“İddia”lar, “Kriz”ler ve “bomba haberler
Geçen haftanın en çok konuşulan, en çok tartışılan mevzuları elbette “HSYK’da korsan liste” olayı ile “Genelkurmay açıklamasındaki çelişkiler” ve “Hanefi Avcı’nın kitabı” idi... Tabiî, “AK Parti ile PKK anlaştı” iddiaları da gündemin üst sıralarındaydı... Bu dört olay konusunda, Vakit olarak yeterince yer verdiğimizi ve “kamuoyunu aydınlattığımızı” düşünüyoruz... Elbette, “bağımsız, bağlantısız ve güdümsüz” bir gazeteyiz ama her gazete gibi, biz de “taraf”ız... “Doğru”dan yana tarafız, “hakikat”ten yana tarafız, “özgürlük”ten yana tarafız, “inanç”tan ve “iman”dan yana tarafız... Taraf oluşumuz, elbette “adaletli davranmamıza” engel değil... “Yanlışlık” ve “yamukluk” kimden gelirse gelsin, kim “baskı, dayatma, katakulli ve entrika”larla sonuç almaya çalışırsa çalışsın, karşısında bizi bulur... Çünkü biz, “güçlü”nün yanında değil, “mazlum”un ve “haklı”nın yanındayız... “Haksız” olana karşı “tavır” almaktan ve onu kıyasıya eleştirmekten geri durmayız!..
HSYK KRİZİ VE KORSAN LİSTE!
“HSYK’daki kriz”e de böyle yaklaştık... Malûm, geçtiğimiz hafta, “Hakimler ve Savcılar Yaz Kararnamesi” görüşüldü HSYK’da... “YAŞ’taki kriz”in bir benzeri HSYK’da yaşandı... Tıpkı YAŞ’ta olduğu gibi; HSYK’da da “teamül hazretleri” çıktı karşımıza... Tıpkı YAŞ’ta olduğu gibi, HSYK’da da, “kendi adamlarını bir yerlere getirme” mücadelesi yaşandı...
“HSYK’nın direnme gerekçesi” şuydu:
“Yargı ele geçirilmek isteniyor!”
Sadece bu ifade bile; yargının, “birilerinin elinde” olduğunu göstermeye yeterliydi...
Demek oluyordu ki; “yargı, birileri tarafından zaten ele geçirilmiştir” ve teslim etmemek için direnilmekte, “savaş” verilmektedir!..
HSYK’nın bir gerekçesi de şuydu:
“Hakim ve savcıların iş yükü ağırdır, onlara takviye yapılmalıdır!”
Bunun da “yalan” olduğu çok çabuk çıktı ortaya... Öyle ya; “hakim ve savcıların iş yükü ağır” ise, niye “özellikle bazı hakim ve savcılar” görevlerinden alınmak ve yerlerine “yeni atama” yapılmak isteniyor?..
Malûm; HSYK’nın hedefinde, başta İstanbul olmak üzere Erzurum ve Diyarbakır’daki özel yetkili hakim ve savcılar vardı... Bu hakimler “Ergenekon, Balyoz ve faili meçhul cinayetler soruşturması”nı yürütüyorlardı...
HSYK’nın amacı bu hakim ve savcıları “yüklerinden kurtarmak” mıydı, yoksa “onların görev yerlerini değiştirerek”, Ergenekon sanıklarına rahat nefes aldırmak ve dolayısıyla “soruşturmayı akamete uğratmak” mıydı?..
Bu sorular bir süredir gündemdeydi ki; 18 Ağustos Çarşamba günü bir haber geldi Ankara’dan... Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in ifadesiyle; “kararname tam imza aşamasına geldiği an”da; HSYK üyeleri, ceplerinden “50 kişilik korsan bir liste” çıkarmışlardı...
HSYK üyelerinin bu “son dakika taarruzu”nun amacı belliydi... “Ergenekon Dâvâsı’na müdahale etmek” istiyorlardı... Adalet Bakanı Sadullah Ergin, “Niye İstanbul, Erzurum ve Diyarbakır’daki mahkemeleri hedef aldılar?” diye soruyor, sorunun cevabını yine kendisi veriyordu: “Özel yetkili hakim ve savcıları dağıtarak, yeni bir dizayn yapmak istiyorlar!”
