasıl Yaşadılar?” başlıkları altında üç kitap olarak takdim etmeyi planladığımız bu çalışmada, vahyin en özgün ve en canlı olarak yaşandığı eşsiz Asr-ı Saadet tecrübesini günümüze taşımanın imkânlarını araştırdık. Bu serinin birinci kitabı Elhamdülillah çıktı; ikincisi dualarınızla bitmek üzere, üçüncüsü de yolda inşaallah. Çalışmamızda, okuma-anlama-yaşama merhalelerini olabildiğince bir diğerinden ayrıştırmaya çalıştık ve o kutlu döneme dair güzel örnekleri de buna göre tasnif edip yerleştirmeye ve yorumlamaya gayret ettik. Ancak, okuma-anlama-yaşama süreçlerinin birbirlerinden ayrılamazlığı da apaçık ortadadır. Kur’ân’ı okuyup anlamadan yaşamak mümkün olmadığı gibi, yaşamayı hedeflemeyen bir okuma-anlama çabası da anlamsız ve faydasızdır.
Öte yandan, günlük hayat kategorik olarak akmadığı gibi, “hayatın kitabı” olan Kur’ân-ı Kerim de, mesajları ve ihtiva ettiği konular itibariyle birbirinden ayrıştırılması ve beşeri ölçülere göre tasnife tabi tutulması pek mümkün olmayan bir bütünlük ve akışkanlık arz eder: Bazen yaratılış, bazen cennet-cehennem, bazen Peygamber kıssaları, bazen ümit ve korku, bazen uyarı, bazen imanî konular, bazen ibadet konuları, bazen hukuk, bazen bir başka konu ama her meselenin Allah’ın zâtı ile ilişkisi... Bütün bunlar, “hayatın kitabı”nda hayat gibi canlı bir biçimde akar giderler.
İşte, Allah Rasûlü (s.a.v) ve ashabı, günlük hayatı yaşarken; yerken, içerken, ibadet ederken, cihad ederken, ticaret yaparken, mesciddeyken, evdeyken, çarşıdayken hep Kur’ân’ı merkeze aldılar. Onların biricik gündemleri Kur’ân’dı. Biz de bugün, Kur’ân’ı gündemimizin ilk maddesi yapmayı, bütün iş ve ilişkilerimizin merkezine Kur’ân’ı yerleştirmeyi, o örnek nesli önümüze koyarak gerçekleştirebiliriz.
Hiç kuşku yok ki, vahyin bizzat muhatabı olan Allah Rasûlü (s.a.v) ile birlikte, vahyin nazil oluşuna tanıklık eden, Kur’ân âyetlerinin adeta gökten yağmur yağar gibi sağanak sağanak indiği ortamı teneffüs eden ilk nesillerin Kur’ân’ın mesajlarını okuyup algılamaları ve Rabbimizin Kitâb-ı Kerim’inde ebedileştirdiği üzere “semi’nâ ve eta’nâ: işittik ve itaat ettik” şuuruyla hemen uygulayıp hayatlarına aktarmaları, kıyamete kadar gelecek tüm nesillere model oluşturacak ölümsüz ve eşsiz tecrübeler niteliğindedir. Onlar, “ahlâkı Kur’ân olan” Hz. Peygamber’i (s.a.v) “en güzel örnek” kabul ederek “yaşayan Kur’ânlar” oldular. Rasûlullah (s.a.v) ve kutlu ashabı, Kur’ân’ın hayata ve tarihe müdahale eden eli, konuşan dili, yaşayan bedeni oldular. İşte bugün bizleri bekleyen görev de budur.
Sözünü ettiğimiz üçlü setin birincisi olan çalışmamızda; sadece “Kur’ân’ı nasıl okudular?” sorusuna cevap aradık. Kur’ân’ın nasıl okunması gerektiğine dair bizzat Kur’ân’da yer alan âyetler ile Peygamberimizin (s.a.v) hadislerini ve Asr-ı Saadet’te yaşanan sayısız örneklerden yaptığımız seçkileri, belli başlıklar altında inceleyip yorumladık. Duâmız, Asr-ı Saâdet’te yaşanan bu nadide örnekliğin bugünün dünyasına da taşınarak yaşanması ve çağımız insanının ebedi kurtuluşuna vesile olmasıdır.
İçinde bulunduğumuz mübarek Ramazan ayı; kendisinde Kur’ân-ı Kerîm’in inzal buyurulduğu, vahiyle şereflenen “Kur’ân ayı”dır. Kur’ân’da adı geçen tek ay Şehr-i Ramazan’dır ve Kur’ân-ı Mübîn, insanlığa bir rehber/hidayet, Yüce Allah’dan insanlığa lütfedilen açıklamalar/beyyinât ve Hakk’ı batıldan ayıran şaşmaz ölçüler/furkân olarak bu ayda indirilmiştir. Öyleyse biz de, Kur’ân-ı Kerîm’i bu mübarek ayda kalplerimize, ruhlarımıza, gönüllerimize bir rahmet olarak yağdırmalıyız. Kur’ân’ı okuma-anlama-yaşama çabalarımızda ise o “örnek nesli” önümüze koymalı; O’nu doğru anlamak ve hemen yaşamak niyetiyle okumalıyız.
“Kur’ân’ı Nasıl Okudular?” isimli çalışmamızın, Kur’ân’la dirilişimize mütevazı bir katkı sağlayacağını umuyor, sizlerden üçlü setimizin tamamlanması için dualar bekliyoruz.
Kitap’tan kısa bir alıntı:
Bir adam dedi ki:
- “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’a en sevimli amel hangisidir?”
- “Yolculuğu bitirince tekrar yola başlayan kimsenin durumudur.”
- “Yolculuğu bitirip tekrar yola başlama durumu nedir?”
- “Kur’ân’ı başından sonuna kadar okur, bitirince yeniden başlar.”
•
Sizlere bitmeyen yolculuklar, bitince tekrar başlayan yolculuklar ve hayırlı Ramazanlar dilerim.
Not: Cumartesi akşamı, iftar sonrası, Beyazıt Kitap Fuarı’nda, Pınar standındaki imza ve sohbetimize bekleriz, inşaallah...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.