Onlardan öğrendiklerimiz Abdurahman bin Avf r.a
Efendimiz, kişinin kötü huylarını terk edip iyiliğe yönelmesinin en büyük hicret olduğunu ifade ediyor. Buna göre gerçek hicret, kötülükten iyiliğe geçmek, iyiliğin hayat bulması ve galip gelmesi için bedel ödemek gerektiğinde yerini yurdunu terk etmek olarak da anlaşılabilir. İyilerin nihai hedefi de budur, yani iyiliğin galip gelmesi yönünde çalışmak ve çaba sarf etmek... Tarihi süreç içersinde, onlarca insan bu kervanda yol almış ve en büyük hicretini iç dünyasında gerçekleştirmiştir.
Abdurrahman bin Avf da İslam, Hira'dan yükseldiğinde ilk hicretini cahiliye karanlığından, Allah'ın dinine tabi olarak gerçekleştirmiştir. Bu hicretinin sonucunda da, İslam'a büyük hizmet vermiş ve her zaman efendimizin yanında yer almıştır.
Yalnızca imanını kuşanarak hicrete çıkmak, bu uğurda çeşitli bedeller ödemeyi gerektiriyordu. Yaşanan işkence ve haksızlıklara göğüs geren ve İslam'ı yaşamak ve yaşatmak uğruna her şeylerini feda ederek hicret eden sahabe ikinci hicretlerini de mallarını ve yurtlarını terk ederek gerçekleştirmişlerdi. Abdurrahman Bin Avf ise bu kutlu yolun yolcusu olmuş ve Yapılan işkenceler katlanılmaz hale geldiğinde Habeşistan'a hicret eden ilk Müslümanlar arasında yer almıştı.
İkinci hicrette ise Müslümanlar sahip oldukları mallarını ve yurtlarını terk ederek Medine'ye doğru yol almışlardı. Göğüslerinde sadece imanları vardı, bir de içtenlikle kuşandıkları samimiyetleri. Bu şekilde gelmişlerdi Medine'ye.
Muhacirler Medine'ye hicret ettiklerinde Efendimiz, onları Medineli ensarla kardeş ilan etmişti. Bu süreçte, Abdurrahman b. Avf ile ensardan Sad b. Rabia'yı da kardeş olarak takdim etmişti. Ensarın ileri gelenleri arasında yer alan Sa'd b. Rabi Medine'nin varlıklı ailelerindendi. Abdurrahman bin Avf'a "Benim epey malım var, bunun yarısını sana veriyorum" dedi. Abdurrahman bin Avf'ın cevabı ise hepimize örnek olabilecek nitelikteydi. "Allah malını sana mübarek eylesin, senin bu davranışının Allah ecrini versin, şimdi sen bana bir ip ver ve pazarın yolunu göster, ben kendim kazanırım" demişti.
Abdurrahman b. Avf da, Mekke'nin zenginleri arasında yer alıyordu ve ticareti iyi biliyordu. Fakat bütün varlığını geride bırakmış Allah için hicret etmişti. Hicretten sonra ticari tecrübelerini değerlendirerek Medine çarşısında alışverişe başladı ve Allah onun bu mücadelesini karşılıksız bırakmadı. Abdurrahman bin Avf alnının teriyle kazanmaya karar verdi ve kısa zamanda Medine'nin zenginleri arasında yer aldı. Kendisi bunu şöyle ifade eder: "Allah bana öyle bir nimet verdi ki, bir taşı bile bir yerden kaldırıp başka yere koyduğumda sanki altın oluveriyordu". Abdurrahman bin Avf Efendimizin bütün gazvelerine katılmış ve örnek hayatıyla bizlere yol göstermiştir. Ancak burada onun kanaatkarlığı ve alınterine verdiği değeri vurgulamak ve bundan bir şeyler öğrenmek istiyoruz.
Doğduğu toprağı, yaşadığı evi ve bütün servetini Allah için terk eden bir sahabe... Ve kendisine kardeş kılınan kişinin bağışladığı serveti red edip, alın teriyle kazanmak istediğini ifade eden ve geçimini kendi emeğiyle sürdüren örnek bir şahsiyet...! Yaşadığımız çağın gözlüğüyle baktığımızda bunun bizlerden ne kadar da uzak olduğunu görüyoruz öyle değil mi? Çünkü bizler çağımızın getirdiği hastalıkların tuzağında yaşıyoruz. Bu tuzaklardan biri de aç kalma korkusu ve doyumsuzluk, tahammülsüzlük, aç gözlülüktür. Günümüz insanı ne yazık ki, bu hastalıkların kucağına düşerek kanaatkarlığını kaybetmiştir. Böyle bir toplumda ise çalma, haksız yere gasp etme, hile ve yalancılık, doyumsuzluk, hırs, aç gözlülük çıkarcılık, benmerkezcilik insanlığın karakteri haline gelmektedir. Bütün bunların yoksun olmakla ya da muhtaç kalmakla uzaktan yakından ilgisi yok. Eğer öyle olsaydı, malını mülkünü terk edip hicret eden Abdurrahman Bin avf, kendisine teklif edilen şeyleri kibarca geri çevirip, ihtiyaçlarını kendi alınteriyle kazanma çabası göstermezdi. Oysa o, kişinin geçimliğini alınteriyle kazanması yönünde örnek bir davranış sergiledi ve "bana pazarın yolunu gösterin" dedi. Hem de hayatının en ihtiyaçlı olduğu bir dönemde... İşte vahiy insanın şahsiyetini bu şekilde şekillendiriyor ve ona insanlığını bahşediyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.