Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

O günlerden bugüne

O günlerden bugüne

O zamanlar gençtik, dünyanın bu kadar karanlık olduğunu pek bilmezdik... Hayallerimizin bir ayağı üniversitelere diğer ayağı ise mesleki rollerimize uzanırdı. Kimimiz doktor, kimimiz gazeteci, kimimiz eğitimci olmak isterdik... Eğitime devam edip akademisyen olmak isteyen arkadaşlarımız da vardı. Ama hiç beklemediğimiz şeyler oluyordu... Binbir umutla geldiğimiz üniversite kapılarında, bizleri geri çeviren ve baskıyla örtümüze saldıran, başımızı açmaya zorlayan adamlar hayallerimizi ellerimizden alıyor ve bizi çıkmaz bir sokağa sürüklüyordu. İki arada bir derede kaldım derler ya, işte o günlerde hemen hepimiz bu duyguyu yaşıyorduk. Bize "bahçede, sokakta, evde örtünebilirsin ama okulda bu asla mümkün olamaz" diyorlar ve ninelerimizin başörtülerini örnek gösteriyorlardı.

O günlerde, başörtüsü yediden yetmişe bütün insanların zihninde bu şekilde yer alıyordu. Yani, başörtü tarlada çalışan kadınların taktığı geleneksel bir örtüydü. Kitap okuyan ve okuduğunu ifade eden kadın imgesiye örtüşmüyordu başörtüsü. Böyle düşünüyorlar ve bu düşüncelerini sürdürebilmek için de başörtülü kızları okul kapılarından geri çeviriyorlardı.

Pek kolay bir şekilde "aç saçını diyorlardı...

Peki ama biz niçin örtünüyorduk?

Elaleme gösteriş olsun diye mi?

Daha estetik görünelim diye mi?

Büyüdük diye mi? Örtündü desinler diye mi?

Büyüklerimiz öyle istedi diye mi? Eğer öyle olsaydı, hemen çıkarır ve eğitimimize devam ederdik. Oysa emir bize şah damarlarımızdan daha yakın olan ve bizi kuşatan bir varlıktan çağıldıyordu. Müminler Allah ve Resülü bir şeyi emrettiğinde " inandık ve itaat ettik derler ve tereddütsüz teslim olurlardı ya. Bizler de öyle yapmaya çalışıyorduk... Yasakçı zihniyetin hiçbir zaman anlam veremediği şeylerin bizim dünyamızda derin bir anlamı vardı ama onlar bunu hiçbir zaman kabullenemeyeceklerdi...

O yıllarda bir çok arkadaşımız okulu bıraktı, kimileri yurt dışına gittiler kimileri de dil kurslarına, sosyal faaliyetlere ve kendilerini yetiştirebilecekleri alanlara yöneldiler. İş bulmakta zorlandılar. Bu süreçte bırakın bizi dışlayan ve karşı cephe alanları, kardeş bildiğimiz bir çok kimseler dahi bu kızlara iş verme fedakarlığını göstermediler. Ama yanımızda olanların sayıları daha çoktu ve bizler onlarla birlikte yolumuza devam ettik.

Yaşananlar, yasağı koyan ve destekleyenler tarafından alaylı bir tavırla karşılandı. Ne olurdu, okulda açıverselerdi, sanki bir şey mi eksilecekti? Türünden yorumlarını sürdürdüler. Bunun dik bir duruş olduğunu İslami bir mesele olduğunu onlara nasıl anlatabilirdik? Anlatamadık anlatabileceğimizi de sanmıyorum. Çünkü Allah'ın emir ve yasaklarının hikmetini ancak ona samimiyetle bağlı olanlar anlayabilirler.

Okul kapılarında bekleyen genç kızlar iki seçenek arasında bırakıldılar. Bir yanda Allah'ın emirleri vardı diğer yandan yasakçı zihniyetin dayatmaları, ikna odaları ve bildik başörtüsü yasağı manzaraları, okuldan atılmalar, yıldırma çabaları ve bazı ailelerin de dahil olduğu yoğun bir baskı... 28 Şubat süreciyle iyice artan bu baskılar bizleri alternatif eğitim alanlarına mecbur bırakıyordu.

Yasal düzenlemeler, sekülerlik, laiklik, irtica, kamusal alan gibi kavramlardan kurşunlar yapıp attılar üzerimize. Bizler ise, birbirimize kenetlenerek duaya yöneldik ve elimizden geldiğince direnmeye gayret ettik. Bu süreçte baskılara dayanamayıp başörtüyü çıkaranlar da olsa, büyük bir kesim direnmeye çalıştı... Çünkü, onların ne olur açıverseniz diye basite indirgemeye çalıştığı şey aslında, bizlerin itaat ve bağlılığımızın bir göstergesiydi. Tarihi süreç içinde bir çok Müslüman inandığını savunmak uğruna ağır bedeller ödemiş ve duruşunu bozmadan bu mücadeleyi sürdürmüştü. İnanıyorduk, bizler bu dünyaya Allah'ın rızasını kazanmaya gelmiştik... O günlerde içimizi kasıp kavuran şey de aslında kaybetme endişesiydi. Allah'ın rızasını, onun lütfu keremini kaybetme endişesi. Bu, dünya da elde ettiğimiz kariyeri, ekonomik imkanları ve imtiyazları kaybetmekten çok daha öte bir şeydi. Allah'ın rızasını kaybetmek ve elleri boş geri dönmek. Bundan korkuyorduk ve ona sığınıyorduk...

Ya Rabbi bizleri pişman olacağımız hatalara düşürme, rızana uygun yaşamayı ve ölmeyi nasip et!

Yaşadığmız toplumda başörtülü kızlar travmatik bir süreçten geçtiler. Bu süreçte hepimiz yara aldık... Okullarımızı bıraktık, ailelerimiz tarafından dışlandık, ekranlarda karalandık... Evlerinin balkonlarının üstümüze tükürenlerden tutun da, yollarda hakaret edenler, işten atılanlar, iftiraya uğrayanlar... Bu mağduriyetlerini içlerine attılar... Hiç olmazsa çocuklarımız bu sorunları yaşamasın dediler ve direndiler.

Aradan zaman geçti, yıl 2010... Ekranlarda yine aynı tartışmalar var. Artık genç kızlara yeni bir umut doğuyor gibi görünüyor... Bizler ise artık belli bir yaşın üstüne geldik. Kimimizde şeker, kimimizde tansiyon kimimizde daha da kalıcı hastalıklar ortaya çıktı. Kimimiz de hayata veda ettik. Bizler yasak kalksın da sınava ha bu gün gireriz ha yarın gireriz derken zaman akıp gitti. Şimdi yasak kalkıyor ve bizler yeniden sınava girelim ve okula devam edelim desek kaçımızın gücü buna yeter bilmiyorum. Ama yine de kimi kadınlar çocuklarıyla ya da torunlarıyla yarıda bıraktıkları bu koşuya devam edeceklerini ifade ediyorlar ve okuma haklarını ellerinden alanlara haklarını helal etmeyeceklerini de belirtiyorlar...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi