‘Provokasyon’ ihtimali mi 28 Şubat vehmi mi?
“Daha demokratik bir Anayasa” hasretiyle referanduma gitmemizin üzerinden yıllar geçti sanki...
Yıllar içinde her şey unutuldu: Türkiye yine eski hoşgörüsüz, yasakçı haline döndü.
Referandumdan sonra daha demokratik, daha özgürlükçü, daha hoşgörülü bir Türkiye beklerken, daha kavgacı, daha katı, daha müsamahasız bir Türkiye’ye geldik?
¥ Başörtüsü kavgası yine hortladı...
¥ Bazı üniversiteli gençler, “Türbana hayır” gösterisi yaptı...
¥ Cübbeli Ahmed Hoca’nın konferansı valilik emriyle yasaklandı...
Hafakanlar basması için bu kadarı yeter de artar bile...
Düşünün: Üniversite kapısına gelmiş “eğitimli” gençler, bazı arkadaşlarının kılık kıyafetini yasaklatmak isteyebiliyorlar...
Böylece insanların yüreğine basa basa ideolojik hedeflerine ulaşabileceklerini sanıyorlar.
Mümkün mü? Bunu Sovyetler Birliği bile başaramadı; incinmiş yürekler tarafından alaşağı edildi!
Doğrusunu isterseniz, “provokasyon” dedikoduları yüzünden, tanınmış bir “hoca”nın kendini ifade etme özgürlüğünün elinden alınmasını aklıma sığdıramıyorum.
“Daha demokratik bir Türkiye” beklentisi içinde sandığa git, Anayasa değişiklik paketine “evet” oyu kullan, ama birkaç hafta sonra daha müsamahasız, daha kavgacı, daha yasakçı bir Türkiye çıksın karşına... Hayâl kırıklığı başka nasıl olur?
Sözde herkes “demokrasi” istiyor. Şu var ki; herkes demokrasiyi kendine, kendi cemaatine, kendi tarikatına, kendi siyasetine, kendi düşünce tarzına istiyor.
Dindarların bu tuzağa düştüğünü görmek istemezdim. Çünkü dindarlar “maskesiz” olmak zorundadır...
“Kendiniz için istediğinizi başkaları için de istemedikçe, iman etmiş sayılmazsınız” buyuran Peygamber Efendimiz’e bağlılığın gereği, kendin için istediğin güzelliği, iyiliği herkes için istemektir.
Tamam, yürekler yorgun, bezgin, üstelik tedirgin! Hatta demokratik hakların kullanılması konusunda, bazı grupların sicili bozuk da olabilir! Üstelik 28 Şubat sürecinde yapılan provokasyonlar hafızalardaki tazeliğini koruyor. Fadime, Kalkancı, Müslim görüntüleri hâlâ gözler önünde. Bu yüzden “yoğurdu üfleyerek yemek” anlamına gelen aşırı bir “tayakkuz” durumu çıkıyor.
Tamam da, demokratik hakların başka gruplar tarafından kullanılmasına bu gözle bakmak demek, demokrasiyi bazı gruplara ve insanlara münhasır bir “ayrıcalık” haline getirir. Oysa ancak herkese demokrasi, herkese insan hakları, herkese hoşgörü perspektifinden bakabilirsek, demokrasi yerleşip kökleşir.
Cübbeli Ahmed Efendi’nin, ya da bir başka kişinin, bir başka grubun duruşuna, kıyafetine, kendilerini ifade biçimine katılmayabilirsiniz. Kızabilirsiniz. Bu sizin en demokratik hakkınızdır. Ama eğer onların kendilerini ifade etme haklarını bir “vehim”, yahut “ihtimal” yüzünden engellerseniz, asla “demokrat” olamazsınız!
Ya da kendinize demokrat olursunuz.
Henüz ortada “suç” filan yokken (suç oluştuğunda devletin kolluk kuvvetleri gerekeni yapar ve kimsenin bir diyeceği kalmaz), bir toplantının “provokasyon hazırlığı” olarak algılanması, niyet okumaya girer. Valilik tarafından yasaklanması ise eski alışkanlıkların sürdüğünü gösterir. Türkiye’yi, kurtulmaya çalıştığı yarı totaliter bir görüntüye büründürür. Başka da bir işe yaramaz.
Nitekim işe yaramadı. Toplantı biraz dar çerçeveli de olsa yine yapıldı. Kıyamet de kopmadı. Bu toplantıdan gazetecilerin çıkarabildiği tek haber ise, Fazıl Bey’in (nam-ı diğer Jet Fazıl), cübbe giyip sarık sararak toplantıya iştirak etmesinden ibaret kaldı.
Ben düşüncelerine katılmadığım insanların yahut grupların demokratik haklarını savunmazsam, demokratlığım görüntüden, demokratik hak ve özgürlükleri savunmam da gösterişten ibaret kalır. Bunların ikisi de Müslüman’a yakışmaz.
Ne var ki, kabahat hepimizde...
Neden derseniz, yarını bekleyeceksiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.