Soyguncu ve Talancı Çağdaşlar
ERGENEKONCULAR, Kemalistler, Çağdaşlar, Saylancılar, Taylancılar, Laikler feryat ediyorlar: Türkiye soyuluyor, memleket talan ediliyor, saçı bitmedik yetimlerin hakları yeniliyor!..
Bu feryatçılar sadece bozuk ve sahte dindarları, bulaşık İslamcıları tenkit ediyor, kendi hırsızlarına hiç toz kondurmuyor.
Sanki onlar Zemzemle yıkanmış gibi tertemiz.
Soruyorum: 1909'da Sultan Abdülhamid'i alaşağı edip Selanik'e sürdükten sonra YıldızSarayını kimler yağma etmişti?
Jön Türkler, İttihatçılar, o günün çağdaşları değil mi?
İttihad Terakki çetesi iktidarı yıkıldıktan sonra 1919'da İkdam gazetesinde (17 Nisan) Yıldız Sarayı yağmasından pay alan terakkiperver paşaların listesi yayınlanmıştır. Elmaslı pırlantalı kıymetli ve pandantifi hangi Paşa almıştı.
Cumhuriyetten sonraki büyük talanı Müslümanlar, İslamcılar mı yapmıştı?
Paşa, ömrü boyunca ticaret, üretim yapmamış bir askerdi. Öldüğünde dünya çapında bir miras bıraktı. O serveti nasıl biriktirmişti?
Millî Mücadelede akşam taamı etmek, bir iki düziko atmak için Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi'nin yardımına muhtaç olan ünlü kişimiz, daha sonra efsane çapında bir servete sahip olmuştu. Nasıl olmuştu?
Hindistan Müslümanlarının Türkiyeli kardeşlerine yardım için gönderdikleri 30 bin altın ne olmuştu?
Doğan Avcıoğlu'nun Türkiyenin Düzeni adındaki kitabında bahs ettiği büyük talanları, soygunları kimler yapmıştı?
Pek ünlü, anlı şanlı eli bayraklı bir gazetenin patronu:
* Marmara adasındaki mermer ocaklarını,
* Muğla taraflarındaki krom madenlerini,
* Cağaloğlu'ndaki Kırmızı Konak binasını,
* Türkiye'nin en büyük matbaası olan Mateosyan matbaa ve mücellithanesini,
* Bomontideki buz fabrikasını ve daha saymakla bitmez malları nasıl gasb etmişti?
Evet bugün ülkemizde genel, yaygın, yoğun bir soygun, talan, haram yeme vardır ama bunu bozuk Müslümanlar, sahte İslamcılar başlatmamıştır.
Bu kötülük Yıldız Sarayı yağmasında başlamıştır ve kanayan bir yara olarak günümüze kadar gelmiştir.
Cumhuriyetin ilk yılında iki büyükPaşa, Ankara tren istasyonundaki bir binada konuşuyorlar. Paşalardan biri ötekine şöyle diyor:
"Din ve namusu olanlar kazanamazlar. Fakir kalmaya mahkumdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus telâkkisini kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur!"
Uğur Mumcu'nun yayınladığı bu sözler, bugünkü soygun ve talanın meşruiyet ve temelini oluşturur.
Ben bir Müslüman olarak asla kabul etmem ama bazı bozuk ve yamuk sahte dindarlar, "Bozuk düzenlerde bozuk işler yapılabilir" şeytanî fetvasını benimseyerek talana başlamışlardır.
İslam dini ve Şeriatı, savaş hile ve hud'aları dışında hiçbir hileye ve aldatmaya izin vermez.
SultanBirinci Murad Hüdavendigârın mücahid askerleri, Edirne civarındaki sahipleri korkudan ormanlara kaçmış Rum köylerinin bağlarından üzüm koparıp yemişler ve parasını çaputlara bağlayarak dallarına asmışlardır. (Neşrî Tarihi, Cihannüma)
Resulullah efendimiz "Yağmayla elde edilmiş malzeme ile pişen çömlekleri deviriniz" buyurmuşlardır.
