Müslümanlar uyumayın!
BİRİLERİ üzücü Sivas hadisesinden sonra ortalığı velveleye verdi, yeri göğü birbirine kattı. O hadisede provokasyon vardı, Derin Devletin oyunu vardı, çetelerin planlı programlı kışkırtması vardı. Madımak Oteli’ndeki ölümler, yangının doğurduğu dumandan olmuştu. Acele edilseydi, Aziz Nesin gibi kurtarılabilirlerdi.
Madımak Oteli’nde ismini vermeyeceğim bir solcu, tabancasıyla iki vatandaşı katletmişti.
Birkaç gün sonra patlak veren Başbağlar köyü faciası böyle değildi. Kendi halinde, sakin, masum, etliye sütlüye karışmaz, zerre kadar kabahati ve suçu olmayan zavallı 33 vatandaş camiden çıkarken kurşuna dizildi, köy yakıldı.
Müslümanlar, Sivas faciasında kendi savunmalarını başarılı bir şekilde yapamadılar; Başbağlar faciasında hak arayamadılar.
Bu memlekette Müslümanların sayısı az mı? Hayır, çoğunluktalar ama ağırlıkları yok.
Müslümanların avukatı mı yok? Binlerce, on binlerce var.
âcizlik ruhumuza kadar sinmiş.
Bugün de öyle değil miyiz? Korkunç kriz kasırgaları içindeyiz, darbeler, çeteler, rezalet ve hıyanetin bini bir paraya. Her gün ülkeyi altüst eden yeni bir bomba patlıyor, biz Müslümanlar Başbağlar katliamında olduğu gibi acizlik ve becerisizlik içindeyiz.
Binlerce Müslüman profesör var. Birkaç istisna dışında bu muhterem zevat ne yapar?
(A) grubuna mensup bir Müslümanın başına bir zulüm ve felaket gelirse, (B) grubuna mensup Müslümanlar ses çıkartmazlar.
Bu’cu bir Müslümana saldırılır, O’cular yardımına koşmaz.
Kâfirlerle işbirliği yapan sözde dinibütünler, meşrep ihtilafı yüzünden salih Müslümanlarla kardeşlik bağlarını kopartırlar, onlara dargın olurlar.
İslâmî kesim elli seneden beri Abdi İpekçi çapında kudretli bir genel yayın müdürü yetiştiremedi.
Bir ara evlerde acıklı, gözyaşlı sohbetler tertiplenmiş, gönüller heyecana gelince ortaya bir çarşaf serilmiş ve “Hanımlar, bacılar İslâm’a hizmet edecek, i’la-i kelimetullah yapacak, medya organlarına yardım edin...” denilerek bilezikler, yüzükler, küpeler, altınlar, gümüşler toplanmıştı. Sonra İslâm’a hizmet edecek o medya organlarının ne boyalara girdiklerini gördük. Fısk, fücur, luubiyat, fuhşiyat, çalsın sazlar oynasın kızlar, defler, ziller, darbukalar, klarnetler... Avuç avuç yüzükler, bilezikler, küpeler, gerdanlıklar...
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın...” Bugün sana dokunmaz, kardeşine dokunur, yarın sıra sana gelir. Efendi!.. Senin kuş kadar aklın yok mu?
1215’te İngiltere’de Magna Carta metni imzalanmış, aradan sekiz asra yaklaşan bir zaman geçti, dillerde hep o Magna Carta edebiyatı ve şarkıları.
Biz Müslümanlar da, böyle evrensel, böyle mutantan, böyle kalıcı, böyle ses getirici, dünya batıncaya kadar unutulmayacak bildiriler, metinler, protestolar ortaya koymalıyız.
Bu devirde Müslümanların böyle metinler yazacak bir Ahmet Cevdet Paşa’sı yok mudur?
Seslerini, feryatlarını, üniversite kampüslerinin duvarlarından taşıran ve Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Antakya’ya kadar yankılatan aydın profesörlerimiz nerede?
Bu ümmet niçin yeni bir Mehmet âkif çıkartamıyor?
Türkiye Müslümanlarının niçin bir Petöfi’si yok?
Necip Fazıl’ın “Durun Kalabalıklar!” destanının ikinci kısmını yazacak şair, neredesin?
Bu ümmetin, bu devirdeki Sinanları, Fuzulîleri, Bakîleri, Şeyh Hamdullahları, Hafız Osmanları, Hafız Postları, Ebussuudları, Katip çelebileri, nerelerdesiniz? Zuhur ve huruç edin, sizlere muhtacız.
Hacı Bayramlar, Akşemseddinler, Emir Buharîler, üftadeler, Aziz Mahmudlar, Şaban-ı Veliler... Doğunun ve Batının güneşi Mevlana Celaleddin Rumî... İmam-ı Birgivî... Evliyaullah, Ricalullah, Suleha-yı Kiram... Ah sizler nerelerdesiniz?
Sütçü İmam... Sütçü İmam!.. Nerdesin?
Birinci Dünya Savaşı’nda çanakkale’de ve öteki cephelerde oluk oluk kan döken yüz binlerce şüheda, nerdesiniz?
Tüfenk çıktı, mertlik bozuldu... Altın gümüş, dolar avro, lira meftunluğu ve esareti gözlerimizi kör etti, kulaklarımızı tıkadı, kalplerimizi mühürledi.
“Viran olası hanelerde evlad u iyal var” felsefesi bizi berbat etti.
Lüks, israf, gösteriş, konfor, aşırı tüketim, rahat belimizi büktü.
“Bit pazarında sattık, kalkamaz artık kazan...”
1950’lerin başında, tek başına küfre kafa tutan, “Hayır efendiler, irtica yoktur...” diye haykıran Profesör Ali Fuat Başgil kara toprakların altına gitti.
Doğruyu söylediği için kaç defa tutuklanan, kelepçelenen, zincirlenen, zindandan zindana sürüklenen Necip Fazıl şimdi Eyüp Sultan kabristanında iki metrelik bir mezarda.
Bediüzzaman’ın kabri bile belli değil.
Zulmün, küfrün, karanlığın en şiddetli zamanında muhlisen lillah din, iman, Kur’an, Sünnet, Şeriat için fedakârane çalışan o eski Şeyhler, o eski Sarıklılar, o eski müritler, o eski mollalar nerede?
Eski aşklar, şevkler, heyecanlar tavsadı.
Eski neşideler, ölü ruhları harekete geçirirdi. Artık onlar terennüm edilmiyor.
Bu devir konfor devridir. Bazı zenginlerimizin evlerindeki lüksü ve şatafatı biliyor musunuz? Tuvaletlerinin, banyolarının aksamı altın kaplı... Kimisi öyle binitlerle geziyor ki, ne Firavun, ne Nemrud, ne Neron binmiştir öylelerine.
Kimse rahatından, konforundan, servetinden, gelirinden fedakârlık yapmak istemiyor.
Din hizmetleri büsbütün yapılmıyor değil, lakin genelde hobi şeklinde yapılıyor.
Bu miskinlik, bu zillet, bu esaret, bu rehavet, bu vurdumduymazlık, bu nemelazımcılık bizi karanlık ufuklara götürür.
Müslümanlar uyumayın! ülkenize, dâvanıza, halkınıza, devletinize, kimliğinize, kültürünüze, mukaddesatınıza sahip çıkın.