Cami mimarı
Cevat Ülger. Namı diğer “Cami mimarı”.
Geçen gün adını bir çırpıda hatırlayamadım.. Aradan çok zaman mı geçti, ben mi yaşlandım bilmiyorum.. Ama “Cami mimarı” sıfatı, adından daha çok hafızamda iz bırakmış..
O bir “Cami mimarı”. Müslümanların “Allah’ın evi”nde kardeşçe kucaklaşması için manevi evcikler yaptı bize. Onu taş ve betonla elle tutulur hale getirdi.. Göğe minareler yükseltti.. Kelime-i tevhidi taşa, toprağa kazıdı..
Zaten bizim o zamanki sloganımız, “bizim” Abdurrahim Karakoç’un, “Hak yol İslam İslam Yazacağız” marşı değil mi idi? “Taşa, toprağa, suya / ‘hak yol İslam’ yazacağız”
Milli Gazete günlerinden tanıyorum Cevat ağabeyi.. Üsküdar’da sahilde denize bakıp çay içerken camilerin manevi ve sosyal mimarisi üzerine konuşuyorduk.. O günden beridir, hem bu konu üzerinden bir kitap çalışması yapmak istemişimdir aslında.
Bizim Yalçın Turgut’un karikatüristliği ondan miras kaldı biraz da..
Cevat Ülger düz, yalın, köşeli çizgilerle anlatırdı anlatacağını.. Mimardı ama karikatür de çiziyordu.. Mahlası “Karamehmedler”di..
Cevat ağabey şimdi aramızda değil ama kızıyla buluşuyor sık sık eşim, kızım.. Çocukları yaşıyor. İdealleri de..
Nabi Avcı onu şöyle tanıtır bir yazısında; “Tuvalde başladığı ‘nonfigüratif’ macerayı, evindeki dokuma tezgahında halılara, kilimlere taşıyan; ıskarta malzemelerden çocuk oyuncakları yapan; giydiği ceketin, gömleğin, ayakkabının modelini kendisi çizen; bağlama çalan; sadalı bir kubbe görünce aşka gelip gülbank çeken; okula motosikletle gelip giden nalbant bıyıklı bir ‘resim öğretmeni’ bulabilir miyiz? Herhalde bulamayız... Zaten o zamanlar da, ondan başka bulunamazdı. Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı da Eskişehir Maarif Koleji’nde böyle bir ‘öğretmen’ olduğunu duyar duymaz kendine yakışan tepkiyi göstermekte gecikmemiş ve bu ‘imalat hatası’nı derhal öğretmenlikten ihraç etmişti... O da ne yaptı biliyor musunuz? Gidip DGSA Mimarlık Yüksek Okulu’na kaydoldu ve 1975 yılında ‘diplomalı mimar’ çıktı”.
6 Eylül 1977’den bugüne 33 yıl geçmiş.. Dünya sürgünü sona erip Şafak dediğinde, kırk iki yaşındaydı. O biyolojik yaşından daha uzun bir ömre sahip bugün.. Çocukları ondan daha yaşlı..
Bir başka tanığın, onun hakkında tanıklığı: “Mimarî merkezi etrafında, ressam, karikatürist, Ankara Radyosu Bağlama Takımında çalacak kadar müzik kültürü olan, Klasik müziğimiz ve Batı Klasik müziğinde ergin bir zevk sahibi olarak bana tefekkürde malzeme verecek kadar çarpıcı hükümler sahibi bulunan, çocuk psikolojisini derinden sezen ve kültür emperyalizmi bahsinde hiç kimsenin göremediklerini görüveren, otururken, susarken, konuşurken ve bütün aleladelikler içinde gören göze varlığıyla mesaj veren... Mühendislikten makineye, çocuk oyuncaklarından halı dokumaya kadar geniş ilgi sahası. Fikirde, en kesin hükümleri bile, elinin tersiyle ve çoğu zaman farkında olmadan deviriveren bir mizaç. Ve taşla ahenk kurucu olma sıfatından olsa gerek, ahenk keyfiyetini en çarpıcı bir zevk seviyesinden tadarak bir anda değer biçen... Bu yüzden Divan şiirimizin ustalarından okuduğu şiirlerin nasıl ruhunuza sindiğini, cereyan veriliyormuşcasına duyardınız. Benim şiir kumaşımda müthiş uyarıcı etkisi, onun duyarak bu okuyuşundan olmuştur! Kendi yaşıtlarından başlayarak gelen ‘çocuk sanatkârlar’ keyfiyetinin karikatürize edilişi de, bendeki en büyük etkilerinden! İşte adam, işte adamcıklar! Hele onun dil hassasiyeti.” (Salih Mirzabeyoğlu)
Diriliş dergisinin ilk sayısı Nisan 1960’da yayınlanır. Derginin yazı ailesinde Cevat Ülger de vardır.. Büyük Doğu, Diriliş gibi döneminin bütün kültür-yayın faaliyetleri içinde onu en azından duaları ile onu görmek mümkün..
Keşke birileri bugün onun adına cami projesi yarışması yapsa.. Hele de şu yol güzergahındaki petrol istasyonları için Köşk mescid misali projelere ne kadar çok ihtiyacımız var..
Turgut Cansever adına ödüller verebilsek, ne güzel olur..
Tiyatroda Hasan Nail Canat’ımız vardı.. Sinemada Yücel Çakmaklı’mız.. Yücel Çakmaklı, (1937’de Bolvadin’de doğdu. 23 Ağustos 2009’da 72 yaşında İstanbul’da vefat etti. Hatıraları dün gibi sıcak. Mesut Uçakan, Nevzat Bayhan, Sedat Doğan ve arkadaşları, onun aziz hatırasını Miniatürk’de bir iftarla yâd ettiler. Ankara’da da TYB’den arkadaşlar, onun aziz hatırasını andılar... Yönetmen, yapımcı ve senarist. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü mezunu. 1963 yılında, askerlik dönüşü Yeni İstanbul gazetesinde Tarık Buğra’nın yönettiği sayfada sinema eleştirmenliğine başladı.. Şule Yüksel Şenler’in mücadelesini sinemaya taşıdı.. MTTB Sinema kulübünde bizim ağabeyimizdi. Şule Yüksel benim kayınvalidem sayılır. Onun yetiştirdiği kızlardan, onun manevi kızlarından biriyle evliyim..
Bunlar benim aynı yolda aynı yöne doğru koştuğum kardeşlerim, ağabeylerim, ablalarımdı..
“Veresetül embiya” özelliğine sahip cemaat önderlerimizin öldükten sonra bile hatıralarına sahip çıkmakta gaflete düşüyoruz.. Mimar Sinan’ın eserlerine ne kadar sahip çıkabildik, onu ne kadar dünyaya tanıtabildik ki!
“Medeni” olmak böyle bir şey..
Ne yazık ki, bizim “Havas”ımız az.. İşadamlarımızın çoğunun ne yazık ki böyle bir derdi yok..
44 yıl aradan sonra Cami Mimarı Cevat Ülger’i rahmetle anıyorum..
Selâm ve dua ile..
Not: Bu yazıyı vefat yıldönümünden iki hafta önce yayınladım ki, dergilerimiz ve derneklerimiz eğer anmak isterlerse hatırlatmış olalım diye.. Eğer kızı bana hatırlatmış olmasaydı, ben de unutmuş olacaktım çünki..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.