Ülkücüler demokrat olsa!
Türkiye siyasetinde normalleşmenin şartlarından birisi de ülkücülerin 'devlet' saflarından 'millet' saflarına geçmesi. Ülkücüler, 'devletin bekası'nın tehlikede olduğu endişesiyle düşünceleri, örgütleri, faaliyetleri adeta 'devletleştirilen' bir grup.
Oysa Türkiye, bu kaygıyı çoktan aştı. Artık 'nasıl olursa olsun bir devletimiz olsun' noktasında değil ülke; milletin yaptığı hukuka bağlı, demokratik bir rejime, yani halkın egemenliğine razı bir devlet istemenin zamanıdır ülkücüler için de. Devlet olsun tabii ki, ama devletin niteliği de önemli. Milletin haklarını gasbeden, ona tepeden bakan, aşağılayan, hatta ona zulmeden bir devlete payanda olmak ile 'milletseverlik' nasıl bağdaşır?
Ülkücüler 'devletin ipoteği'nden kurtulup kendilerini milletin tercihlerine bırakmalılar. Faşist bir milliyetçilikten 'sivil milliyetçilik'e giden yol budur. Birincisi, ülkücüleri devletin oyuncağı yapar, ikincisi ise önemli bir siyasal güç...
Sivil milliyetçilik mümkündür. Ben, ülkücülerin 'demokrat' olabileceklerini, demokrasi saflarına katılabileceklerini düşünüyorum. 12 Eylül'deki anayasa oylaması bu anlamda tam bir katalizör işlevi görüyor. MHP yönetiminin 'hayır' kampanyasına karşın ülkücüler arasında her gün yeni isimler, oluşumlar 'evet' seslerini yükseltmekten çekinmiyorlar. Evetlerinin gerekçeleri de farklı değil: 12 Eylül ve onun anayasasıyla hesaplaşmak, yargı oligarşisini kırmak...
İslami kesimlerin 1990'ların sonuna doğru yaşadığı değişim çok önemliydi. Sivil siyasete, demokrasiye ve insan haklarına İslami kesimlerin sahip çıkmaya başlamasıyla Türkiye'de güç dengeleri değişti. Demokrasi biraz daha toplumsallaştı, derinleşti... AK Parti'yi iktidara taşıyan da bu dönüşüm oldu.
Benzer bir dönüşümü milliyetçi-ülkücü kesimlerden neden beklemeyelim? Ülkücüler devletin ve militarizmin gölgesinde siyaset yapmaya mahkûm değiller. Egemenliği millet yerine devlete, yani bürokrata bırakmanın 'milliyetçilik' açısından savunması olabilir mi? Asker-sivil bürokratlar milli iradeyi gasbederken 'millet' adına siyaset yapan milliyetçiler kimin yanında durmalı? Milletin haklarını mı, bürokratların çıkarlarını mı savunmalı?
Biliyoruz ki milli iradenin devlet adına hareket eden kimileri tarafından iğfal edilmesine seyirci kalmayan, razı olmayan milliyetçi-ülkücüler de var. Bunlar, 'esas' olanın 'devlet' değil 'millet' olduğunu, milletin haklarına sahip çıkılması gerektiğini düşünenler...
Militarizm ile milliyetçilik arasında kalın bir çizgi çekmeden ülkücülerin demokrat olmaları imkânsız tabii. Askerin yukarıdan aşağıya siyasete, topluma ve ekonomiye hakim olduğu bir rejimin ülkücülerin çoğunluğu tarafından artık tasvip edileceğini sanmıyorum. Devletin demokratikleşmesi, milletin temsilcileri vasıtasıyla yönetilmesi, yönetenlerin seçimler yoluyla millete hesap vermesi neden milliyetçileri rahatsız etsin ki?
Ülkücülerin cevap vermesi gereken temel bir soru var: Türkiye'yi sivil-asker bürokratlar mı yönetsin, millet mi? Tarihe ve devlete ilişkin hamaset nutuklarına ara verip bu basit 'siyasal' sorun ve tercih hakkında kafa yormak, ülkücülerin demokrasi saflarına yönelmesi için iyi bir başlangıç olabilir. Ülkücülere göre bu ülkede 'yönetim hakkı' kime aittir?
Anayasa referandumu, ülkücülerin en azından bir kısmının 'demokrasi' kampına kazanılması için bir fırsat. Son zamanlarda ülkücülerin önemli isimlerinden 'evet' yönünde açıklamalar var. MHP'nin 'hayır'da diretmesi, evet diyenleri suçlaması bu sesleri daha da artırıyor. Kanımca MHP hayırlı bir yarılmaya doğru gidiyor. Anayasa referandumu da MHP içindeki ayrışmayı hızlandırıyor. Ama bu süreçte asıl faktör, Türkiye'deki demokratik talepleri ve dinamikleri okuyamayarak otoriter ulusalcı kesimlerle iş tutmaya başlayan MHP yönetimi... Doğuş, 'milliyetçi-demokrat' bir hareket olabilir.
Ülkücülerin 'demokratlaşması' Türk siyasetinde yeni bir devrim olur. Bu da milliyetçiliğin 'devlet'e değil 'millet'e yaslanmasıyla mümkün.