ASIL TETİKÇİLİK YAPAN KİM?
Ergin, bu “entrika”yı görünce, “tezgâhı bozmak” için toplantıyı terk ediyor ve yetkisini kullanıp, “Kararnameyi geri çektim” diyordu!..
Geçen Perşembe günkü Vakit’te, bu olay “HSYK tezgâhı bozuldu” başlığıyla manşetten verilmişti ki; HSYK Başkanvekili Kadir Özbek’ten açıklamalar geldi... Kadir Özbek, bazı hakim ve savcıları “tetikçilik” yapmakla suçluyordu.
20 Ağustos Cuma günkü Vakit’in manşetinde yer aldığı gibi; “Asıl tetikçiliği HSYK yapıyor”du... Hukukçular şöyle diyordu:
“Asıl tetikçi, hukukun gereğini yapmayan ve savcıları haksız yere görevden alan HSYK üyeleridir!”
Öyle değil miydi;
Sırf, hazırladığı iddianamede “Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın adına yer verdi” diye Savcı Ferhat Sarıkaya’yı; bırakın “yerinden almayı”, daha da ileri gidip “görevden alan” bu HSYK değil miydi?..
Savcı Ferhat Sarıkaya resmen “yargısız infaz”a uğramış, alenen “linç” edilmişti... Adam, “avukatlık bile yapamaz” hâle getirilmişti!..
Ortada böyle bir örnek dururken, HSYK üyeleri yeni bir “Şemdinli faciası”na imza atmak istiyorlardı ki, Bakan Ergin buna fırsat vermedi... Şu sözü, “HSYK’nın hedefi”nin ne olduğunu görmeye herhalde yeterlidir: “Ben, yeni Ferhat Sarıkaya’lar olmasın diye mücadele ediyorum.”
Durum bu... Peki, bundan sonra ne olur?.. Kriz, şimdilik “buzdolabı”na kaldırılmış görünüyor... Anlaşılan o ki; “kararname” konusu, “12 Eylül’deki referandumdan sonra” masaya gelecektir...
Tabiî, eğer “Evet” çıkarsa, “yeni HSYK” ile!..
Sırf bu “kriz” bile, referandumda niye “Evet” denilmesi gerektiğini görmeye ve göstermeye yeterlidir diye düşünüyoruz...
GENELKURMAY’IN HERON AÇIKLAMASI
Geçen hafta en çok tartışılan konulardan biri de, “Heron”lar konusuydu... İddialara göre; Heron’lar, “PKK baskınının görüntüleri”ni verdiği halde, görüntüleri izlemekle görevli komutanlar, ekrandaki görüntüleri “film izler gibi” izlemişler ve hiçbir “tedbir” almamışlardı... Sonunda “PKK baskını” gerçekleşmiş ve “Hantepe’de 7 askerimiz şehit” olmuştu!..
“Kamuoyu” ayaktaydı!.. “STK’lar” ayaktaydı!.. “Siyasiler” ve elbette “şehit aileleri” ayaktaydı... Hemen herkes “Genelkurmay’dan açıklama” bekliyordu.
Ki, en etkili tepki; Vakit’in 20 Ağustos Cuma günkü 1. sayfasında da yer aldığı gibi, AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş’tan geliyordu... Elitaş, görevini 27 Ağustos’ta Org. Işık Koşaner’e devredecek olan Org. İlker Başbuğ’a sesleniyor; “Görevini devretmeden önce Heron’larla ilgili iddialara cevap ver” diyor ve ekliyordu:
''Her konuda beyanat vermeyi alışkanlık haline getiren Genelkurmay Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı temsilcilerinin, bu kadar önemli bir iddia karşısında sessiz sakin durmaları, açıkçası bir Türk vatandaşı olarak, 4 erkek evlat babası olarak beni endişelendiriyor, beni şüpheye düşürüyor.
27 Ağustos'a kadar görevi devam eden Genelkurmay Başkanı, bir belge ile ilgili ıslak imza olmadığından dolayı 'kağıt parçası' demişti. Havan topuyla ilgili bir malzemeyi de 'bir boru parçası' diye ifade etmişti. Hepsinin nasıl farklı olduğunu, nasıl bir yanılgı içerisinde olduğunu gösteren şimdiki Genelkurmay Başkanı, maalesef her konuda beyanat vermeyi alışkanlık haline getirmişti.
