“Başörtüsü”nü “türban”laştıran laikçilerdir!
Bilirsiniz, eskiler; “Bir adama kırk gün deli dersen, deli olur” demişler... Artık “deli” olur mu, olmaz mı, bilmiyorum... Ama, biliyorum ki, bu sözün devamı da vardır: “Siz, adamı deli diye diye delirtir, dama çıkartırsınız!.. Sonra da; damda deli var, diye başlarsınız aşağıdan taş yağdırmaya”... Bizlerin “başörtüsü” dediği, birilerinin ise ısrarla ve inatla “türban” dediği örtü olayı da böyle oldu... Annelerimizin ve ninelerimizin yüzyıllardır “yazma, yaşmak, bürüncek” veya “başörtüsü” dediği örtüye; birileri, 1980’li yıllarda “türban” dedi ve öylece yapıştı kaldı... Hadi, “türban” demekle kalsalar, yine dert değil... Ama, adamı “deli” diye diye delirtip, dama çıkartmaları, sonra da “damda deli var” diyerek, aşağıdan “taş yağmuru”na tutmaları gibi; “başörtüsü”ne “türban” diye diye onu “türbanlaştırdılar”, ardından da başladılar saldırmaya!..
“Hoop, n’aapıyorsunuz?” diye sorulduğunda da, şöyle karşılık verdiler: “Biz başörtüsüne karşı değiliz!.. Biz, türbana karşıyız!.. Türban, siyasî bir simgedir!”
Ulan, siz ne biçim mahlûklarsınız;
“Başörtüsü”ne “türban” diyen siz!..
Türbanı “öne çıkaran” siz!..
Var gücünüzle saldıran, yine siz!..
YEKTA BEY “TÜRBAN” DİYORSA!
İlk önceleri şöyle düşünüyordum:
Ha “başörtüsü” demişler, ha “türban”, ne fark eder ki?.. Demek ki, öyle demeyi tercih ediyorlar!..
Sonra anladım ki;
Bu söylemde, bir “kasıt” vardır!..
“Laikçi” kesim, özellikle “başörtüsü” demiyor, özellikle “türban” ifadesini kullanıyor ki, halk, “hinliği” fark etmesin!..
Öyle ya;
Türban, zaten “gâvurca” bir kelime... Millet, zanneder ki; “türbanla mücadele” edenler, “gâvurca bir şeyle” mücadele ediyor!.. Ama, “başörtüsü ile mücadele” derlerse; milletin ayıkması ve ayaklanması işten değildir!..
Ne yalan söyleyeyim;
Beni uyandıran, biraz da Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden oldu...
Yekta Bey’in “Atatürkçü”lüğünden şüphe etmem...
Onun “çok iyi bir Türkçe taraftarı” olduğunu da 40 yıldır bilirim... O kadar “Türkçeci”dir ki; İstiklâl Marşı’ndaki “millet” ifadelerini “ulus” yapar, “hürriyet” kelimelerini de “özgürlük” olarak değiştirir!..
Yekta Bey; meselâ “Hükümet” falan da demez!.. Bunun yerine “erk” der!..
“İmkân” demez, “olanak” der!..
“İhtimal” demez, “olasılık” der!..
Anlayacağınız, bu kadar “Türkçe yanlısı”dır!..
Ama, işte bu Yekta Bey;
Sıra “başörtüsü”ne geldi mi, “özbeöz Türkçe” olmasına rağmen, asla “başörtüsü” demez, inat ve ısrarla “türban” der!..
Oysa, türban, “gâvurca” bir kelimedir!..
Buna rağmen, “gâvurca”yı tercih eder!..
İşte o zaman uyandım ki;
“Atatürkçü” ve “laikçi” olduklarını söyleyenler için “türban” kelimesi, “resmî bir söylem”dir!..
Öyle ya;
“Damdaki deli”yi taş yağmuruna tuttuğunda nasıl hiç kimse gıkını çıkarmazsa; başörtüsü “türban”laştırıldığında da, istediğin kadar saldır, hiç kimse sesini çıkarmaz!..
“BAŞÖRTÜSÜ”NÜ KALDIR, “TÜRBAN” YAZ!
“Türban” kelimesinin, “lâikçilerin resmî söylemi” olduğunun bir örneğini de, İzmitli eski dostlarımdan Aydın Aydın kardeşim anlattı geçenlerde...
“Başörtüsüne özgürlük” eylemlerinin ilk başladığı ve “dünyanın en uzun soluklu eylemi” olarak devam ettiği İzmit var ya, orada her hafta Cumartesi günleri “Başörtüsüne özgürlük” eylemi yapılıyor ya, meğer, her hafta polis, “tutanak” tutuyormuş;
“Eylem şu saatte başladı... Şu kadar kadın, şu kadar erkek katıldı... Şöyle bir konuşma yapıldı, şu pankartlar açıldı!”
