12 Eylül'den sonra bizi kim kucaklaştıracak?
68 Kuşağı olarak bir kutuplaşma nesliyiz. 1965-1967'de Edirne'de öğretmen okulunda okurken herkes aynı dünyanın insanıydı. 67'de İstanbul'a Çapa'ya, yüksek öğretmen okuluna gelince dünyamız değişmeye başladı.
Solculuk-sağcılık ile tanıştık. Taraflar oluştu. Münakaşalar önce sopalı, zincirli, muştalı kavgalara, sonra da silahlı çatışmaya dönüştü. Gençliğin arasına kan girdi.
12 Mart 1971 darbesinden sonra ise daha beteri, 12 Eylül 1980 öncesinde yaşandı. Suikastlarla, Kanlı Pazar'larla, çatışma gençliği aştı. Çorum'da, Maraş'ta, Sivas'ta, Başbağlar'da, İstanbul Gazi Mahallesi'ndeki provokasyonlarla, Sünni-Alevi çatışması planlandı. 1985'ten itibaren de PKK'nın sahne almasıyla Türk-Kürt çatışmasının zeminleri hazırlandı.
Önceleri kendimizi çatışan, vuruşan taraflar zannediyorduk. Meğer çatıştırılan, vuruşturulan taraflarmışız... Bir el, bütün ustalığı ile toplumu suni olarak bölüyor ve çatıştırıyor. Bu, koskoca bir millete kurulmuş büyük bir tuzak. Aslında, tarihî tecrübemiz, birlikte yaşama irademiz, makul çoğunluğumuz itibariyle bu karşı karşıya gelişin, bu çatışmanın izahını yapamıyorduk. Çünkü bu ülkeyi seven herkes, insaflı vicdanlı her fert, mantıksızlığı görüyordu. Yüreğimizden gelerek; "Kavga edecek ne var? Biz niye böyleyiz, niye çatışıyoruz?" diyordu.
Sağda ve solda, Sünni ya da Alevi ve Türk ya da Kürt, çok önemli bir kesim, bu en hayati soruya cevap ararken, bir ortak noktada buluşmaya başladı: Birileri bizi vuruşturuyordu, çatıştırıyordu. Ve onlar asıl devletin içindeydiler. Hukuk tanımıyorlardı. Çok güçlüydüler. Acımasızdılar. Darbelerine, cinayetlerine, işkencelerine bakılınca insanı sevmedikleri, başka bir dünyada yaşadıkları belliydi. Ergenekon davası, bu dava ile birleştirilen Danıştay saldırısı, karakol baskınlarındaki ihmaller, halen suskunluğun devam ettiği Heron ihaneti iddiaları, son üç yıllık yargı süreci, ortak noktada buluşanları haklı çıkarmaya başladı. Çatıştıran, kutuplaştıran, böylece vesayetini devam ettiren yapı, çatırdamaya başladı.
Yapının en önemli aktörleri derhal devreye girdi. Neredeyse bütün unsurlar cepheye sürüldü. Yargı, medya, barolar, sarı sendikalar içindeki kozmik adamlar, uyandırılan ajanlar gibi sahne aldılar. Bu da hâlâ kendini "Cumhuriyetçi, laik, Kemalist" cephede kabul eden insanlarımızın kafasını karıştırmaya devam etti, devam ediyor... Vesayetçi yapı müthiş profesyoneldi ve AK Parti karşıtlığı üzerinden, kendine yeni bir cephe açtı. Darbelere ve darbecilere karşı kabaran dalgayı söndürmek, meseleyi sulandırıp bulandırmak için "AK Parti sivil darbe peşinde" diyerek karşı saldırıya geçti.
Şimdi önümüzde bir referandum var. Evet çıkarsa, vesayetçi sistemin direnci kırılacak. Belki pes etmeyecekler ama çok mecalsiz kalacaklar.
İşte 13 Eylül sabahı bu ülkede çatışma istemeyen makul çoğunluğa büyük iş düşecek. Sandıklardan çıkacak evet, "hayır"cıların kafasına kakılmamalıdır. Çünkü bu insanların birçoğunda, çeşitli sebeplerle endişe ve korkular var. Bunu sorgulamak yerine, empati yaparak onları anlamak zorundayız. Demokrasinin mayası, özü, hoşgörü ve uzlaşmadır. 13 Eylül sabahı, ileri bir demokrasi için yeni bir sayfa açabiliriz. Çünkü 13 Eylül'den itibaren hayat devam edecek. Vesayetçi yapıyı sürdürmek isteyenler için yolun sonu görünecektir. Ama toplumda karşı karşıya getirilenler, yürekten bir el sıkışma fırsatı yakalayacaklardır...
Burada en büyük vazifeyi, Muhterem Fethullah Gülen'in tavsiye ettiği sevgi, barış ve herkesin konumuna saygılı olma yolunda yürüyenler omuzlayacaktır. Farklılıklarımızla bir arada yaşama iradesi, Türkiye'ye huzur ve ahenk getirecektir. Toplumsal mutabakat adına tarihî bir fırsat değerlendirilecektir. Gönüllüler Hareketi, sadece ülkemizin değil, insanlığın barış teminatıdır. Bu toplumu yeniden, hem de tarihî bir hamle için kardeş yapacak olanlar, bu beklentisiz insanlardır. Bizi, inşallah onlar kucaklaştıracaklar. Göreceksiniz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.