'Cemaat' neden gündemde tutuluyor?
Türkiye demokratikleştikçe, aslında çoğumuz daha makul insanlar olacağız. Gençlik yıllarımdan biliyorum. Kinlerin ve nefretlerin kol gezdiği o yıllarda, kavga ile çatışma ile fıtratı uyuşmayan arkadaşlar bile sopa, zincir ve muştalarla kavgalara katıldılar.
Yanlışlar anaforunda, kendi gibi davranan az oluyor. İnsanlar, iradelerinin hakkını veremiyor, tanınmaz hale geliyorlar. Paranoyalara, vehimlere tutsak olmuş kalabalıklara dönüşüyoruz. Mahalle baskılarından şikâyet ederken, baskının dik âlâsını yapmaya başlıyoruz.
Biz yıllardan beri yüksek tansiyon hastası bir toplumuz. Hemen her sahada, her an patlamaya hazır, maraza çıkarmaya meyyal bir ruh halimiz var. Üniversiteye 1968 yılında girdim. İlk gün Beyazıt Meydanı'ndaki İstanbul Üniversitesi merkez binasının içinde, sağ-sol nedir bilmeden, kavganın ortasında kaldım. O günden beri 42 yıldır hâlâ çatışmasız, gerilimsiz bir Türkiye özlemi çekiyorum.
Referandum sonrası esen hava bende yeni umutlar doğuruyor. Hayır diyen yüzde 42'lik büyük kitlenin kaygılarının, endişelerinin devam ettiğini biliyorum. Yine biliyorum, AK Parti'nin gücünü koruması ve yeniden tek başına bir iktidar alternatifi olması o ruh halinin yatışmasını önlüyor. Üstüne üstlük, bir de, demokratikleşme sağlam zeminlere oturmaya başladıkça, ortaya salınan bir "cemaat" heyulası var. Bir yanda AK Parti'nin gücünü koruması, bir yanda "her yanı sarmış, neredeyse Türkiye'yi avucunun içine almış bir cemaat" korkusu, o yüzde 42'lik kitlenin kimyasını bozmaya yönelik bir psikolojik harbin argümanları olarak kullanılıyor.
Kanaatimce, önyargıları ve korkuları terk etme, onun yerine konuşmayı, dinlemeyi ve uzlaşmayı deneme zamanı geldi artık. İnanınız, toplumun büyük çoğunluğu artık, televizyon tartışmalarında horoz dövüşü seyretmek istemiyor. Hançeresini yırtarcasına bağıranlardan, ideolojilerin amigosu haline gelmiş tiplerden, niyet okuyuculuğuna soyunmuş akademisyenlerden, daha önce mensup oldukları kurumu asla temsil kabiliyeti olmayan emekli generallerden bıktık artık.
Bize siyasette de, medyada da, sivil toplumda da; fikirlerini söyleyen, tekliflerini sıralayan, bilgilendiren, aydınlatan, öfkelerini, garazlarını yutan, karamsarlık yerine umut aşılayan insanlar lazım. Asla, eleştiri olmasın demiyorum. Eleştiri olsun, ama hakaret olmasın. Eleştiri olsun, ama ihanete kadar varan suçlamalar olmasın. Herkes üslubunu yeniden gözden geçirsin. Herkes, üslubunu yeniden akort etsin. Ben de dâhil, hiçbirimiz üsluplarımızın sertliğe kaymasına kayıtsız kalmayalım.
Bir önemli konu daha var. Ne yargısız infaz yapalım, ne de sanıkların asla suç işlemeyecek insanlar olduğunu iddia edelim. Herkes yargıya saygılı olmak zorunda. İçine düştüğümüz anafordan ancak meselenin çözümünü yargıya bırakarak çıkabiliriz. Vazifelerini yapan insanları ama emniyette, ama yargıda; falancalar, filancalar diye hedef gösterip, adaletin tecellisini önlemeye kalkanlar, asla iyi niyetli olamazlar. Artık çok açık ki, Ergenekon sürecini sulandırıp, bulandırıp unutturmaya çalışanlar, devlet kurumları içerisinde direnirken, bir yandan da demokratikleşmede kararlı duran herkesi "Fethullahçı" diye yaftalayıp saf dışı bırakmanın peşindeler. Bu hesaplı, planlı psikolojik bir saldırıdır. "Cemaat"i gündeme getirmek, hedef saptırmak içindir.
Herkesin hesap vermesini, şeffaflığı savunmalıyız. Vazifelerini yapan insanları iftiralarla, şantajlarla sindirmeye çalışanlar, "vesayet sistemi değişmesin" diyenlerdir. Demokratikleşmeye direnenlerin, hedef şaşırtmalarına, gerçeklerin üstünü örtmelerine fırsat veremeyiz.
Referandumdan çıkan "evet"i herkes doğru okumalıdır. Hâlâ, "evet diyenler, neye evet dediklerini bilmiyordu" iddiası, sadece bir karalama, halka hakaret değildir. Türkiye'yi ve çağımızı yanlış okumaya, sanal bir dünyada yaşama inadına da işarettir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.