Bundan birkaç yıl önce; yine bir eylem sonrasında, polis yine “zabıt” tutmuş, vermiş “Emniyet Amiri”ne!..
Tabiî, zaptı tutarken, gayet doğal biçimde, “başörtüsü eylemi” diye yazmış!..
Sen misin “başörtüsü” yazan?!?
Emniyet Amiri, zaptı okuyup, fırlatmış polisin önüne!.. Demiş ki;
“Zabıttaki BAŞÖRTÜSÜ kelimelerini kaldır, yerine TÜRBAN yaz, tekrar getir!!!”
Dedim ya; bu örnekler çoğalınca anladım ki, “durum ciddi”dir!.. “Bilinçli”dir!.. Laikçi kesim, “başörtüsüne saldırabilmek” için özellikle “türban” demektedir!..
Ki, “başörtüsüyle savaştıkları” anlaşılmasın!..
Malûm, Kılıçdaroğlu da hep “türban” der!..
GÜNERİ CİVAOĞLU YANLIŞ HATIRLIYOR!
İyi, hoş da; bu “türban” işini icat eden biz değiliz ki!.. Bize kalsa; “başörtüsü” bile demez, “tesettür” deriz!..
Ama biz, “Türkçe” olduğu için “başörtüsü” derken, laikçiler niye ısrarla “türban” diyor ve bunun kaynağı ne?..
Milliyet’ten Güneri Civaoğlu, 6 Ekim 2010 tarihli yazısında; sanıyorum “yaşlanmak”tan kaynaklanan bir “unutkanlık”tan olsa gerek, “türbanın kullanılış tarihî” hakkında şunları yazıyordu:
“Türkiye’de, Pakistan ve İran kadınlarından da katı örtünme modeli olan ve Frenkçe ‘türban’ sözcüğüyle tanımlanan model -yanılmıyorsam- bir dönemin kadın köşe yazarı Şule Yüksel’in tasarımıdır.
Hem saçların tamamını, hem boynu örten ama daha ‘şık’ görünen başörtüsü onun buluşudur.
Saçın üzerine tüm tellerini de içine alan bir bant.
Baş arkasında topuz izlenimi veren bir simit ve hepsini kapatan başörtüsü...
Daha modern ve özellikle genç kızların benimseyeceği bir model.
Şule Yüksel’in bu tasarımı tutmuştu.
Hâlâ da özellikle kentlerde muhafazakâr kesimin içselleştirdiği ve genelde ‘türban’ diye adlandırılan modelin doğumu böyledir.”
Güneri Civaoğlu’nun yaşına hürmetim var ama yazdıkları doğru değil... Şule Yüksel Şenler Hanımefendi; evet “1970’li yıllar”da bir “örtü tasarımı” yapmıştır ama onun adı “türban” değildi!..
Tam aksine, buna “sıkmabaş” diye saldıran, yine “laikçi kesim”di!..
TÜRBAN’IN İSİM BABASI EVREN’DİR!
Açık ve net söyleyelim;
“Türbanın doğumu” o dönemin YÖK Başkanı İhsan Doğramacı ile başlamıştır!..
“İsim Babası” da, Kenan Evren’dir!..
Son yıllarda olduğu gibi; o yıllarda da “başörtülü öğrencilerin rahatsızlıkları” zirveye çıkmış, rahmetli Turgut Özal, bir “çözüm” bulmak için yoğun çaba sarf ediyordu...
İhsan Doğramacı, yıllar sonra, bu olayın nasıl cereyan ettiğini şöyle açıklamıştır:
“Evren bana bir gün, ‘Kabine üyelerinin birisinin hanımı (Mehmet Keçeciler’in eşi) ne güzel, gayet çağdaş şapka gibi bir şey giyiyor, ne kadar medenice, bari başını örtmek isteyen, başını bu şekilde örtse ne iyi olur’ dedi.
Lügat kitaplarına baktık, Fransa’da ‘türban’ diyorlar!.. Bone gibi bir şey... Başını kapatmak isteyenler için bu önerildi. Şu an başörtüsü unutuldu, türban gündeme geldi.
Birisi saçının görünmemesini istiyorsa ve bunu medeni olarak yapıyorsa bence ona yasak yok.”
Evet, Doğramacı’nın da dediği gibi;
“Başörtüsü unutuldu!”
Daha doğrusu;
“Özellikle unutturuldu!”
Öyle ya; “türban”ın tutması için, “başörtüsünün unutturulması” gerekiyordu!..
Öyle de, yaptılar!..
“Başta türban var!”
O halde; saldır, saldırabildiğin kadar!..
ÖRTÜYE AVRUPAÎ ÇÖZÜM: TÜRBAN!
