Neler gitti, neler geldi?
Sözü hiç dolaştırmadan “son sözü”, “önsöz” olarak kaydedeyim ki, biz demokrasi ve hoşgörü kültürünü nesillerin yüreğine nakşedemedik! Farklı inananlara, farklı düşünenlere, farklı giyinenlere “kardeş” gözüyle bakamadık…
Bunun bir sonucu olarak da, insanın “Ahsen-i takvim” sırrında yaratılmış “Eşref-i mahlûkat” olduğu gerçeğini kavrayamayan, bunu kavrayamadığı için de “Yaradandan ötürü yaradılanı hoş görme” basiretini gösteremeyen ve bu yüzden, kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi giyinmeyen, kendisi gibi yaşamayan herkesi hor gören nesiller yetiştirdik…
Başörtüsü (ya da türban) yüzünden yıllar boyu bunun için kavga ediyoruz.
Eskiden “hor” görmez, “hoş görü”rdük!
Eskiden “anlayışlı” ve “barışçı” idik…
Şimdiki zamanda “anlayış”ın yerini “şiddet” aldı, “barış”ın yerini “kavga”…
“Sevgi”nin tahtına “kin” oturdu…
“Müsamaha”nın yerine “öfke” geldi…
“Helâlinden kazanma” düşüncesi, “Ne pahasına olursa olsun kazanma” hırsına dönüştü.
Tabiatıyla, devletlere de, insanlara da şiddet hâkim oldu. Artık güçlü devletler daha güçsüz devletlere saldırıyor (maddeci insan ihtirasına iki Dünya Savaşı yetmemiş olmalı ki, yeni savaşlarda kendini tüketiyor)…
Olumsuz tabloyu normal yollardan değiştirme umudunu yitiren gruplar ve grupçuklar, terörden medet umuyor…
Ne bir “haksızlık yapma” endişesi, ne bir “kul hakkı” korkusu, ne “sevap”, “günah” endişesi…
Vicdanımıza çoktandır öfkelerimiz hükmediyor!
Bu tablo dünyaya Batı’nın armağanıdır!
Yoksa Devr-i Saadet’i en iyi şekilde kendi çağına yansıtan Selçuklu-Osmanlı terkibi içinde şiddete yer yok…
Hoşgörüsüzlüğe yer yok… Anlayışsızlığa yer yok… Zorlamaya, horlamaya yer yok…
Çünkü bu terkipte insan “kutsal varlık”tır ve “Her şey insan için”dir.
Bu anlayışı terk ettik edeli, gitgide “İnsan insanın kurdu” haline geldi…
Batı’lı “aydınlanmacı”ların (her konuda akla öncelik tanıyan düşünce sisteminin etkisi ile 18. Yüzyıl’da Avrupa’da bilimde ve felsefede büyük gelişmelerin olduğu döneme “Aydınlanma Çağı” deniyor) dünyaya dayattığı “Yeni Yaşam Modeli” böyle bir sonuç verdi işte. Dindarları da tuzağa düşürüp sürükledi.
“Allah sadece insanın var ve yok olmasına karar verir” dediler, “bu ikisinin arasındaki bölgede, yani hayatın içinde (haşa) Allah’a yer yoktur, her şeye akıl karar verir”.
Kısacası “deist” (akılcı) eksende yeni bir dünya kuruldu. İnsanın Allah’la irtibatı koparıldı…
Böylece kendini “yanlış”tan ve “günah”tan koruyan manevi dizginlerinden kurtulan insanın, “kutsal” ile ilişkisi kalmadı.
Tabii olarak hem bencilleşti, hem de acımasızlaştı. “Daha fazla para kazanma”, kazanıp daha çok güçlenme ihtirası insan hayatına hükmetmeye başladı…
Ezebildiğini ezdi, ezemediğine “bende” oldu; kendinden güçlüler karşısında eğilip büküldü, ezilip büzüldü; gitgide insanlıktan çıkıp alabildiğine vahşileşti, kural tanımayan bir “canavar”a dönüştü.
Havayı kirletti, denizleri kirletti, ozon tabakasını deldi. Hiçbir tedbir almadan kurduğu fabrikalarla çevreyi, eğlence düşkünlüğüyle (uyuşturucu dâhil) hayatı kirletti!
Geliri arttı belki, ama hiçbir kural tanımayan “kazanma” hırsı, envai çeşit ayrımcılığı ve eşitsizliği de beraberinde getirdi…
Sonuçta, “insan olmak”, anlamını iyice yitirdi. Başka bir şey de olamadığımız için, garip varlıklara dönüştük: Bencil, sorumsuz, hoşgörüsüz, çıkarcı, vurguncu, Ergenekoncu, darbeci, rüşvetçi vesaire...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.