Cüneyt ile Özdemir
Birincisini, rahmetli Yavuz Gökmen’in boşluğunu doldursun diye ikame etmişlerdi Hürriyet’e... Memlekette liberal sıkıntısı çekildiği için, kadrosuzluktan “öyleymiş gibi” görünen Cüneyt Ülsever’e başvurmuşlardı.
Eskiden liberal tanımına daha mı uygundu?
Bilmiyorum ama eskiden daha düzeyli, daha oturaklı, daha sözü dinlenir bir adamdı ve galiba daha saygındı.
Liberal midir?
Ondan de emin değilim.
Liberal diye alındı, başka bir şey çıktı.
Belki de “başka bir şey” olmaya teşneydi de, akacak mecra bulamıyordu. Hürriyet’te köşe bulunca, içindeki cevheri çıkardı...
Bu Hürriyet de tuhaf bir yer olmaya başladı zaten.
Liberal diye alıyorsun, eyyamcı çıkıyor.
İslamcı diye alıyorsun, solcu çıkıyor.
Solcu diye alıyorsun, statükocu çıkıyor.
Entelektüel diye alıyorsun, “mahalle kabadayısı” çıkıyor.
Dün, liberal kontenjanından amiral gemisine monte edilmiş Cüneyt Ülsever’i, bir televizyon kanalında, hukukçularla “HSYK’daki istifaları” tartışırken izledim.
Utandım...
Bir insan bu kadar çirkin, bu kadar kötücül olabilir mi?
Konuşurken el kol hareketleri yapıyor, sesini yükseltiyor, “sen” diye hitap ederek saygısızca muhatabının sözünü kesiyor, şımarıklıklar yapıyor, huysuz ihtiyarlar gibi sağa sola laf yetiştiriyor, yetiştiğine dalıyor, yetişemediğine pabucunu fırlatıyor, çapına ve müktesebatına bakmadan “hukuk uzmanlığına” soyunuyor...
Bir de saldırgan ve mütecaviz.
İzlerken utandım...
Eskiden ahbaplık yaptığım için utandım...
Mesleğim adına utandım.
Bir insan solcu olabilir, sağcı olabilir, İslamcı olabilir, liberallikten dönüşebilir, askercilik yapabilir, darbeleri savunabilir, statükonun çıkarlarını kendi çıkarları belleyebilir, her sabah patronuna selam çakabilir...
Fakat, her şeyden önce, terbiyeli olmalıdır... “Cüneyt” ve “terbiye” sözcükleri maalesef iyi bir ikili oluşturmuyor artık...
Cüneyt’in durumu böyle...
Bir de “Özdemir İnce vakası” var ki, ne diyeceğimi bilemiyorum.
Dün, “Türban fesadı” diye bir yazı yazmış...
Nedense her şeyi, her talep kalemini, farklı her düşünceyi “fesat” diye tanımlı
yor bu arkadaş: “Türban fesadı”, “Anadilde eğitim fesadı”, “demokrasi fesadı”, “düşünce özgürlüğü fesadı...”
Hangi ihtiyaca cevap verdiğini bilemediğimiz Özdemir İnce, önce örtünmenin o kadar da iyi bir şey olmadığını anlatıyor, sonra da türbanın Kur’an’ın emri olmadığını kanıtlamaya koyuluyor.
Söylediklerine cevap verecek değilim.
Her satırı yıvış yıvış cehalet kokan bu yazının neresine cevap vereceksin!
Kaldı ki, örtünmek “Kur’an’ın emri” olsa ne yazar, olmasa ne yazar.
İnsanlar başlarını örtmek istiyorlarsa bundan Özdemir’e ne, bize ne, kime ne...
Kimi Kur’an’ın emri olduğunu düşündüğü için örtünür, kimi yakıştığı için, kimi saçını göstermekten hoşlanmadığı, kimi ailesinden öyle gördüğü için...
Kime ne!
Fakat, “şair ve entelektüel yazar” Özdemir İnce, türban karşıtlığını, sadece “karşıtlık”ta bırakmıyor.
Hakaret ediyor...
Türban “kahverengi faşist gömleği gibi, gamalı haç gibi bir simge”ymiş.
Hadi türbana karşısın. Karşı olma hakkını sonuna kadar kullan... Kimsenin bir şey dediği yok...
Peki, neden hakaret ediyorsun?
Hürriyet’te yazmak ayrıcalığı, aynı zamanda “hakaret ayrıcalığı” mıdır?
Nedir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.