Ramazan düşünceleri
Sevgili okuyucular, bugün Ramazan’ın 12. günü. Neredeyse yarıladık; ‘merhaba’dan ‘elveda’ya geçmek üzereyiz. Malûm ya, bu sene havalar da çok sıcak gidiyor. Açlık değil ama susuzluk insanı zorluyor.
Lâkin bendeniz hâlimden pek memnunum.
Bazen aklıma bol buzlu bir meyan şerbeti geliyor ama derhal yazılarımın başına dönüyorum. Bizim Adnan bana, ‘Tabiî acıkmazsın, sen bir yılık stoku bedeninde yapmışsın’ diye takılıyor.
Bu sıcak Ramazan gününde, ne HSYK’nın katakullilerine, ne de PKK’nın uydurma ateşkesine aldırıyorum. Referandumu seçim kampanyasına döndüren siyasîler de beni ilgilendirmiyor. İftarı huşû içinde beklerken Ramazanı düşünüyorum...
‘Oruç benim içindir’
Efendim, Cenâb-ı Allah, ‘Oruç benim içindir; mükâfatını ben vereceğim’ buyurmuş. Bugün bütün müminler Allah rızasını kazanmak için oruç tutuyorlar.
Bizim milletin tamamı sofu değildir ama dinine ve mukaddesâtına bağlıdır. Halkımızın en az yarısı, Allah’a karşı vecibelerini yerine getiren ve ibadet eden ‘ameli salih’ kişilerden meydana gelir. Ancak ‘Ramazan Orucu’nun, bizim insanımızın indinde ayrı bir değeri ve hayatında çok önemli bir yeri vardır. Yapılan çeşitli kamuoyu araştırmalarına göre, her beş kişiden dördü Ramazan orucunu tutmaktadır. Siyasî görüşleri ve sosyal telâkkileri birbirinden tamamen farklı insanlar; modern, hattâ sosyetik hayat tarzını benimsemiş üst gelir gruplarına dahil kişiler; oruç tutacağını aklınıza bile getiremeyeceğiniz septik tavırlı, ateist eğilimli entelektüellerin de bazen oruç tuttuklarını şaşkınlıkla görürsünüz.
Hele sokaktaki adam, Ramazan’ın tadını çıkarmaya, onun bereketinden nasiplenmeye öylesine alışmıştır ki, bundan herhangi bir sebeple mahrum kaldığında, elinden ekmeği alınmış çocuklara döner.
Yapılması en zor ibadet olmasına rağmen, nüfusun yüzde 80’inin severek, isteyerek oruç tutması, ancak orucun verdiği manevî haz, lezzet ve huzurla izah edilebilir.
Millî birliğin sırrı: Oruç
Efendim, Oruç’un, dinî inanç ve ibadet ile ilgili özellikleri başta gelmek şartıyla, sosyal adalet ve dayanışma konusunda, toplumun bağlarını güçlendiren inanılmaz derecede tesirli bir özelliği vardır. Milletimizin varlığını ve birliğini devam ettiren sosyal adalet ve dayanışma gücünün sırrı ve anahtarı oruçtur.
Lâikçi oligarşi, yıllardır inanç birliğinin millî birlik içindeki yerini bir türlü anlayamamış; dinin birleştirici rolü üzerinde duran Özal ve Erdoğan gibi liderleri ‘irticacı’ olarak itham etmiştir.
Türkiye’de ‘Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı’ kimliği ve bu çerçevedeki ‘Türk Kimliği’, fevkalâde önemli üst siyasî, hukukî ve sosyal kimliklerdir. İlkini fazla resmî bulanlar, ikincisini de kasten etnik kimlikle karıştırıp hoşlanmayanlar olabilir. Lâkin ‘Müslüman Kimliği’ni, toplumun tamamına yakın kısmının üzerinde birleştiği müşterek kimlik olarak alabilirsiniz. Elbette bu durum, toplumun yüzde yüzünün üzerinde birleşmesi gereken ‘Vatandaşlık Kimliği’nin önemini, değerini ve zarûretini azaltmayacaktır.
‘Müslüman kimliği’ birleştiricidir
Efendim, Türkiye’de ‘Müslüman Kimliği’, bölücü ve ayrımcı değil, daima birleştirici olmuştur. Lâikliği yanlış yorumlayan dar kalıpçı ve dogmatik çevrelerin farklı görüşleri haricinde bu gerçeği kabul etmeyen yoktur.
Türkiye’deki çeşitli sosyal grupları Müslüman Kimliği çerçevesinde değerlendirirsek bu gerçeği rahatlıkla görebiliriz.
Kürtler’in tamamı da koyu dindar Müslüman’dır. İslâmî değerlere önem verirler; ibadetlerini edâ etmeye çalışırlar. Hele Ramazan orucu konusunda çok hassastırlar. Bugün eminim ki, Güneydoğu’daki
ücra bir köye iftara misafir gitseniz, sizi ağırlamak için canlarını verirler. Kürtleri, Türkiye’nin ve
Türk Milleti’nin bir parçası yapan en önemli özellik, ortak ‘Müslüman Kimliği’dir.
Alevîler ile hem dinî hem de etnik alt kimlik bakımından müştereklik vardır. Daha doğrusu, bir ‘Türkmen Alevî’nin, bir ‘Sünnî Türk’ ile hiçbir kimlik farkı yoktur. Alevîlerin büyük kısmı, bazılarının sandığının aksine oruçlarını tutarlar; ayrıca bir de Muharrem Ayı’nda 10 gün daha oruçludurlar.
Bir kısım Alevî sadece Muharrem’de oruç tutar. Alevîler de ortak ‘Müslüman Kimliği’ne sahiptir.
***
Sevgili okuyucular, bu mübarek Ramazan Ayı’nda, geliniz bütün bu farklılıkları, tartışmaları bir kenara bırakalım. ‘Farklılıkları’ değil ‘benzerlikleri’ konuşalım. Göreceğiz ki, bin yıldır beraber yaşadığımız bu insanlarla çok az farkımız, buna mukabil çok fazla benzerliğimiz var. Paylaştığımız ortak değerlerin yanında, farklı özelliklerimiz devede kulak kalır.
Sadece Alevîleri ve Kürtleri değil; Lozan’da farklı bir statü içinde yer alsalar da Ermenileri, Rumları, Yahudileri de kucaklayalım. Onları da iftar sofralarımızın bereketine ve Ramazan’ın huzuruna ortak edelim. Ramazan’ın huzuru içinde birliğimizi ve dostluğumuzu güçlendirelim.
____________________________
Not: 20 Ağustos 2010 tarihli yazımda, yanlışlıkla ‘bertaraf’ ‘beri taraf’ olarak yayınlanmıştır.
Özür diliyor, düzeltiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.