Eşref Bitlis suikastında “buzlanma” çözülüyor mu?
Malûm, “Hiçbir cinayet mükemmel değildir” diye bir söz vardır... Gerçekten de, “en ince ayrıntılar”ın bile düşünülerek işlenen bir cinayette, mutlaka bir “hesap hatası” yapılır ve “katil” kendini eleverir... Farkına varmadan bir yere bıraktığı “parmak izi”nden, kafasından düşen bir “saç teli”nden, vücudundan kopan bir “deri parçası”ndan ve hatta “vücut ısısı”ndan yola çıkan Adlî Tıp uzmanları, mutlaka “cinayet”i aydınlatırlar ve “katil”in kimliğini açıklarlar... Bazen, bunların hiçbirine gerek kalmaz ve “katil”ler, sırf “merak” saikiyle “cinayet mahalli”nde dolaşarak, şüpheleri üzerlerine çekerler ve yakayı eleverirler... Bazen de, “vicdan” girer devreye... “Cinayet”ten dolayı “vicdan azabı” çeken katiller, bir süre sonra “suçlarını itiraf” ederler... Bu itiraf; doğrudan “polis veya savcıya itiraf” olabileceği gibi; “Şecaat arzederken merd-i kıptî, sirkatin söyler” misali; “kahramanlık” taslarken, “cinayet”lerini de itiraf etme şeklinde olabilir...
ARİF DOĞAN’IN İTİRAFLARI!
Emekli Albay Arif Doğan’ın yaptığı da budur... Birilerinin Cem Ersever ismini öne çıkarmasını kendine yedirememiş ve “ikinci plâna atılmak”tan rahatsız olmuş olmalı ki, yaptığı “telefon konuşması”nda, merd-i kıptî misali “kahramanlığını” (!) anlatıyor...
“İnternet siteleri”nden sonra, 22 Eylül 2010 tarihli gazetelere yansıyan “ses kaydı”nda Arif Doğan diyor ki;
¥ “Eşref Paşa’nın ölümü, Cem Ersever yaptı diyorlar. Eşref’i öyle böyle yapmış! Hayır. Cem Ersever’in arkasına ben destek vermesem, .., adam mı öldürebilir? Söyleme yaa, bırak şunu ya. Ahmet Cem Ersever’iymiş, Mustafa Deniz’iymiş, Mahsune’siymiş, bunlar çakal yavv. Yani bir kişi geldiği zaman karşına eğer istihbaratçı değilse.. İstihbaratçının... Konuşamaz. Sadece dinlersin anlatabildim mi? Ne derler? Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi.”
¥ Eşref Paşa’nın olayından sonra, hâlâ konsantre olamadım ben. Gece yatmasından çok korkarım. Her an başıma bir şey gelecek diye uyumayacaksın o orospu çocukları yüzünden. Bir de bir hata yaptım ben; Dedim “Sayın Paşam korkmaya başladım. Komutanım elini öpeyim mi?” dedim beni gönder. Anlatabiliyor muyum. İt Mehmet Ağar’ın çiftliği mi oğlum burası?”
¥ “Ben JİTEM grupları komutanıyım o zaman, aynı zamanda Jandarma İstihbarat grupları komutanıyım Türkiye’nin. Ulan silahlı güç, 10 bin kişi bende var. Bunların ne g... var. Ben düşünüyorum kayıtsız 5 bin tane Kaleşnikof dağıttım ben. 2000 tane tabanca. Terörist yetiştirdim ben orada.”
İSTANBUL’DA İFADE, ANKARA’DA SORUŞTURMA!
İşte bu “itiraf”larda bulunan Arif Doğan; ses kayıtlarının ortaya çıkmasından sonra, bunları “inkâr” etmemiş, tam aksine şöyle demişti:
“Hâkimlere yalvarıyorum, ölmeden ifademi alın, kayda geçin. Anlatacaklarım hem Ergenekon davasına hem de PKK ile mücadeleye ışık tutacaktır.”
Bu ifadeler üzerine, dün, “iki gelişme” oldu...
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, “Eşref Bitlis’in ölümü”yle ilgili “soruşturma” başlattı, soruşturmayı yürütmek üzere de Savcı Hüseyin Görüşen’i görevlendirdi...
Savcı Hüseyin Görüşen’in ilk işi, “Genelkurmay’dan dosya istemek” olacak... Zira, ilk soruşturmayı yürüten ve “takipsizlik” kararı veren Genelkurmay Askerî Savcılığı idi...
Dünkü ikinci gelişme de şu:
“Eşref Bitlis’i ben öldürttüm” diyen Arif Doğan, dün Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e “9 saat” süreyle ifade verdi... Artık neler söyledi, daha başka hangi itiraflarda bulundu, bugün neler söyleyecek, elbette bilmiyoruz ama, bildiğimiz şu: Arif Doğan, sözkonusu “ses kaydı”nın “kendisine ait” olduğunu kabul etmiş, ancak bazı eklemeler yapıldığını söylemiş!..
BAZILARI İŞİ SULANDIRMAYA ÇALIŞABİLİR!
İşte bu gelişmeler, Eşref Bitlis’in oğlu Tarık Bitlis’te bazı kuşkulara yol açmış!.. Tarık Bitlis, “Arif Doğan’ın itirafları”ndan sonra, “bazı güçler”in “işi sulandırmaya” çalışacaklarını ve “Arif Doğan’ın ruh sağlığının yerinde olmadığını” iddia edebileceklerini belirterek, demiş ki;
“Bunun önüne geçebilmek için, yapılacak ilk iş, Arif Doğan’ın ruh sağlığını tesbit ettirmektir!”
Tarık Bitlis, “bu olayın sulandırılabileceğine” dikkat çekerken, dün Silivri’de ilginç bir gelişme yaşandı.
“Ergenekon Dâvâsı”nın tutuklu sanıklarından Durmuş Ali Özoğlu, bir ara demiş ki;
“Yarın faili meçhul cinayetlerin faillerini açıklayacağım!”
Bu sözler üzerine Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Mahkeme Başkanı Köksal Şengün’den şu talepte bulunmuş:
“Sayın Başkan; sanık, faili meçhul cinayetlerle ilgili açıklamasını şimdi yapabilir mi?”
Başkan Şengün, sormuş Özoğlu’na;
“Yarın açıklayacağını söylüyorsun... Şimdi açıkla!.. Neden yarın?”
Durmuş Ali Özoğlu da demiş ki;
“Bugün söz alacağımı bilmiyordum... Notlarımı güvenli bir yere koymam gerekiyordu... Yarın Eşref Bitlis, Cem Ersever ve Turgut Özal suikastlarını kimin yaptığını açıklayacağım!”
Bu sözleri sarfeden Durmuş Ali Özoğlu, gerçekten “bilgi” mi verecek, yoksa “işi sulandırma” amacına hizmet mi edecek?..
Elbette bugünü beklememiz gerekiyor.
DURMUŞ ALİ ÖZOĞLU KİMDİR?
Yalnız, “Durmuş Ali Özoğlu’nun kimliği” üzerinde de durmamız gerekiyor!..
31 Ekim 2008 tarihli Vakit’te, Durmuş Ali Özoğlu ile ilgili şu bilgileri vermişiz:
“Durmuş Ali Özoğlu’nun hiçbir askeri kimliği yok... 1962 Adana doğumlu Özoğlu 1986’dan 1992’ye kadar çeşitli işyerlerinde sigortalı olarak çalışmış. 1998’de İstanbul Sultanahmet’te Elna isimli bir şirket kurmuş.
Özoğlu İTO kayıtlarına göre televizyon ve radyo yayıncılığı üzerine faaliyet gösteren şirkette kitap yayıncılığı yapmış. Toplumsal Dönüşüm Yayınevi ve Kardak Yayınları’nın sahibi Durmuş Ali Özoğlu’nun yayınevinin ve aynı ismi taşıyan dergisinin Genelkurmay nezdinde itibarı olduğu bizzat avukatı Yusuf Erikel tarafından dile getirilmişti.
Kitap tanıtım sitelerinde 132 adet yayın kaydı bulunan yayınevinde anlaşmalı çok sayıda emekli subay yazar bulunuyor.
Kuvay-ı Milliye Derneği Başkan Yardımcılığı da yapan Özoğlu’nun, derneğin bünyesinde kurduğu istihbarat grubunun başında olduğu biliniyor.”
Ama, tüm bunlardan da önemli olanı; 17 Mayıs 2008’de, Tuğgeneral Ferhat Özgen’in, “Durmuş Ali Özoğlu karşısında esas duruşa geçmiş” haldeki fotoğrafı!..
İşte bu “Ergenekon sanığı”nın, ne derece “olayların içinde” olduğunu, ne derece “sulandırma/bulandırma” yapacağını bugün göreceğiz!..
Bakalım, vereceği “bilgi”ler, “gerçek”lerle örtüşecek ve olayı aydınlatacak mı?..
GENELKURMAY “BUZLANMA” DEMİŞTİ
Çünkü, “Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesi” ile ilgili, elimizde şu bilgiler var:
Tarih; 17 Şubat 1993... Sabahın erken saatleri... Saat 12.20... Org. Eşref Bitlis Paşa’yı Ankara’dan Diyarbakır’a götürecek Beechraft Süper King B-200 tipi uçak, kalkışından kısa bir süre sonra Ankara/Yenimahalle’de Posta İşleme Merkezi’nin yanına düşüyor.
Uçakta; Bitlis Paşa’nın yanı sıra, yanarak ölen 4 kişi daha var... Bunlardan biri de Pilot Yüzbaşı Tuğrul Sezginler.
Genelkurmay’ın “olay”la ilgili ilk açıklaması şu:
“Uçak kazasının sebebi, motordaki buzlanma!”
Oysa;
Genelkurmay’ın bu açıklamayı yaptığı saatlerde; uçağın enkazı henüz yerde... Yani, parçalar bile toplanmamış...
Elbette, bir inceleme de yok!.. Buna rağmen, “motordaki buzlanma” deniliyor!..
Aradan yıllar geçmesine ve ortaya birçok iddialar atılmasına, dosyalara yüzlerce belge girmesine rağmen, “ilk açıklama” hâlâ kırılabilmiş değil.
Yani;
“Motordaki buzlanma” bir türlü eritilemedi!
Askerî Savcılık; uçak kalkmazdan 3 saat önceki, yani saat 09.00’daki “hava raporu”nu esas alıyor ve kararını buna göre açıklıyor:
“Buzlanma!”
Oysa, Bitlis Paşa’nın uçağı 12.20’de kalkıyor!.. Ama; o anda Ankara’da kar yağıyor!
Bir ilginç nokta daha:
18.2.1993 tarihli Askerî Savcılık soruşturma dosyasında yer alan bir askerin ifadesi üzerinde pek durulmuyor!.. 16 Şubat günü saat 19.30’da dahili kışlık kıyafetli, pilot bereli ve “astsubay” olduğu tahmin edilen kişi, Havacılık Okulu’na doğru niçin “yaya” olarak gidiyordu?
.........
Soruları daha da uzatmak mümkün... Ancak; yine o günlerde gündeme gelen bir “iddia”yı yeniden hatırlamakta fayda var:
Deniliyordu ki:
“Eşref Paşa; Amerika’nın, PKK’ya direkt yardımını keşfetmişti... Bunu kanıtladı ve kaza süsü verilmiş bir sabotaj sonucu öldürüldü!”
İşte; bu “kanıt”ların Bitlis Paşa’nın “çanta”sında olduğu ve o “çanta”daki “belge”leri Diyarbakır’da açıklayacağı, o günlerde şöyle bir gündeme gelmiş, ancak iddiaların üzerine gidilmemişti!
Bitlis Paşa’nın ölümü gibi; yanındaki “çanta” da tam bir “sır” olmuştu.
O gün-bu gündür, o “çanta”daki “belge”yi veya belgeleri hiç araştıran olmadı!..
O ÇANTADA NELER VARDI?
Umarım, Ankara ve İstanbul’da yürütülen “soruşturma”larda, “akıbeti meçhul çanta” olayı da açıklığa kavuşturulur... O çantada, acaba “hangi belgeler” vardı?..
“ABD’nin PKK’ya yardım ettiğinin belgeleri” mi, yoksa “PKK’yı dış güçlerin kullandığının belgeleri” mi?..
Kulaklarımız Arif Doğan’ın yapacağı açıklamalarda!.. Gözlerimiz ise Silivri’de... Bakalım, “Paşaların karşısında esas duruşa geçtiği” Durmuş Ali Özoğlu neler söyleyecek?..
İnşallah, “buzlanma”(!)dan sonra,
Şimdi de “sulandırma” yapmazlar!..
Ama, ne yaparlarsa yapsınlar;
“Hiçbir cinayet mükemmel değildir!”
“Katil”ler, mutlaka yakayı eleverirler!..
=============
CHP, ne kadar Atatürkçü?
“Kökümüzde Atatürk var” deseler de, CHP’nin “Atatürkçü” bir parti olduğuna hiç inanmadım... Öyle ya; “Atatürkçü” bir parti, “Atatürk’ün resmi”ni, hiç “para”lardan, “pul”lardan, “altın”lardan kaldırır, “duvar”lardan indirir miydi?..
Buna rağmen, hâlâ “Atatürkçü” olduklarını iddia ediyorlar, hemen her plâtformda Atatürk’ün çıkardığı “Devrim Yasaları”ndan dem vuruyorlar!..
Meselâ; “Türban meselesini ulemaya soralım” mı dediniz; oturma organlarına raptiye batmış gibi havalara zıplayıp, “olmaz” diye bağırıyorlar; “Olmaz!.. Devrim yasalarına aykırı!”
Devlet Bakanı Faruk Çelik, dün bizim Serdar Arseven’e, o “devrim yasaları”ndan birinin bir maddesini hatırlatmış... “Atatürk’ün çıkarttığı 3 Mart 1924 tarihli, 429 Sayılı Kanun”da deniliyormuş ki; “Türkiye Cumhuriyeti’nde muamelâtı nasa dair olan ahkâmın teşri ve infazı Türkiye Büyük Millet Meclisi’yle onun teşkil ettiği hükümete ait olup din-i mübin-i İslâm’ın bundan maada itikadat ve ibadata dair bütün ahkâm (hükümler) ve mesalihinin (maslahatının) tedviri ve müessesatı diniyenin idaresi için Cumhuriyetin makarrında bir Diyanet İşleri Reisliği makamı tesis edilmiştir.”
Al sana Atatürk!.. Al sana devrim yasası!..
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “AİHM’e değil, Diyanet’e soralım” teklifine karşı çıkan Bay Kemal Kılıçdaroğlu, bu sözü söylemekle “Atatürk’e de karşı çıktığının” farkında mıdır acaba?..
Ama, normaldir... Çünkü CHP, “Atatürkçü” filan değildir... “Atatürkçü geçinmekte”dir!.. Ve hatta, “Atatürk’ten geçinmekte”dir!..
İşlerine gelmedi mi, Atatürk’ü de siler, atarlar!..