13 Eylül sabahı...
8 gün sonra referandum var. CHP ve MHP, tartışmayı AK Parti karşıtlığı üzerinden götürerek hayır denmesini istiyor. Evet diyenler ise, konuyu siyaset üstü değerlendirerek, demokratikleşme açısından ele alıyor.
Üslup hataları, maalesef demokratik bir olgunlukla tartışmamızı engelliyor. Hâlbuki evet demek ne kadar demokratik bir hak ise, hayır demek de o kadar demokratik bir hak. Hele hele "hayır diyenler şöyle", "evet diyenler böyle" sataşmaları, aslında seviyeleri ele veriyor. Demokrasi terbiyemiz, adam gibi tartışmamızı durmadan köstekliyor. Hakaret etmeden, küçümsemeden, aşağılamadan neden tartışamıyoruz?
Ben evet diyeceğimi haftalardır, kendi gerekçelerim ile yazıyorum. Evet çıkacağına da inanıyorum. Tahminim en az yüzde 55. Artan her 5 puan Türkiye'de 13 Eylül sabahını çok etkiler. Yüzde 65 siyasette deprem etkisi yapar. Depremin hangi partileri sarsacağını tahmin edersiniz.
Ben 13 Eylül sabahını çok önemsiyorum. Hayat, kaldığı yerden devam edecek. Mevzilerini, konumlarını kaybedenler, vesayete payandalık ile ömür tüketenler, biliyoruz, demokratikleşmeden rahatsız oluyorlar. 13 Eylül sabahını, kutuplaşmanın, karpuz gibi orta yerden ikiye ayrılmanın fitne günü görmeleri, bu yüzden yadırganacak bir şey değil.
İnkâr ettikleri gerçek şu. Bugün toplum Sünni-Alevi, Türk-Kürt, laik-dindar diye çatıştırılmak isteniyorsa bu, biz istediğimiz için olmadı. Tam tersine, biz bu çatışmaları yıllardır, aklımızdan bile geçirmedik. Fitne, içimize zorla sokuldu. Dersim'den başlayarak önce Türk-Kürt yangını tutuşturuldu. Sonra PKK kurduruldu. Garip milletimin gariban evlatları, kalleş pusularda katledilmeye başlandı. Şehit cenazeleri köylere, ilçelere, şehirlere dağıldıkça, fitnenin kıvılcımları dört bir yanı sardı. Güneydoğu'da binlerce faili meçhul cinayetlerle, devletle millet arasına fitnenin en büyüğünü soktular. Sonra Çorum, Maraş, Sivas, Başbağlar, Gazi Mahallesi provokasyonları, yangınların alevlerini daha da büyüttü. Abdi İpekçi, Savcı Doğan Öz, Çetin Emeç, Uğur Mumcu cinayetleriyle laik kesime korku salındı. Uğur Mumcu'nun cenazesinde yüz binlere, "kahrolsun şeriat" diye bağırtıldı. Hrant Dink cinayeti, Danıştay saldırısı artık gözü dönmüşlüğün son perdesiydi. Fitne yangınları, korkuları büyütmek için çoğaltıldı. Bir yandan da askerî vesayet, acımasız yüzünü göstermede pervasızlaştı. Başbakanları, bakanları astılar. Darbe şartları oluşsun diye fidan gibi üniversite gençlerinin binlercesinin katlini aylarca seyrettiler.
13 Eylül'ü fitne günü göstermek isteyenler, asıl fitneye; ya hiç ses çıkarmadılar, ya üstünü örttüler, ya da yangına benzin döktüler.
13 Eylül sabahı, gerçekte asıl fitneyi bitirmek için önemli. Yaraları sarmak için önemli. Çünkü Kürt meselesinin, kutuplaşmaların, çatışmaların bugün tek bir ilacı var. Özgürlükleri, fikir ve ifade hürriyetini genişletecek, herkesin hesap vermesini sağlayacak, hoşgörüyü ve uzlaşmayı getirecek gerçek bir demokrasi. Postal demokrasisi yerine, ileri demokrasi...
12 Eylül'deki referandum, işte buna kapı aralıyor. Darbe anayasalarının ilk defa karanlık, fitneci ruhuna dokunuyor. Vesayetin adamlarının rahatsızlığı sırf bu yüzden... Yoksa yüksek yargıdaki bazı kozmik adamlar, " referandumda hayır çıkması için Öcalan'a çok ihtiyaç var şimdi...", "CHP'nin, Barış ve Demokrasi Partisi'nin elinden tutması lazım" diye konuşur mu? "Tam bir kaos olsun, bu kaostan ben yararlanırım" diyerek insanlıktan çıkar mı? "Evet dendiğinde bitiyor bu iş..." diye panikler mi?
13 Eylül sabahı, Türkiye yeni bir başlangıç yapacak. Fitne bekleyenlere inat, bu ülkenin makul çoğunluğu, hayır diyenleri kınamadan, çatışmanın; herkesin konumuna saygı ile önleneceğine inanarak, barış çağrılarını daha da güçlendirecek.
Tarlada izi olmayanın, harmanda yüzü olmaz. Bugün demokrasi için "evet"in kıymetini bilerek çalışanların yüzü; 13 Eylül sabahı, demokrasi harmanında ışıl ışıl parlayacaktır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.