PKK niye caydı?.. “Anlaşma”dan mı, “korku”dan mı
Bunun adı “ikiyüzlülük” değil de nedir?.. Bunun adı “fırsatçılık” değil de nedir?.. Bunun adı, “kuzuyu yemeyi” kafasına koymuş “kurt”un ürettiği “bahane”ler değil de, nedir?.. Hepimiz “kurt-kuzu” hikâyesini biliriz de, sadece “suyu bulandırma” kısmına takılır, kalırız... Oysa, o hikâyenin devamı da vardır ve şöyledir: Malûm, “kurt”un biri dereden su içerken, uzaktan “minik bir kuzu” gelmiş yanına... Tam su içmeye eğilmiş ki; kurt, “suyumu bulandırıyorsun” demiş... Minik kuzu, yumuşak bir sesle; “Ama kurt amca; sen yukarıdasın, ben aşağıdayım, suyunu nasıl bulandırabilirim ki?..” demiş... Kurt, “Kuzu haklı” demiş; “Onu yemek için bir başka sebep bulmalıyım”... Derken, aklına gelmiş; “Ama geçen yıl, işte şuradaydın ve suyumu bulandırmıştın!”... Kuzu, “imkânsız” demiş; “Burada olmam imkânsız... Çünkü geçen yıl, ben henüz doğmamıştım bile!”... Kurt, “Eyvah” demiş; “Baltayı yine taşa vurduk... En iyisi mi, daha inandırıcı bir sebep bulayım!”...
Bulmuş da... “Tamam, şimdi hatırladım” demiş; “Geçen yıl suyumu bulandıran senin annendi!.. Ha sen, ha senin annen!.. Ne farkeder ki?.. Boşuna çabalama?.. Ayağıma kadar gelmişken, hiç bırakır mıyım seni?.. Yaklaş yanıma!.. Şurada, hiç kimse yokken, bir güzel parçalayıp yiyeyim seni!”
MADEM ANLAŞMADIN, O HALDE!
Görüyorsunuz ya;
“Kuzu” ne kadar “masum” ve “suçsuz” olursa olsun, “kurt” kafasına koymuştur; “kuzuyu yiyecek”tir!..
Hikâyeyi günümüze uyarlayacak olursak... AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan, istediği kadar bağırsın; “Hükümet PKK ile görüşmemiş, terör örgütü ile pazarlık yapmamıştır... Bu alçakça iftirayı atanlar şerefsizdir!”
Kim dinliyor ki?.. CHP ve MHP genel başkanları ile onlara “sözcülük” yapan “candaş medya” hâlâ bağırıyor: “Madem PKK ile anlaşma yapmadınız, o halde Habur neyin nesi?”
Aynen “kurt” bahanesi: “Madem suyumu bulandırmadım, o zaman geçen yıl bulandırmışsındır!..”
İllâ “hükümete çakacaklar” ya!..
“Habur”a cevap verilse, bu defa da “eskilere” gidecekler: “Sen PKK ile anlaşma yapmadıysan, senin ağabeylerin yapmıştır!.. PKK’lıların elindeki esir askerleri kurtarmak için devreye giren ve PKK mağarasına gidip askerleri kurtaran Fethullah Erbaş da senin fikriyatından değil miydi?”
Bu iş, Hz. Adem (a.s.)’a kadar gider!..
Öyle ya, hepimiz O’nun evlâtlarıyız!..
ŞEHİT OLSA DA SUÇLU, OLMASA DA!
Onun için “PKK koldaşları” ve onların sözcüsü “medya candaşları” ile sidik yarışını burada kesip, şu “ikiyüzlülük” meselesine gelelim...
Durum onu gösteriyor ki;
Hükümet ağzıyla kuş tutsa da “suçlu”dur!..
Daha önce, “günde 8-10 şehit cenazesi” gelirken; “Niye tedbir almıyorsun, niye bitirmiyorsun bu terörü?” diye bağırıyorlardı Hükümet’e!..
Güya AK Parti ile PKK arasında “anlaşma”(!) yapıldı ve “şehit cenazeleri” gelmez oldu ya, yine suçlama:
“PKK ile ne anlaşması yaptın, açıkla!”
