Hawking ile Dawkins!
Batılılar, Batı medeniyetini karmaşık bir yapıya dayandırırlar. Batı medeniyetinin ve kalkınmasının ardında karmaşık bir düşünce yapısı olduğunu söylerler ve bunu da ‘sofistike akıl’ olarak tarif ederler. Bu, esasında basitliğin ötesinde derinliği temsil eden bir anlayıştır. Gerçekten de Mevlana’nın ifade ettiği gibi daru’l hikmet olan dünyamız zıtlar dünyasıdır. Zıtlıkların tılsımı ise Abdulkadir Geylani’nin dediği gibi daru’l kudret olan öteki dünyada açılacak, çözülecek veya muabbiri hakiki olan Allah tarafından insanlara anlatılacaktır. Dolayısıyla dünyamızın karakteri karmaşıktır. Zıtlar üzerine kuruludur. Bir tarafta zulüm diğer tarafta ise adalet ve bir tarafta karanlık öteki tarafta aydınlık vardır. Ve insanın derununda ise hem hidayet kandilleri hem de dalalet sisleri bulunur. Batı medeniyeti, zıtların buluşması değilse bile uyumudur ve buna sofistike düşünce diyoruz. Uyumun zıddı ise zıtların tamamen birbirinden ayrışması ile dalalet ve hidayetin istiklal kazanmasıdır. Buna da Maniheizm diyoruz ve bu anlayışta şer tamamen Allah’ın kontrolü dışına çıkıyor. Seneviyye ve Mecusilik’te olduğu gibi, bu durumda şer müstakil olarak Ehriman’a atfediliyor ya da İslam içinde dualist akımı temsil eden Mutezile’ye göre insan şerrin kasibinden öte yaratıcısı oluyor. Dolayısıyla bu sistem, basitliğin de ifadesi olmuş oluyor. Bu anlamda hayrı ve şerri tamamen birbirinden ayıran sistemler, Maniheist ve basit sistemlerdir. Bu sistemin örneklerinden birisi materyalizmin türevlerinden olan ve sınıflar ayrımına dayanan ve bu ayrımı mutlaklaştıran komünizmdir. Hayatı tek düzeye indirmeye yeltenmiştir. Maniheisttir ve bu yüzden de tek gözlüdür. Esasında İslam anlayışında müzavece vardır. Veya renklerin armonisi, renk uyumu ve cümbüşü vardır. Zira bu hayatın kendisidir.
•
İlim ile din arasında bir müzavece (eşleşme/ iç içe olma) vardır ve Einstein bu hususta şunları söylemiştir: Dinsiz ilim topal, ilimsiz din de kördür. Onları birbirinden ayırmak şahsiyetin parçalanması veya hakikatin parçalanması ve şizofrenik bir algıdır. Bediüzzaman da dini ilimlerle akli ilimleri birbirinden ayırmayı aynı şekilde muhataralı ve fıtrata aykırı görmüştür. Zira hem kitab-ı kainat hem de satırlara bürünmüş kitap, aynı kaynaktan sudur etmiştir. İmam Malik Hazretleri de tasavvuf ile fıkhın birbirinden ayrılmasının maraz intaç edeceğini görmüş ve yüzyıllar öncesinde bu hususta uyarıcı mahiyette şunları söylemiştir: “Men tafakkaha dune en tasavvafe fakat tafassake ve men tasavvafe dune en tafakkahe fakad tazandake: Kim tasavvuf ile fıkıh arasında denge kuramazsa ve bu hususta zülcenaheyn/iki kanatlı olamazsa muhakkak ki fıska düşer. Lakin kim ki fıkha dalmadan tasavvufa dalar ve tek ayak üzerine giderse o da zındıklığa düşebilir.” Demek ki, ilimler tamamlayıcılık ve denge üzerine kurulmuştur ve bu dengeye biz de sofistike anlayış diyoruz. Kainat bu ince anlayış üzerine kuruludur. Bu anlayıştan şaşanlar, dengelerini kaybetmeye mahkumdur.
•
Astrofizikçi Stephen Hawking de maalesef sofistike anlayışa ulaşamadığından dolayı ikilemden kurtulamamış ve Mevlana’nın deyimiyle kainata şaşı bakmaya başlamıştır. Hawking, yerçekimi kanunuyla kainatın yokluktan yaratıldığını ileri sürmektedir. Yunan filozofları gibi Hawking de Allah’ın, kainatın işleyişine ve deveranına karışmadığını ve kendi haline bıraktığını söylemiştir. Meşhur tabiriyle, Allah’ı bu dünyadan sürgüne yollamıştır. Dolayısıyla ona göre kainatı tanzim eden Allah olmayıp devri daim makinası nevinden kanunlardır. Meseleye sadece fizik nazarıyla bakmış ve din nazarını ihmal etmiştir. Rahip Howard Flint ise din nokta-i nazarından Hawking’e itiraz ediyor ve ilmin nasıla cevap verdiğini ama niçin sorusuna cevap veremediğini söylemektedir. Yaratılışla alakalı zihnimizdeki bazı boşlukları doldurmakla birlikte yaratılış hikmeti, gayesi veya felsefesi konusunda bize bir şey söyleyememektedir. Öyleyse Einstein’ın ifadesiyle niçin sorusuna cevap veremeyen bilim, topal olarak kalmak zorundadır. Onun topallığını izale edecek olan ise dindir ve vahiydir. Fen ile din veya ilim ile din tartışmasında yaratılış yerine tesadüfe inanan ateist Richard Dawkins, mal bulmuş Mağribi veya yandaş bulmuş gibi veya bozacının şahidi şıracı fehvasıyla Hawking’e sarılıyor ve onun asırlardır din ile ilim arasında süren tartışmayı zenginleştirdiğini ileri sürüyor. Halbuki, sofistike düşünce olmadan ilim cevapsız, din ise izahsız kalıyor ve gelişme olmuyor. Kıyameti 2060’lı yıllarda bekleyen Newton ise yerçekimi kanununu keşfetmesine rağmen bunu Allah’ın kudretine bağlamıştır. Ona göre Allah, sisteme ve işleyişe müdahale etmiyordu. Aslında bu ‘len tecide lisünnetillahi tebdila(Fatır: 43)’ ayetinin farklı bir çevirisinden başka bir şey değildir. Esasında cehaletini aşsa ve başka boyutlara da ulaşsa ilim yakine erecek ve iman edecektir. Bilim, kendini tanıdığında rabbini de tanıyacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.