İhanet ne, hain kim?.. Dolmabahçe’de Türkiye fotoğrafı!
Elbette, herkesin kendine göre bir gündemi var... “Hükümet”in gündemi başka, “muhalefet”in gündemi başka... “Sokaktaki gariban”ın gündemi başka, “milyarder”in gündemi başka... “Kartel gazeteleri”nin gündemi başka, “Vakit’in gündemi” başka... Elbette, her “küp”, içindekini sızdırır... “Bal küpü”nden bal, “sirke küpü”nden sirke sızar!.. Oysa; küp, aynı küp... Ama “içindeki” başka... Meselâ, geçen haftaki tartışma gündeminin üst sıralarında yer alan Tophane olayları... Vakit, bu konuda tavrını açık ve net ortaya koydu... “Laikçi yaşam tarzı”nı öne çıkaran kartel medyası, Tophane’deki olayları “mahalle baskısı” olarak lânse etmeye çalışırken; Vakit, bu olayın “mahalle baskısı” değil, tam aksine “mahalleye baskı” olduğunu delilleriyle ortaya koydu... Hatta, olayın altında yatan “psikolojik sebepleri” de gözler önüne serdi... Bu, “yüzde 42’nin ilk kalkışması”ydı ve “laikçi bir provokasyon”du!.. Referandum’dan çıkan “yüzde 58’lik evet oyu”nu “hazmedemeyen” laikçi çevreler, “muhafazakâr yapısı” bilinen Tophane’de, bir “sergi açılışı”nı bahane ederek, salonun dışına taşmışlar ve “halkın sokağını işgal” etmişlerdi... Bununla da yetinmeyen “azınlık” grup, “azgınlığına” devam etmiş, yoldan geçen “tesettürlü” hanımlara “sözlü taciz”de bulunup, küstahça saldırmışlardı...
“Arbede”nin asıl çıkış sebebi buydu... Ama, “laikçi kartel medyası”nı arkasına alan “ayyaş”lar, bunu “yüzde 58’in saldırısı” gibi göstermeye yeltendiler!..
ÖZGÜRLÜK, NEREYE KADAR?
Hayır; bu olay “yüzde 58’in saldırısı” değil, “yüzde 42’nin kalkışma denemesi”ydi!.. Kaldı ki, “lokal” bir olayın “bir Türkiye manzarası” gibi gösterilmeye çalışılması da, kimlerin “gizli ajanda”ları olduğunu ayan-beyan ortaya koymuştur!..
Vakit, her zaman olduğu gibi, bu olayda da; “Halkın gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi” olduğunu göstermiş ve “azgın azınlığa” karşı, “Tophane halkının yanında” yer almıştır!..
Çünkü, biz şuna inanıyoruz:
Herkes başkalarının “yaşam biçimi”ne saygı göstermelidir... Hiç kimse, başkasına “yaşam biçimi” dayatamaz!.. Ki; hiç kimsenin özgürlük alanı, bir başkasının özgürlük alanına tecavüz edemez...
Bu son olayda;
Tophane halkı, hiç kimseye “köy veya kasaba kültürü”nü dayatmış değildir... Tam aksine; “dağdan gelenler, bağdakini kovuyor” hesabı, azgın azınlık; “kendi yaşam biçimlerini Tophane halkına dayatmaya” kalkışmıştır!..
Kısa ve öz ifadesiyle;
Tophane’de “mahalle baskısı” yoktur!..
Tam aksine “mahalleye baskı” vardır!..
Olayları, herkes böyle okumalıdır!..
TERÖRİST YETİŞTİREN KOMUTAN!
Geçen hafta, “gündemin üst sıralarında” yer alan haberlerden ikisi de, “emekli subayların açıklamaları” oldu...
Malûm, kendisini “JİTEM’in kurucusu” olarak tanıtan emekli Albay Arif Doğan’ın internete düşen ses kaydında “şok itiraflar” yer alıyordu:
Ses kaydındaki en çarpıcı ifadeler, 17 Şubat 1993’teki esrarengiz uçak kazasında hayatını kaybeden dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’le ilgiliydi... Albay Doğan’a ait olduğu iddia edilen ses kaydındaki kişi; Eşref Bitlis’in Cem Ersever tarafından öldürüldüğü yönündeki iddialara tepki gösteriyor ve kendileri tarafından öldürüldüğünü ima ederek, “Ben destek vermesem, Cem Ersever adam öldüremezdi” diyordu...
Arif Doğan, aynı ses kaydında; “JİTEM’in başındayken terörist yetiştirdiğini” itiraf ediyor ve şöyle diyordu:
“Ben JİTEM grupları komutanıyım o zaman, aynı zamanda Jandarma İstihbarat grupları komutanıyım Türkiye’nin... Ulan silahlı güç, 10 bin kişi bende var... Bunların ne g... var. Ben düşünüyorum, kayıtsız 5 bin tane Kalaşnikof dağıttım ben. 2000 tane tabanca...
Terörist yetiştirdim ben orada.”
Vakit’in geçen hafta Çarşamba günkü manşetinden verilen bu “itiraf”lar üzerine, elbette birisinin “suç duyurusu” yapmasına gerek yok... “Savcı”lar, “re’sen” soruşturma açabilir ki, “gerçek” ortaya çıksın ve suçlular, hak ettikleri cezaya çarptırılsınlar!..
CAMİ YAKAN KOMUTAN!