Tam bu şekilde böğürüyorlardı ki; Hakkari’den bir şehit haberi geldi... Onbaşı Emrah Yalım, memleketi Adana’da toprağa verilirken, yine o bildik sloganlar;
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez!”
“Askere uzanan eller kırılsın!”
“Hükümet şaşırma, sabrımızı taşırma!”
Buyur, buradan yak!..
Yahu, bir karar verin artık!..
Hükümet “şehit cenazelerini durdurunca” mı “suçlu”dur, “kan akmasına göz yumunca” mı?..
“Şehit gelir”, suçlu!..
“Kan durur”, suçlu!..
Bir karar verin artık!..
YALÇIN AKDOĞAN’IN ANALİZİ!
“Tıkanma” noktasına gelmişler ve ellerinde “malzeme” kalmadığı için, “müflis tüccar” misali, “eski defterleri” karıştırmaya başlamışlardı ki; bu defa “Yalçın Akdoğan’ın bir yazısı”nı doladılar dillerine...
Doçent Yalçın Akdoğan, bir “bilim adamı” olmasının yanısıra, aynı zamanda “Başbakan’ın en yakın danışmanları”ndan biridir ya, onun yaptığı bir “analiz”den yola çıkarak, ortalığı yine “velvele”ye vermeye başladılar!..
Yalçın Akdoğan, yazısında demiş ki;
“Şunu da vurgulamak durumundayız. Alınan eylemsizlik kararı, PKK’nın veya BDP’nin iradesiyle ortaya çıkmamıştır. Burada kilit rol oynayan, Öcalan’ın kendisidir. Öcalan eylem yapan ve eylemlerini tırmandırmak isteyen örgütün hesaplarına rağmen yanlış gidişatı görmüş ve sürece müdahale etmiştir.
Bunda hem toplumsal baskı, hem de örgütün kullanıldığı görüntüsünün ağırlık kazanması rol oynamıştır. (...)
Son gelişmeler, PKK’nın Türkiye gündemini belirleyecek bir konum elde ettiği anlamına da gelmemektedir. PKK, kendi aleyhine olan bir durumdan dönüş yapmaya çalışmaktadır.
Bir kez daha görülmüştür ki; Öcalan gelişmeleri BDP ve Kandil’den daha iyi okumaktadır, Öcalan’ın manevra kabiliyeti BDP’lilerden daha fazladır. Eylemsizlik kararı, hükümetin yaptığı bir pazarlığın neticesi olmadığı gibi, müzakereye zemin hazırlayan bir adım da değildir.”
BU KADAR SIĞLIK VE SIĞIRLIK OLMAZ!
Gördüğünüz gibi; Yalçın Akdoğan’ın yaptığı bir “analiz”dir, “durum tesbiti”dir!..
“Başbakanlık danışmanı” kimliğinin ötesinde, “bilim adamı” sıfatı ile yaptığı bir “siyasî analiz”dir!..
Kaldı ki; bütün “analiz”lerin “isabetli” olacağı diye bir kural da yoktur...
Analizler “doğru” da yapılabilir, “yanlış” da!..
Bu, nihayetinde “Yalçın Akdoğan’ın şahsî görüşleri”dir, “kurumsal tesbitler” değil!..
Şimdi, bu “yazı”yı ele alıp da;
“Yaa gördünüz mü işte!.. Bakın Başbakan Danışmanı bile Öcalan ile görüşülebileceğini söylüyor!.. Bu, Öcalan’la görüşme yaptıklarının itirafıdır!”
Bu kadar “sığ”lık ve bu kadar “sığır”lık olmaz!.. Bu kadar ucuzculuk ve basitlik de olmaz!..
Baktım “kartel televizyonları” ve “candaş medya”nın kalemşörleri, bu konuyu köpürtüyor!.. “Ağız birliği” içinde Hükümet’e saldırıp, diyorlar ki;
“Demek ki, bunlar PKK ile anlaştı, şimdi bunun yolunu yapıyorlar!.. Demek ki, PKK’nın eylemsizlik kararı, bu anlaşmaya dayanıyormuş!”