Ben bir Müslüman olarak kendi cephemdeki hırsızlara, haram yiyicilere nasıl çatıyorsam, çağdaşlar da kendi hırsızlarına çatsınlar, onları lânetlesinler.
Bu memleketi "Benim hırsızım iyidir, onların hırsızı çok kötüdür" dengesizliği batırdı.
Evet tekrar soruyorum:
Ömrü boyunca hiç ticaret ve üretim yapmayan zat-ı Muhterem o dehşetli servete nasıl sahip oldu?
Hindistan Müslümanlarının 30 bin altını ne oldu?
Biraz daha gerilere gidelim:
Sultan Abdülaziz bir darbe ile tahttan indirilmiştir. Dolmabahçe sahilinde birkaç kayık beklemektedir. Padişah ve yakınları apar topar kayıklara bindirilir, yağmur altında Topkapı Sarayına götürülür. Halife ve Hakanın muhterem annesi hayır hasenat sahibesi Pertevniyal Valide sultan, üzerine sokak elbisesi geçiremeden kayıklardan birine atılır. Şerefsizin biri kulaklarındaki kıymetli küpeleri, hoyratça çekerek ve kulak memelerini yırtarak çeker alır cebine atar. O bir Jön Türktür. Bugünkü Ergenekoncuların dedesidir...
* (İkinci yazı)
İstanbul SOS Diyor
EFENDİLER!.. İstanbul bugünkü nüfustan, bugünkü bina sayısından, bugünkü kargaşadan, bugünkü trafik rezaletinden daha fazlasını kaldırmaz...
Rant elde etmek için şehrin nüfusunu 40 milyona çıkartmayı planlayanlar mecnundur, haindir.
İstanbul'un binlerce sokağı otopark haline gelmiştir. Daracık sokakların yarısı park etmiş otomobillerle doludur. Serbest olan kısımdan iki otomobil birden geçemiyor.
Fakir fukara bütün halk çılgınca otomobilleniyor. Böyle giderse şehir bir sene sonra felce uğrayacaktır.
Devlet büyükleri bir yerden bir yere giderken binlerce (Bazen on binlerce) polisi seferber edip, halka yolları kapatmak bir çare ve çözüm değildir.
İstanbul idare edilemezlik sınırına dayanmıştır.
Büyük bir dünya krizinde bu dev şehre nasıl buğday ve ekmek temin edeceksiniz?
Büyük bir zelzelede ahalinin nasıl yardımına koşacaksınız?
Boğaz'da petrol veya sıvı gaz yüklü iki gemi çarpışsa ne yapacaksınız?
İstanbul dev bir karınca yuvası gibi insanla dolmuştur. İstanbul kaotik ve anarşik bir oto-mega-kent olmuştur.
Şu anda şehrin çepeçevre etrafında yüz binlerce yeni mesken inşa ediliyor. Bunlar insanla dolunca ne olacaktır?
Üçüncü köprü ile birlikte şehrin son yeşil alanları, ciğerleri tahrip edilecektir. Ondan sonra ne olacaktır? Ben söyleyeyim. Ondan sonra sosyal bir tufan olacaktır.
Bu şehri gözlerini toprak doyurası rantçılar bu hale getirmiştir.
Geçen hafta Sultanahmet'teki evimden otomobille Kumkapıdaki semt pazarına gitmek istedim. Yola çıktım, bin zahmet pazar yerinin yakınına geldim. Her yer mahşerî bir kalabalıkla doluydu. Yakınlarda otomobilimi park edecek bir yer bulamadım, geri dönmek mecburiyetinde kaldım.
Devlet büyükleri için trafiği kesen, halkı perişan eden sorumlular müzmin trafik sıkışıklığı konusunda halka niçin hizmet etmiyor?
İstanbul imdat diye haykırıyor ama duyan yok, ilgilenen yok.