Geçen haftanın gündemindeki bir başka “emekli asker” de, dönemin MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu idi... Yirmibeşoğlu, ilk önce rahmetli Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’ın; “Özal’a suikastın ardında o vardı” ifadesiyle gündeme geldi... Ki, bu konuda “soruşturma” açıldı... Emekli Org. Sabri Yirmibeşoğlu’nun gündeme gelmesine yol açan ikinci olay, bir “televizyon kanalı”nda sarfettiği şu sözlerdi:
“Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır... Mesela, bir cami yakılır. Kıbrıs’ta biz bunu yaptık... Bir cami yaktık.”
İşte bu “itiraf”lar, gündeme bomba gibi düştü... İnsanlar şok oldu, çünkü; bundan önceki Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, ortaya çıkan “Balyoz Darbe Plânı”nda “Fatih ve Beyazıt camilerinin bombalanacağı, halkın galeyana getirileceği” şeklindeki ifadelere şiddetle karşı çıkıp, demişti ki;
“Allah Allah diye taarruza geçen bir ordu cami bombalar mı?.. Bunu yazanları lanetliyorum... Vicdansızlara sesleniyorum; TSK’nın da bir sabrı var!”
Evet; “Bu sözlere inanmak isteyen” kamuoyu, Sabri Yirmibeşoğlu’nun sözleriyle şok olmuştu!..
Öyle ya;
“Halkı galeyana getirmek” için “Kıbrıs’ta Bayraktar Camii’ni kundaklayan” bir asker, pekalâ Fatih ve Beyazıt camilerini de bombalayabilirdi!..
İşin enteresan tarafı;
“Balyoz Darbe Plânı’nı deşifre” eden gazeteleri “ihanetle” suçlayıp “lânetleyen” İlker Başbuğ, son itiraflar üzerine “dut yemiş bülbül sessizliği”ne büründü!..
Oysa, onun da konuşması ve en azından “özür” dileyip, “sözünü geri alması” gerekirdi... Ama, hâlâ sessizliğini koruyor!..
KARTELDE ÇİFTE STANDART!
Tıpkı; “cinayet ve zina” suçlarından “idam cezası”na çarptırılan İranlı Sakine Aştiyani”ye sahip çıkıp, “Sakine’ye özgürlük” kampanyaları açan “laikçi kartel medyası”nın, yine “zina ve tecavüz” suçlarından idam cezasına çarptırılan, üstelik de “zekâ özürlü” olan Amerikalı Teresa Lewis için sessiz kalması gibi!..
Oysa, Teresa Lewis, geçen hafta “elektrikli sandalye”ye oturtulup, öldürüldü!..
Sessiz bir şekilde infaz edildi!..
Onun “yaşaması” için tek bir söz söylemeyen, tek satır yazı yazmayan kartel medyası, hâlâ “Sakine’ye özgürlük” peşinde!..
Buradaki amaç, elbette belli!..
Onların amacı “kadın haklarını savunmak” filan değil!.. Öyle olsaydı, “Teresa’ya da özgürlük” derlerdi... Amaçları, Sakine üzerinden İran’a, İran üzerinden de İslâm’a saldırmak!..
Çünkü zina, İslâm’da ağır suç!..
İran üzerinden İslâm’a saldırıyorlar ki, amaçları “zinayı meşrulaştırmak!”
Vakit, geçen haftaki “Teresa’yı kim kurtaracak” başlıklı haberiyle; işte bu çifte standardı, işte bu ikiyüzlülüğü ve işte bu “hin oğlu hinliği” gözler önüne sermeye çalıştı...
DOLMABAHÇE’DE MEDYA AÇILIMI!
“Çifte standart” deyince; geçen haftaki “medya açılımı”ndan söz etmeden geçmek olmaz...
Vakit’in dünkü manşetinde yer alan “medya açılımı” ifadesi, gerçekten de “tam isabet” kaydeden bir başlıktı... Çünkü, başka gazeteler de aynı ifadeyi kullandılar...
Peki, niye “medya açılımı” dedik?..
Dün de ifade ettiğimiz gibi;
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde düzenlediği “gazetecilerle istişare” toplantısına, “hiçbir ayrım gözetilmeksizin” tüm gazete ve televizyonların yayın yönetmenleri davet edilmişti!..
Yani; “bazı gazeteleri ve televizyonları çağırıp, bazılarını çağırmamak” gibi bir “ayrımcılık”, bir “akreditasyon”, bir “çifte standart” uygulanmamış; “dost-düşman” herkes çağrılmıştı!..
Ki, “çağrılanlar” arasında;
6 yöneticisi “Ergenekon dâvâsı”ndan yargılanan ve bu yüzden “koyu bir Erdoğan düşmanı” olan Ulusal Kanal ile, “Erdoğan ve hükümet aleyhtarı” yayınlarını “Erdoğan’ın vatan haini” olduğuna kadar vardıran Yeniçağ gazetesi ve “Hükümet’e ağır eleştiriler” yönelten Cem TV bile vardı!..
Bu olay; “12 Eylül referandumu”nun akşamında, “herkesi kucaklayacağına” dair mesajlar veren Erdoğan’ın, “sözünün gereğini yerine getirdiği”nin fotoğrafıydı... O fotoğrafta; “hemen her görüşün temsilcisi 64 gazete yöneticisi” vardı ki; Dolmabahçe’den bir “Türkiye fotoğrafı” yansıdı dünyaya...
Dileriz; gerek medya temsilcileri, gerek muhalefet temsilcileri bu “fotoğraf”ın önemini kavrar ve Türkiye’yi “gerilim ve kavga”dan kurtarıcı adımlar atar... Türkiye’nin “gerilim ve kavga”ya değil, “barış ve huzur”a ihtiyacı var.
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...