Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Din ve ideoloji

Din ve ideoloji

Dini tertipte veya hiyerarşide oynama, dini ideolojik hale getirir. Veya ideolojik tutum böyle kaymalara neden olabilir.
1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimiyle birlikte ortaya çıkan yeni dönemin hakim cereyanları olan ideolojiler, umumen dinin toplumdaki yerini geriletmişler ve buna mukabele ile bazı dini cereyanlar da onlardan etkilenerek onlara benzer bir şekilde dini kılıfta ideoloji üretmeye çalışmışlardır. Bu, Musa Aleyhisselam’ın yedeğindeki ve denetimindeki Beni İsrail’in düşmanı olduğu Kıpti toplumundan ve Firavun düzeninden etkilenmesine benzer bir durumdur. Bunun sonucu da Tih’de sürünmeye mahkûm olmuşlardır. Bu bağlamda, Seyyid Ahmet Han ve Muhammed Abduh gibi kimi ‘özür dileyiciler’ Garp karşısında edilgen olmuşlar ve medeniyetleri karşısında gözleri kamaşmış ve Mutezile’nin Yunan felsefesine mukabelesi gibi Batı medeniyetine mukabele göstermişlerdir. (Tafsilat için bak: Menhec el İmam Muhammed Abduh Fi Tefsiri’l Kur’an el Kerim, Dr. Abdullah Mahmud Şahata, Matbaatu Camiüati’l Kahire, 1984).
Daha sonra bu edilgenlik Taha Hüseyin neslinde tamamen Batı’yı içselleştirme haline gelmiş ve Taha Hüseyin ile bizdeki Abullah Cevdet, yaklaşık aynı şeyleri savunmuşlardır. Daha sonra da tam tersine Seyyid Kutup’lar döneminde karşı refleks gelişmiş ve Batı ile ilişki zıtlaşma sureti kazanmıştır. Bunun sebebi dini algının ideolojikleştirilmesidir. Halbuki, sağlıklı olan ıslah ve ihya anlayışıdır. Bunun dışında refleks ile gelişen ilişkiler, sağlıklı olmayacaktır. Bundan dolayı Beni İsrail’in huruçtan sonra ancak üçüncü neslinin Firavun düzeninin etkisinden tam olarak kurtulması gibi Taha Cabir Alvani de Muhammed Abduh, Seyyid Kutup nesillerinden yani etki ve tepki döneminden sonra yeni nesillerin Batı kompleksinden ve etkisinden tam kurtulabileceklerini öngörmektedir. Yani sağlıklı dini algı, refleks üzerine gelişen değil, ıslah üzerine yani geçmişin yanlışlarını düzeltme ve orjinalini ihya etme üzerine kurulandır.

Etkileşme ve benzeşme, ideolojik bir zemin doğuruyor. Elbette muayyen derecede etkilenme kaçınılmazdır ve affa mazhardır. Bununla birlikte, dinin ideolojik hale getirilmesi, dini anlayışı reformasyon sürecine sokmaktadır. Bundan da kaçınmak elzemdir. Sözgelimi, siyaset Ömer Abdulaziz’in yaptığı gibi bazen tecdidin bir ayağını oluşturur ve temsil eder. Lâkin onunki ihya suretiyle olmuştur. Buna mukabil, siyasal İslâm çizgisi ise değerler sisteminde takdim ve tehiri beraberinde getirmesi sebebiyle ideolojiye dönüşmüştür. İdeoloji de reformasyon sürecini beraberinde getirmekte ve bu da dini anlayışı zedelemekte ve yozlaştırmaktadır. Siyasal İslâm siyasi açığı kapatmak isterken farkında olmayarak onu merkeze taşıyor. Meselenin zamanın önceliği olması başka, dinin önceliği olması ise daha başkadır. Bediüzzaman’a göre de, İttihad-ı İslâm günümüzün öncelikli meselesi ve günün vacibidir. Lâkin o, bunu dinin merkezine taşımaz. Bu ikisi ayrı şeydir. Meseleye öteki zaviyeden bakmak ise esasatı da tali hale getiriyor. Maalesef Ali Şeriati gibiler bu vartaya düşmüşlerdir. Bundan dolayı Muhammed Abduh (A’mal el Kamile: Muhammed İmara), Cemaleddin Afgani (Züemau’l Islah, Ahmet Emin ve diğer kitaplarda) nezdinde hatta Ali Şeriati’nin Fatıma Fatımadır kitabının Farsça orijinalinde başörtüsü meselesinin önemsizleştirildiği ifade edilmektedir. Dolayısıyla dinin ihyası ancak orijinal yöntemle olur. Çalıntı yöntemlerle veya reflekslerle değil.
Demek ki, Fransız Devrimi ve onu takip eden devrimler dinî yaşantıyı sosyal alanda gerilettiği gibi, dinî anlayışı da yer yer kendisine benzetmiştir. Bunu Beni İsrail’in Mısır’daki ve ardından Tih’deki refleksleriyle mukayese edebiliriz. Dolayısıyla ideolojiler çağında din ideolojilere benzetilmiştir. Bu da ittibada kaymalara yol açmaktadır: Sünnete ittiba ideolojilere ittiba halini mi almaktadır. Dolayısıyla dini ideolojikleştirme, bir paradigma kaymasıdır.

Siyasal İslâmcıların Hazreti Peygamber hakkında kullandıkları büyük devrimci (acaba devrimlerden önce dünyaya gelselerdi hangi ifadeleri yeğleyeceklerdi?) pragmatik lider veya karizmatik lider ifadeleri, devrimlerin mirası kavramlarıdır. Bu bağlamda, kendi ifadesiyle siyasal İslâmcı olan Fehmi Şinnavi, cizyenin Kur’an dışı bir vergi çeşidi olduğunu; Kur’an’ın ise gayrimüslimlere ölüm ile Müslüman olma seçeneğini sunduğunu ve üçüncü bir seçenek kalmadığını savunmaktadır. Elbette, Hazreti Peygamber döneminde Ceziretü’l Arab’daki müşrik Araplara uygulanan özel statü gibi Hazreti İsa’nın nüzülü sırasında da Hıristiyanlara özel bir statü uygulanacağı ve İslâm olma seçeneği dışında onlara cizye seçeneği bırakılmayacağı hadislerce belirtilmiştir. Bu ayrı bir husustur; lâkin Fehmi Şinnavi cizye meselesini geriye doğru işletiyor ki, savunduğu şeyin yanlışlığı aşikardır. Dolayısıyla bu gibi zevatın Hazreti Peygamber hakkında ‘karizmatik’ tarzı ifadeler kullanmaları, yabancı kültürlerden etkilenmeleri sebebiyledir. Siyasal İslâmcı zevat nüzülü, İsa ve zuhuru, Mehdi gibi meseleleri de kabul etmemektedir. Zira kurtarıcı olarak kendilerini yeterli görmektedirler. Bunun istisnalarından birisi Mevdudi’dir, zaten o da kendisini Mehdi olarak kabul etmektedir (Mevdudi ve İslâmi İhyanın Teşekkülü, S. Vli Rıza Nasr, s: 303). Bununla birlikte, gerekse Seyyid Kutup, gerekse Mevdudi’nin yönetimlere karşı salabetli tavırları ve duruşları sebebiyle onların birer kahraman olduğunu da söylemeliyiz. Lâkin şahsi fazilet ile isabet veya istikamet meseleleri birebir eşleşmemektedir.

Sevgili okurlarımın bayramlarını tebrik eder ve hayırlara vesile olmasını niyaz ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi