Fitne ve Fesat Boyumuzu Aştı
DİKKAT ediyor musunuz, fitne ve fesat hiç bitmiyor, aksine çoğalıyor, azgınlaşıyor.
Pembe ufuklar, mutlu ve huzurlu yarınlar hikayelerine inanmıyorum.
Fitne ve fesat, nifak ve şikak, küfür ve tuğyan böyle arta arta insanlık günün birinde üçüncü dünya savaşı ateşleri içinde yanacaktır.
Şu bazı Müslüman ülkelere bakınız. ABD'den yekunu 100 milyar doları geçen silah, uçak, tank alıyorlar. Ufukta bir İran-Arap-İsrail savaşının kızıllıkları görünüyor.
ABD'nin ve İsrail'in Irak'taki BOP planları yüzde doksan başarıya ulaştı. Ülke üçe bölündü. Şiîler Sünnîler, Araplar, Kürtler birbirine düştü. Bir milyondan fazla ölü, yüzbinlerce sakat, milyonlarca sürgün, müzeleri bile yağmalanmış harap, çökmüş bir ülke. Amerikalılar zalim Saddam Hüseyin'e rahmet okuttular.
Afganistan battı, yıkıldı, yakıldı, orada da milyonlarca ölü, yaralı, sakat, dul, yetim, perişan Müslüman var.
İsrail ile Filistinliler barış görüşmeleri yapıyormuş. Siz bu yalanlara ve balonlara inanıyor musunuz?
Nice Arap ve İslam ülkesi ABD'nin mandası altında sanki.
Türkiye'de fitne ve fesat her geçen gün hızla artıyor.
Medya artık bölünme konusunu serbestçe ele alıyor.
Sumela manastırında, Aktamar adasında çanlar çalıyor, âyinler yapılıyor.
Büyük felaket gününden önceki Pompei ve Herculanum gibiyiz. Birtakım beyinsizler hâlâ dine saldırıyor, alkışlanıyor.
Ahlaksızlık diz boyu mu? Hayır... Gırtlağa kadar mı? Hayır... Ahlaksızlık boyumuzu aştı, pislik bataklıklarına gark olduk.
Altın buzağı dini yayılıyor.
Alkollü içki üretim ve tüketimi çok yaygınlaştı. Yolcu sarhoş, hancı sarhoş.
Vezüv patlayınca, ateş selleri kusunca çılgın heriflerin ve karıların hepsi yanacak, paraları yanacak, evleri, malları mülkleri, her şeyleri yanacak ama onlar hâlâ talan ve soygun peşinde.
Beyinsiz zenginler deli gibi tıkınıyor, muhtaçlar aç... Kimisi bir yemeğe yüzlerce lira veriyor, kimisi beş lira bulup en ucuzundan yemek yiyemiyor.
Kış geliyor kış geliyor... Tuzu kuru olanlar dağlara ski yapmaya gidecek, tuzu yaş olanlar acaba büyük soğuklarda nasıl ısınacak?
İstanbul'un Kadırga semtinde (Sokağını da söyleyeyim: Özbekler sokağı) sekiz nüfuslu fakir bir aile 100 lira aylık kirayla harap bir odada oturuyor. Hela dışarıda... Baba su satarak geçiniyor, belediyeciler rahat vermiyor. Ayda birkaç yüz lira zekat alabilseler bellerini doğrultacaklar ama zekatları cemaatler topluyor, onlara zırnık koklatmıyorlar.
Türkiye çok yüksek zirveler ve çok alçak uçurumlar ülkesi. Madalyonun bir tarafında korkunç, çılgın, kuduz bir israf, lüks ve sefahat... Öbür yüzünde yoksulluk, ihtiyaç, fakirlik, sefalet...
Türkiye Müslümanları cahilliğe o kadar alışmışlar ki, bin yıllık yazılarıyla okuma ve yazma öğrenme seferberliği bile başlatamıyorlar.
Toplumun temelini oluşturan aile kurumu dinamitleniyor, aldıran yok.
Yurt dışından Ortodokslar geliyor Ayasofya'da âyin yapmak için; biz Ayasofya'da namaz kılmak için kılımızı kıpırdatmıyoruz.
Cemaatçilik almış yürümüş. Benim şeyhim senin şeyhini döver...
Namaz kılmak konusunda pek başarılı değiliz ama bazılarımız Kur'ana ve Sünnete aykırı zekat toplamada ve sarf etmekte pek hünerli.
Bütün bu hengâme içinde üçüncü dünya savaşının ayak seslerini duyamıyoruz.