Geçenlerde de yazdım;
“Denize düşen yılana sarılır” sözünü güncellememiz lâzım!.. Denize düşen, artık “yılan”a değil, Kandil’deki “Karayılan”a sarılıyor!.. Karayılan “anlaştık” dedi ya, boşver gerisini!.. Muhalefetin gözünde Karayılan, “muteber” ve “mutemet” bir adamdır!..
Yalçın Akdoğan’ın “görüş”leri elbette tartışılır ama şu tespiti “tartışılmaz bir gerçek”tir:
“PKK, kendi aleyhine olan bir durumdan dönüş yapmaya çalışmaktadır!”
Var mı aksini iddia eden?..
Öcalan’ın; “Gelişmeleri BDP ve Kandil’den daha iyi okuduğu” tespiti de son derece isabetlidir!..
Evet, PKK veya BDP, aldığı “boykot” kararından “dönüş” yapmaya çalışmaktadır!..
Peki, niye?..
BÖLGEDEKİ SESSİZ GERÇEK: MUSTAZAF-DER!
Belki kimse farkında değil ama;
Güneydoğu’da “PKK ve BDP gerçeği” kadar, bir de “Mustazaf-Der gerçeği” vardır!..
Bölge insanı üzerinde; en az PKK ve BDP kadar “etkili” olan “Mazlum-Der gerçeği” de yabana atılmamalıdır!..
Unutmayalım ki;
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (sav) yönelik “karikatür küstahlığı”na tepki için Mustazaf-Der tarafından Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda düzenlenen mitinge “300 bini aşkın insan” katılmıştır... Yine Mustazaf-Der tarafından düzenlenen “Kutlu Doğum etkinlikleri”ne katılan insan sayısı “yüzbinlerle” ifade edilmektedir!.. Bunlar, “BDP’nin meydanlara topladığı kalabalığa eşdeğer” bir kalabalıktır!..
Bölge insanı üzerinde bu kadar “etkili” olan ve bu kadar “teveccüh” gören Mustazaf-Der, 12 Eylül’deki referandum oylamasında “Evet” diyeceğini açıklamıştır!.. Ki, buna Diyarbakır’daki “STK’lar” ve “işadamları” da katılmış ve onlar da “Evet” diyeceklerini deklâre etmişlerdir!..
Abdullah Öcalan, PKK veya BDP, işte “bu gerçeği” gördükleri içindir ki, “kararlarından tornistan etmeye” çalışmaktadırlar!..
İstedikleri kadar “boykot” kararı alsınlar, Mustazaf-Der’in, üzerlerinde etkin olduğu Kürt halkı, öyle ya da böyle bu boykotu “delecek”ler ve halkı sandığa götüreceklerdir!..
Bunu engellemeye BDP’nin gücü yetmez!..
Hasılı kelâm;
PKK veya BDP’nin “boykottan vazgeçme” eğilimine girmesi; iddia edildiği gibi, “AK Parti ile PKK’nın anlaşması”ndan değil, Mustazaf-Der başta olmak üzere “Mazlum-Der”, “STK’lar” ve “işadamları”nın koyduğu “Evet”ten yana tavırlardandır!.. Yani, “tornistan”ın sebebi “anlaşma” filan değil, bu “korku”dur!..
PKK veya BDP görmüştür ki;
“Pabuç pahalı”dır!..
O halde “tornistan!”
İşin özü ve özeti budur!..
BAHÇELİ DÖNEMİNDE PKK İLE GÖRÜŞME!
Biz, olaya yine de “muhalefet penceresi”nden bakıp, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, meşhuur “velev ki” sözüyle devam edelim...
AK Parti Hükümeti, PKK ile “velev ki” görüşmüş olsun!.. Peki, bu “PKK ile yapılan ilk görüşme” midir?.. Yani daha önce hiç görüşme olmamıştır da, “ilk defa” mı yapılmıştır?..
Taraf’tan Yıldıray Oğur, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sözünü ettiği 4 temasın ne zaman, kimler tarafından gerçekleştirildiğini bir güzel dökmüş ortaya...
Aynen aktarıyorum:
“¥ 1993... Özal’ın koordinatörlüğünde aracılar vasıtasıyla devlet, Öcalan’la görüştü.
¥ 1997-1998... 1998’de Öcalan’ın ateşkes ilanıyla tamamlanan görüşmelerde 28 Şubat’çı, Ergenekon’cu, Balyoz’cu paşalardan, Demirel’e, efsane Emniyetçilere, darbe karşıtı paşalara kadar herkes trafiğin içindeydi.
¥ Ve sıkı durun, 1999... Öcalan’ın ayrıntılarıyla anlattığı İmralı’daki görüşmeler. Ergenekon sanığı Atilla Uğur’un ismini, bizzat Öcalan verdi.
Dönemin komutanı da Hurşit Tolon’du.
Peki, bu görüşmeler olurken Başbakan Yardımcısı kimdi?.. MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli!..
İyi mi...”
Demek ki, neymiş?..
Devlet Bahçeli’nin “Başbakan Yardımcısı” olduğu yıllarda da “PKK ile görüşme” olmuş!..
O halde, daha ne konuşuyor Bahçeli?..
Bırakın gerisini...
“Apo’yu idamdan kurtaran karar”ın altında “Devlet Bahçeli’nin imzası” var mı, yok mu?.. Siz ona bakın!..
KILIÇDAROĞLU, NİYE “HAVUZ” DEMİYOR?
Hani, “haddinden fazla şiddet, gayedeki hikmeti yok eder” denilir ya; Bahçeli’nin bağırmaları da, bir “bumerang” gibi döndü, dolaştı, yine kendini vurdu... Onun içindir ki, “MHP medyası” ağız değiştirmeye başladı;
“Madem PKK ile anlaşma iftiradır, o halde Habur’da olanlar ne?!?”
Hatırlarsınız, Kemal Kılıçdaroğlu da öyle yapmıştı... “Tayyip Erdoğan’ın havuzlu villası”ndan bahsederken, kendisinin “havuzlu villaları” ortaya çıkınca; “havuz”u da, “villa”yı da ağzına almaz oldu!.. Katıldığı televizyon programında, hiç “havuz”dan, “villa”dan bahsettiğini duydunuz mu?!?..
Hiç endişeniz olmasın;
“Eski defterler” karıştırıldıkça, daha ne “pazarlık”lar çıkacak ortaya!.. Bırakın “meydan”lara çıkmayı, “el içine bile çıkamayacak” hâle gelecekler!..
“Karayılan’a sarılmaları” bu yüzden!..
===============
Kanunu dolan da gel!
Bakın, burası çok çok önemli... Çünkü Bay Kemal Kılıçdaroğlu, artık “SSK Genel Müdürlüğü”nün de üstünde bir makamdadır... Evet, artık “Müdür” değil, “Müsteşar”dır... Daha doğrusu “Çalışma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı”dır!.. Tabiî, aynı zamanda bir “baba”dır... “Baba” olduğu için de oğlu Kerem’in “velâyeti”, onun üzerindedir!.. Çünkü Kerem, “Kemal Bey’in müsteşarlığı” günlerinde “14 yaşında”dır ve bir “ilköğretim öğrencisi”dir!..
Bakmayın “14 yaşında” olduğuna, bakmayın “ilköğretim öğrencisi” olduğuna!.. Çünkü, Kerem bey oğlumuz o kadar “maharetli”dir ki; “sınıfta ders görüyor olduğu” esnada, bir başka mekânda “işçilik” yapmaktadır!.. Evet, çalışmaktadır!.. Hem de “sigortalı” olarak!..
Sakın; “14 yaşında, üstelik de öğrenci birisi nasıl sigortalı olur?.. Bir çocuk derste olduğu saatte işyerinde nasıl olabilir?” diye sormayın!.. Sizin de babanız SSK Genel Müdürü, sizin de babanız “müsteşar” olsaydı; “yasadışı” filan demez, bir ayarlama yapardı!..
Bay Kılıçdaroğlu; “10 aylık torununun sigortalı işçi gibi gösterilmesi” konusunda; “Torunumun velâyeti benim üzerimde olamaz” demiş de, sormak istiyorum kendisine: “Oğlunuz Kerem 14 yaşında iken, velâyeti sizin üzerinizde değil miydi?.. O halde; Kerem oğlunuz; hem öğrenci, hem işçi nasıl olabilir?.. Yoksa kanunu mu dolandınız?!?.. Ya da, çiğnediniz mi?”