Olsaydı, olmasaydı!
Halkoylaması ile ilgili propaganda faaliyetleri sırasında zaman zaman tarihe de atıflar yapılıyor. Elbette 12 Eylül darbesi yakın dönem olarak en çok atıfda bulunulan tarih mevzuu. Bu yakın tarihin acılarını yaşamış milyonlarca insan var hâlâ. Zaten Anayasa değişikliği maddelerinden biri de, 12 Eylül darbesini yapanların yargılanamazlığını ortadan kaldırmakla ilgili.
Böyle konular meydanlara düşünce, söylenen sözlerin de endazesi kayboluyor. İş o noktaya kadar varıyor ki, “şu olmasa sen olmazdın”, “bu olmasa sen bir hiçtin” gibisinden “yargı”lar ortalığı kaplıyor.
Tarihsiz olmaz elbette. Fakat tarihin öyle günlük siyasetin piştiği meydanlarda servis edilmesi de hoş bir şey değil. Bunu söyleyiş sebebimiz, tarih bilgisizliğimizin hayli yüksek raddelerde olması. Bilen söylüyor, bilmeyen söylüyor, sonunda bilgisizlikler, cehaletler ortaya dökülüyor.
Dersim meselesi, Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel başkanlığından önce gündemdeydi. Bir CHP milletvekili (Öymen) Dersim harekatını “oh olsun” makamında, sununca fırtına koptu. Hazret o sıralar sesini çıkarmadığı gibi, genel başkan olduktan sonra da sessiz kalmayı tercih etti.
O bir Dersimli...
Oysa şimdi Dersim yok!
Dersim adı ne zaman değiştirildi? 1936’da Elazığ merkezli CHP 3. Genel müfettişliğine tayin edilen General Abdullah Alpdoğan tarafından... Ona da ilham yukarılardan verilmiş olabilir.
Dersim, tarih boyunca kolay zapturapt altında tutulabilen bir bölge olmamış. Dağlık arazi, tabiat şartları bunu zorlaştırıyor.
Tanzimat’tan sonra bölge kontrol altına alınmaya çalışılmış. 1877’de Samih ve Kurt İsmail Paşalar, 1878’de meşhur Ahmet Muhtar Paşa ve 1885’de Ali Şefik Paşa ıslahat kuvvetler ile bölgeyi kontrol etmeye çalıştılar. 1895’de Zeki Paşa’nın bölgede devlet otoritesini sağladığı kaydedilmektedir.
2. Meşrutiyet’ten sonra, yine Dersim harekatları var. 1918’de Koçgiri isyanı var ki, 1921 haziranında bastırılabilmiştir.
Resmî kaynaklar, Dersim harekatının Seyyit Rıza’nın 1930 Ağrı isyanına katılması üzerine hükümetin bölgede otoriteyi kurmak için başlattığını belirtiyorlar. Bu maksatla yapılan bir köprünün güvenliğini sağlayan karakola baskın düzenlenir ve 33 asker öldürülür. İsyan böylece yayılır. Ayaklanmayı Kılıçdaroğlu’nun mensup olduğu Kureyşan aşireti başlatmıştır.
Görülüyor ki, “Dersim meselesi” sadece İsmet Paşa işi değildir. İsmet Paşa başvekil olarak elbette işin içindedir. Fakat, cumhurbaşkanı olarak Atatürk’ün mevzuun dışında olduğunu söylemek mümkün değildir. O yüzden Dersim üzerine konuşanlar, çok dikkatli konuşmaya mecbur oluyorlar; isim telaffuz etmek gerektiğinde de İsmet Paşa’dan söz ediyorlar.
İsmet Paşa, 17 haziran 1937’de bizzat harekat mahalline gitmiştir. O zaman bu harekat, gazetelere de resmen bir “tedip” (cezalandırma) harekatı olarak yansıtılmıştır. O zamanın Devleti, yani CHP’si yapılan işi bir kılıfa sarmayı gerekli görmemiştir! Devlet bu harekatta, her türlü askerî imkanını kullanmış, hatta “tayyare”lerden de istifade etmiş, bu uçakların pilotlarından Sabiha Gökçen o zaman basına verilen haberlerle yüceltilmiştir.
İsyanın elebaşısı sayılan Seyyid Rıza, iki arkadaşıyla Erzincan hükümet dairesine giderek teslim olmuştur. Onun yargılanması başladığında, artık İnönü Başbakan değildir. Seyyid Rıza’nın yargılanması bir ay kadar sürmüş ve Atatürk’ün Elazığ’a gelmesinden bir gün önce alelacele idam edilmiştir! Dersim Tunceli olduktan sonra, 1947 yılına kadar, yani 10 yıldan fazla Elazığ’dan yönetilmiştir!
Mevzu önemli, hele de CHP’nin başında şu anda bir Dersimli bulunduğundan daha da önem kazanıyor. Dolayısıyla konu ikide bir siyaset meydanına düşüyor. Düşünce de, ilgili partinin yöneticilerinin kimyası bozuluyor! Malum partinin bir önde geleni, “İsmet Paşa olmasaydı sen Güneysu’da çayların dibindeki otları topluyordun” buyurmuş!
İnönü olmasaydı... Peki İnönü ne olmasaydı olmazdı? Bu olmasaydıları insanlık tarihinin ilk gününe kadar götürebiliriz. Tarih “olmasaydı” üzerine kurulabilir mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.