Yaklaşan İstanbul depremi için tedbir alamıyoruz.
Kahvaltı ve yemek sarhoşu olmuş bazılarımız. Beş yıldızlı mükellef sultanî bir kahvaltı... Beş yıldızlı öğle yemeği, beş yıldızlı akşam yemeği... Bu kadar yenirse kan mide etrafında toplanır, beyin kansız kalır, çalışmaz olur.
Lüks, konfor, gösteriş, tüketim, gurur, kibir, şatafat kanımıza iliğimize işlemiş.
Kur'an israf etmeyin diye emr ediyor, biz inadına lükse kapılıyoruz.
Toplumun önemli bir kısmı şehvetlerine esir olmuş.Para şehveti, kazanç şehveti, zenginlik şehveti, nefs-i emmaresini beğenme şehveti, başkanlık şehveti...
Bu şehvetler gözlerimizi karartmış. Ülke bölünme, parçalanma uçurumunun kenarında, biz hâlâ bu akşam nerede lüks ve israflı bir şekilde tıkınalım derdindeyiz.
Üçüncü dünya savaşı çıkarsa, yangın Türkiye'ye de sıçrarsa çok sıkıntılar çekilecek, çok kayıplar verilecektir.
Bugünkü çılgınlığın, azgınlığın, kuduzluğun, lüksün, israfın, beyinsizliğin, fitne ve fesadın, nifak ve şikakın, isyan ve tuğyanın, çekişme ve tepişmenin, şirk ve küfrün sonu iyi olmaz, çok kötü olur.
Türkiye Müslümanlarının büyük bir kısmı, din kardeşleri aç yatarken tok sabahlıyor, Dinimiz böyle bir şeyi kabul ediyor mu?
Uyuşturucu ticareti, trafiği, kaçakçılığı, mafyacılığı almış başını gidiyor.
Karı kız, fuhuş zina tam gaz. Üzerlerinde TCanteti bulunan resmi orospuluk vesikalarıyla serbestçe fuhuş yapılıyor, bundan KDV ve gelir vergisi alınıyor, bütçeye konuluyor.
Bir bina ve zina toplumu olduk.
Milyonlarca Müslüman küfre alışmış ve kanıksamış vaziyette.
Vezüv... Pompei...
* (İkinci yazı)
Müstehcen Bir Genel Yönetmene
Sayın genel yönetmen.
Gazetenizi internetten takip ediyorum ve her geçen gün müstehcenleştiğinizi görüyorum. Gazete değil sanki seks bülteni.
Sekse, şehvete dayalı magazinciliğiniz haber ve yorumculuğumuzu çok aşmış durumda.
Her gün çok sayıda çıplak, yarı çıplak genç kadın resimleri yayınlıyorsunuz.
Müstehcen yayın yapmak kadın haklarını ve haysiyetlerini ihlal değil midir?
Kadınları ve kızları, dolaylı şekilde de olsa seks aleti ve kölesi durumuna düşürüyorsunuz.
Müstehcen yayın yaparak, halkın ve bilhassa gençliğin şehevî meraklarını ve duygularını kışkırtarak tiraj arttırmak, çok gazete satmak sizce haysiyetli bir iş midir?
Sizden beklenen doğru haber ve doğru yorum değil midir? Haberleriniz ve yorumlarınız da objektif değil.
Gazeteciliğimizin pîri, halkımıza okuma zevkini aşılamış merhum Ahmed Midhat Efendi sizin seks ve şehvet bültenlerinizi görse ne kadar üzülür, teessüf ederdi.
İzin verirseniz bir hatıramı anlatmak istiyorum:
Sanırım 1965 yılıydı. Merhum üstad Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu'nun Sultan Abdülhamid ve Komitacılar kitabının yayın hazırlıkları içindeydim. ÜstadCağaloğlu Şerefendi sokağındaki yazıhanemi teşrif etmişti. Masamın üzerinde çok laik, çok Kemalist, çok ilerici, çok dinsiz büyük bir gazetenin o günkü nüshası duruyordu. Gazeteyi eline aldı, birinci sayfasındaki şehvet dolu karı resimlerini görünce şöyle dedi:
-Benim gençliğimde Beyoğlu'nda Ağa Camii sokağında Madam Atina'nın günah evi vardı. Madam, oradaki sermaye kızlardan birinin elinde böyle rezil bir gazete görmüş olsaydı, onu "Benim evimde böyle ahlaksız bir orospu istemem" diyerek kovardı...