Bakın, önümde Hürriyet gazetesinin 7 Ocak 1987 tarihli haberi var... “Sürmanşet”ten verilen haberin başlığı ve ayrıntıları şöyle:
“Örnek, Bayan Karaevli... Saçını göstermek istemeyen öğrenci, başını üstten saracak.
Formül bulundu.
Haber, şöyle devam ediyor:
¥ Günlerdir tartışılan “Türban” sorununa bir çözüm bulunduğu ve “formül”ün bugün yapılacak Rektörler Toplantısı’nda onaylanacağı bildiriliyor.
¥ Bu formüle göre, üniversiteli kızlarımızdan, dileyenler Devlet Bakanı Ahmet Karaevli’nin eşi Nahide Karaevli’nin kullandığı tipte türban sarabilecekler.
¥ Formül şöyle: Saçlarının görülmesini istemeyenler başlarını üstten saracak. Başlarını örtmek isteyenler, başörtüsünü çene altından bağlamayacak. Giyilecek mantonun etekleri topuğa kadar inmeyecek.
Şimdi de, Milliyet gazetesinin 8 Ocak 1987 tarihli haberine bir bakalım... O yıllarda Yener Süsoy’un sorularına cevap veren İhsan Doğramacı, “çağdaş kıyafet” ve “Avrupaî giyim” olarak “türban” formülünü açıklıyor ve diyor ki;
“Türban konusunda herhangi bir formül yok... Şuradan veya buradan bağlansın diye bir kaide yok! Mühim olan, çağdaş olması!”
ASLINDA BAŞÖRTÜSÜ İLE SAVAŞIYORLAR!
Bunları aktardım ki;
Şunu rahatlıkla söyleyeyim;
Dönemin YÖK Başkanı İhsan Doğramacı, “Evren’den aldığı işaret” üzerine “türban” formülünü bulmuş, bunun “Avrupaî ve Çağdaş” olduğunu düşünmüş ve uygulamaya koymuştur!..
Tekrar ediyorum;
“Başörtüsü”nün adına “türban” diyen, kesinlikle “tesettürlü öğrenciler” ve “mütedeyyin” insanlar değildir!.. Başörtüsü’ne, “1987 yılından bu yana” türban diyenler “laikçi kesim”dir!..
O günlerde, baş örtme biçimini “Avrupaî” ve “çağdaş” bulanlar, şimdi “kendi icatları” olan “türbana savaş” açmışlardır!..
Tıpkı, Şule Yüksel Şenler Hanımefendi’nin baş örtme modelini önce benimseyip, sonradan “sıkmabaş” diyerek savaş açtıkları gibi!..
“Laikçi”ler, artık itiraf etmeli ve “beyinlerinin içindekini kusmalı”dır;
“Biz, aslında başörtüsü ile savaşıyoruz!”
Bunu itiraf etmedikleri sürece;
“Türban” ile savaşları, “yeldeğirmenleri” ile savaştan öteye geçemeyecektir!..
Bunu da, böylece bilsinler!..
==================
Yenimahalle’de neler oluyor?
Önce, geçtiğimiz Perşembe günü meydana gelen ve televizyonlar ile gazetelere yansıyan olayı aktarayım:
“CHP’li Yenimahalle Belediyesi’nin Ankara Yenimahalle’de gerçekleştirmek istediği kentsel dönüşüm projesine karşı Mehmet Akif Ersoy Mahallesi halkı direnmeye devam ediyor. Sabah saatlerinde yüzlerce zabıta görevlisiyle gelen Yenimahalle Belediyesi yıkım ekipleri, daha önceden yıkılmış olan evlerin enkazını almaya geldiklerini söyledi.
Ancak mahalle halkı bu kadar zabıtaya anlam veremediklerini belirterek yıkım araçlarının geçebileceği yolu arabalarla kapattı. Mahalle girişinde bulunan enkazı alan yıkım ekipleri mahallenin içinde bulunan enkazları da almak istediklerini ancak boş evleri de yıkacaklarını da belirtince mahalleli buna izin vermedi. Mahalleliyi geçemeyen zabıtalar geri dönmek zorunda kaldı.”
Peki, mahalle halkı, bu “kentsel dönüşüm” projesine niye direniyor?.. Çünkü efendim, mahalle halkı; bu işin “kentsel dönüşüm” değil, “rantsal dönüşüm” amaçlı olduğuna inanıyor.
Halk, o kadar “mazlum ve mağdur” ki; “CHP’li Belediye”nin yaptığını, “Netanyahu’nun, Filistin halkına yaptığına” benzetiyor!..
Buna delil olarak da; “Çayyolu’na 500 ağaç diken” CHP’li Belediye’nin, “30 bin ağacın bulunduğu” mahalledeki ağaçları, “dozerlerle kökünden sökmesini” gösteriyorlar!..
CHP’li Belediye’nin derdi “kent” mi, yoksa “rant” mı?..