Ama uzun zamandır kamuoyunu meşgul eden, şehit ailelerinin yüreğini sızlatan, Türk Milleti’ni hakikaten endişeye ve düşünceye sevk eden bu konuyla ilgili Genelkurmay Başkanı’nın çıt çıkarmaması, bundan sonraki komutana bu görevi devrediyor olması, bana göre önemli bir yanlıştır.
Sayın Başbuğ, bir an önce bu konuyla ilgili açıklamaları yapıp hepimizin yüreğine su serpmelidir.
Türk Ordusu’nun bu kadar yıpranmasına meydan vermemelidir. Genelkurmay Başkanı, görevini devretmeden Heronlarla ilgili iddialara cevap vermelidir."
Mustafa Elitaş’ın bu çağrısına ilk cevap Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den geldi... Gül’ün “Genelkurmay açıklama yapacak” açıklamasının üzerinden bir gün geçti ki, “beklenen açıklama” yapıldı...
Ama, “baskından 31 gün sonra!”
Genelkurmay’ın açıklaması, dünkü Vakit’te de ifade edildiği gibi “tatmin edici” değildi, “fasa-fiso”ydu... Çünkü Genelkurmay, “halkı aydınlatıp, yüreklere su serpmek” yerine “bahaneler” sıralamıştı... Olay yeri “toz-duman” kaplıydı, “sis” vardı, falan filan!..
AÇIKLAMA, SORULARI DAHA DA ÇOĞALTTI!
Açıklama, “kafalardaki sorulara cevap vermek” yerine, kafaları daha da bulandırmış, “yeni sorular” oluşmasına yol açmıştı.
İşte o sorulardan birkaçı:
¥ 19 Haziran Gediktepe baskını öncesi Emniyet’in verdiği istihbaratın neden dikkate alınmadığı niçin açıklanmadı?..
¥ Hantepe olayı öncesi yine Emniyet’in verdiği istihbarat bilgilerinde 60 civarında terörist grubun baskın yapacağına dair bilginin değerlendirilmemesinin sebebi niye söylenmedi?
¥ HERON görüntüleri çok netken, açıklamada yardım götürülememesinin ana sebebi hava şartlarının olumsuzluğu gösteriliyor. Bu çelişkinin izahı neden yapılmadı?..
¥ Hava şartlarındaki olumsuzluk, uçaklar için de geçerli midir? Değilse, uçaklar niçin bir gün sonra öğle saatlerinde kullanılmıştır?
¥ HERON görüntülerinin ilgili birimlerden neden silindiği, başlatılan soruşturmanın neden sızdıranların tespitine yönelik yapıldığı, ev ve işyerlerine neden baskın yapıldığı açıklanmıyor?
¥ Baskının yapıldığı bölge ile karakol arasında 500 metre mesafe olmasına rağmen herhangi bir yardım gelmemesi değerlendirilmemiş, oysa Hantepe Karakolu’nda 380 tane asker olduğu biliniyor. Neden?..
Bu olay da gösteriyordu ki;
Genelkurmay üst kademesi, “Heron”larla ilgilenmek yerine, kendilerini “üst makam”lara götürecek “peron”larla ilgileniyordu... Gözler “peron”lara çevrilince, kim takardı “Heron”ları?..
Acı ama, maalesef gerçek bu!..
AK PARTİ-PKK ANLAŞMASI İFTİRA!
Geçen hafta, yine bu bağlamda; “AK Parti Hükümeti’nin PKK ile anlaştığı, bu anlaşma üzerinedir ki PKK’nın ateşkes ilân ettiği” iddiaları geldi gündeme... Bir yandan Kemal Kılıçdaroğlu, bir yandan Devlet Bahçeli, Başbakan’a seslenip; “PKK ile ne anlaşması yaptınız, açıklayın” diye bastırıyorlardı ki; Tayyip Erdoğan, Kahramanmaraş ve Kayseri mitinglerinden cevap verdi:
“Terör örgütünün, eylemlerini geçici olarak durdurduğunu açıklaması hükümetimizle ilişkilendirilmeye çalışılıyor. Açık söylüyorum, bu alçakça ve şerefsizce bir iftiradır. Referandum sürecini etkilemeye yönelik uydurulmuş bir yalandır.''
“Terör örgütü elebaşılarının beyanlarını hakikat kabul etmek ne kadar vahimse, böyle bir milli bir meseleyi kampanya malzemesi haline getirip istismar etmek de o kadar vahimdir."
CHP ve MHP’nin, terör örgütü elebaşılarından “Murat Karayılan kaynaklı” bu iddialara dört elle sarılması, aslında ne kadar “aciz” ve “çaresiz” olduklarını göstermekle birlikte, bir teröristi “muteber ve mutemet adam” olarak kabul ettiklerini de göstermiştir ki, asıl “vahim” olan budur!..
Eskiden; “Denize düşen yılana sarılırmış” diye bir atasözümüz vardı, şimdi bu sözü “güncellemek” ve şöyle değiştirmek gerekiyor:
“Denize düşen Karayılan’a sarılır!”
Denize düşen bir adam, hele de “yüzme bilmiyor” ise, elbette “çaresiz”dir, elbette “panik” halindedir ve elbette elinin dokunduğu ilk şeye sarılacaktır!..
Böyle bir adam;
“Yalan”a da sarılır, “Karayılan”a da!..
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin yaptığı gibi!..
HANEFİ AVCI’NIN ÇELİŞKİLERİ!
Geçen haftanın en çok konuşulan konularından biri de, Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı tarafından kaleme alınan “Haliç’te Yaşayan Simonlar... Dün Devlet, Bugün Cemaat” adlı kitaptı... Kitabın, siyasî kulislerde “bomba” etkisi yaptığını söylemek durumundayız... Gerçekten de büyük ilgi gördü ve ilk baskısı hemen tükendi... Kitapta yer alan iddialar üzerine İçişleri Bakanlığı, Hanefi Avcı hakkında “inceleme” başlattı ve Eskişehir’e “müfettiş” gönderildi... Avcı, “Bunu, zaten bekliyordum” dedi.
Olay bu... Yalnız, Hanefi Avcı’nın bu kitabı; “kendi elleriyle” mi yazdığı, yoksa “birileri tarafından mı yazdırıldığı” merak konusu oldu... İddialara göre; Hanefi Avcı, bu kitabı, “Yargıtay Başsavcısı A. Yalçınkaya yöntemiyle” kaleme almıştı... Yani “Google Savcısı” gibi hareket etmiş ve “internette dolaşan iddialar”dan, “kes-yapıştır” yaparak “kitap” elde etmişti!..
Zira, “kitabında yer verdiği iddialar” konusunda sorulan sorulara; “Öyle mi yazmışım, hatırlamıyorum” diye cevap veriyor, “iddia”larının bir kısmı ise “gerçek”lerle bağdaşmıyordu!..
Meselâ Hanefi Avcı’ya göre; gazetemizle gönül bağı bulunan arkadaşlar tarafından kurulan “habervaktim.com” adlı internet sitesi, “Fethullah Hocaefendi cemaatine bağlı”ydı ve onlar tarafından yönetiliyordu!..
Oysa, habervaktim.com sitesi;
Tıpkı Vakit gibi, “bağımsız, bağlantısız ve güdümsüz”dü... Yani, hiçbir “parti, örgüt ve cemaat” ile ilgisi yoktu...
Demek ki, Hanefi Avcı’nın kitabı; ya “kes-yapıştır”larla doluydu, ya da “kulaktan dolma bilgi”lerle!.. Kaldı ki; “ne yazdığını da hatırlamıyor”du!..
Bir “Emniyet müdürü” bunu yaparsa, Allah bilir, başkaları neler “uyduruyor”du?..
“BOMBA HABER”E EVET, BOMBA’YA HAYIR!
Sözün özü, geçen hafta işte bunları konuştuk, işte bunları tartıştık... Öyle anlaşılıyor ki; 12 Eylül’deki referanduma kadar, yine bunları konuşacak, yine bunları tartışacağız!.. Dileriz ki; ortalık “bomba haberler ve bomba iddialar” ile sarsılsın ama “bombalarla” sarsılmasın!.. Çünkü “bomba iddialar” bir şekilde cevaplandırılır ama “bombalar”ın aldığı canlar geri gelmez!..
Selam, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle.