Dost tat! Tılsımlı halka!
Durup dururken insanın canı "Trakya Kıvırcığı'ndan fıstıklı ve erik soslu fileto" çeker mi?
Yerken belki damağınız şenlenir ama hayalini kuracak haliniz yok, değil mi?
Ya da gurmelerin şahı olsanız "ah şöyle bir enginarlı kuşkonmaz çorbası olsa da, içsek" dediğiniz olur mu hiç? Olmaz!
Atmayın! Farklı tatlar için binlerce kilometre tepen insanlar tanıdım, hiç böyle özlemler ve iştahlar içine düşenine rastlamadım.
***
Galiba farklı tatlara düşkün olmak başka, bir tadı özlemek çok başka şey!
Ben bazen şöyle koca bir tencere "Brüksel usulü midye"nin içine dalma hayali kurarım.
Sonra "neden bu gayet basit yemeği İstanbul'da yapan lokantaların kapısını çalmıyorum?" diye sorarım içimden.
O zaman gerçeği anlarım!
İstediğim aslında bir tencere midye değil, Brüksel'in o dar ve cıvıltılı sokaklarında, Rue de Bouchers taraflarında olmaktır.
***
Hepimiz biliriz...
Evinden uzaksan eşinin yemeklerini hiçbir tada değişmezsin. Sevgilinden ayrıysan birlikte mutfağa girip pişirdiğin yemekleri özlersin.
Hele annelerin, büyükannelerin yemekleri! Bazen nasıl burunda tüter yaprak sarmalar, çiğ börekler!
Ama kim ne derse desin...
Bana göre "özlemin efendisi" bu tatlardan çok ayrı bir yiyecektir.
Halk çocuğudur.
Yalındır, alçakgönüllüdür, dosttur.
Simittir o!
***
Simidi durup dururken çekmez mi canımız?
Bir düşünün...
Sabahları, öğleleri geçtim! Kim bilir kaç akşamüstü işi gücü bırakıp "şöyle simit, çay ve azıcık peynir olsa da, şu depresif ruh halim çekip gitse" diye aklımızdan geçirmişizdir.
Ya simit tezgâhlarının baştan çıkartıcılığı!
Ne kadar tok olursam olayım, ne kadar kafam dolu olursa olsun...
Bir simitçinin önünden gelip geçerken, hele tazeyse ve kokusu havaya dağılmışsa, ayaklarım ilerlemeye isyan eder.
***
Rastlantı mı, bir tür telepati mi, bilmem!
Geçen gün gazetedeki odamdan içeri girdiğim anda "şöyle azıcık kaşarlı bir simit atıştırsam, yanına da çay" diye hayal kuruyordum ki...
Masama bırakılmış kitaba ilişti gözüm. Artun Ünsal'ın yeni kitabı!
Kapağında üst üste dizilmiş simitler. Gözlerime inanamadım.
Adı da pek hoş kitabın...
"Susamlı Halkanın Tılsımı."
Topkapı Sarayı'ndan günümüzün "simit sarayları"na kadar uzanan heyecanlı serüveni öyle hoş anlatmış ki sevgili Ünsal, ellerine, zihnine, emeğine sağlık! (Meraklısı, mutlaka alıp okumalı! YKY Yayınları.)
***
Simidin yanında peynir dedik ya...
Artun Ünsal şimdilerde simit tezgâhlarında satılan eritme peynirlerini bütün pratikliği ve ucuzluğuna rağmen pek uygun bulmuyor. Aynı kanıdayım.
"Simitle eski kaşar arasındaki uyum bambaşkadır" diyor Ünsal ve ekliyor: "Sözgelimi, karpuzla birlikte harikalar yaratan beyazpeynir, simidin yanında kaşarpeynirine göre hafif kalır."
Bana gelince...
İzmir veya Ayvalık tulum peynirini tercih ederim, deyip yazımı noktalayayım.
Daha Bağdat Caddesi'ne gidilecek, açık bir tezgâh bulunup torbaya iki simit atılacak.
Yolum uzun!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.