Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Mardin’de Doğu ve Güneydoğu’yu konuştuk

Mardin’de Doğu ve Güneydoğu’yu konuştuk

Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri, Mardin ve Diyarbakır’daydım.. Bu üç günlük sürede; hem Mardin’i gezme, hem de “Doğu ve Güneydoğulu gazeteciler”in ağzından, “terör” başta olmak üzere “bölgenin sorunları”nı dinleme imkânı buldum.
Zaten “gezinin amacı” da buydu... Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Medialog Platformu ve Mardin Valiliği’nin ortaklaşa düzenlediği “Ulusal medyanın Doğu ve Güneydoğu algısı” konulu “Çalıştay”da, problemleri masaya yatıracak ve “çözüm” arayacaktık.
6 Kasım Cumartesi günü; Genel Sekreterliğini Erkam Tufan Aytav’ın yaptığı Medialog Platformu tarafından Mardin Erdoba Otel’de düzenlenen Çalıştay’a, “70 civarında medya mensubu katıldı... Bunların kimi İstanbul ve Ankara’dan, kimi de Adıyaman, Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, İskenderun, Siirt, Gaziantep ve Mardin’den katılan gazetecilerdi.
NELERİ TARTIŞTIK?
Saat 10.00’da başlayıp, “3 oturum” halinde saat 17.00’ye kadar süren toplantı boyunca konuştuğumuz, tartıştığımız konular şunlardı:
Ulusal medya, ne kadar ulusal?..
Kürt probleminin doğuş ve gelişmesinde ulusal medyanın rolü var mıdır?..
Türkiye’nin doğusu ile batısı arasında haber akışı ne kadar sağlıklı?..
İstanbul’a kar yağmadan Türkiye’ye kış gelmez yaklaşımı, ulusal medyada ne kadar hâkim?..
Bölge halkı, yerel medyası ve ileri gelenleri ulusal medyanın yayınlarını nasıl buluyor?
Bölgenin geleneksel okuru ve izleyicisi, ulusal medyaya güveniyor mu?
Haber kaynakları nasıl kullanılıyor, yerel bürokratlar ile yazı işleri arasındaki süreçte hangi aksamalar yaşanıyor?
Kürt probleminin çözümünde ulusal medyanın rolü ne olmalıdır?
SONUÇ BİLDİRGESİ
Açılış konuşmasını Mardin Valisi Hasan Duruer’in yaptığı Çalıştay’da, “sonuç bildirgesi”ni de Abant Platformu Genel Sekreteri Faruk Mercan okudu.
Bildirgede özellikle medyanın Kürt sorununa bakış açısı ve doğuda çalışan gazetecilerin karşılaştığı sorunlara dikkat çekildi...
Olayların yoğun olduğu 1990’lı yıllarda İstanbul medyasının Kürt meselesinin kimlik boyutlu kökenine inmek yerine rakamsal ve sansasyonel haberler verdiğine işaret edilen bildirgede, bunun da meselenin çözümünde günümüze kadar olumsuz bir rol oynadığı ifade edildi.
Bölgedeki haber değeri taşıyan pozitif gelişmelerin ulusal medyada yer bulmadığının vurgulandığı bildirgede özellikle doğu illerinde çalışan gazetecilerin güvenlik sorununa dikkat çekildi.
1993’te PKK üyelerinin Diyarbakır’daki bütün gazetecileri dağa çıkararak bundan sonra görev yapmayacakları yönünde tehdit ettiğinin hatırlatıldığı bildirgede, bölgede görev yapan gazetecilerin bugüne kadar zaman zaman hayati tehlike altında görev yaptıkları ve bu süreçte bölgede 70-80 gazetecinin hayatını kaybettiği aktarıldı.
Açıklamada TRT Şeş’in Demokratik Açılım projesi kapsamında önemli bir adım olduğu vurgulandı. Faruk Mercan konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
“Sonuç olarak, Mardin’de rüzgar eserse, Çanakkale’deki adam nezle olur. İstanbul’da bulut olursa, Mardin’de yağmur olur. Mardin’e güneş doğmadan, İstanbul’a gün doğmaz. İstanbul’a kar yağmadan, Türkiye’ye kış gelmez gibi güzel şiirsel ifadelerle ulusal ve bölgesel medyanın ülke meselelerine yönelik ortak bir dil oluşturması gerekiyor.”
Sonuç bildirgesinden sonra Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil ise platformun önemine dikkat çekerek, bölgedeki sorunlara bakış açısının değişimi açısından önemli olduğunu söyledi. Yeşil, Türkiye’nin dört bir yanından gelen gazetecilerin estirdiği “beyin fırtınası”nın, insanların birbirini anlama konusunda büyük bir hizmet edeceğini sözlerine ekledi.
HABUR, NASIL ÇARPITILDI?
“Çalıştay”ın özü ve özeti bu.
Ama, bu “genel fotoğraf”ın, bir de “ayrıntı”ları var ki, “Habur olayı” da bunlardan biri...
Malûm, Habur olayı “provokatif bir üslup”la sunuldu kamuoyuna... O olay, “Demokratik Açılım” projesinin ağır yara aldığı ve “süreci baltaladığı” bir olaydı...
Olay; “Ergenekoncu zihniyet” tarafından öyle bir provoke edildi ki, sanki PKK veya BDP zaferini ilân ediyordu...
Peki, “olayın aslı” neydi?..
Olayın aslını, TRT Muhabiri Turan Kaya’dan dinledik:
“Habur’da duygusal bir hava vardı. BDP’li olmayanlar da geldi oraya... Bu iş bitiyor diye olumlu bir hava vardı. Orada, BDP’ye asla oy vermemiş insanlar da bulunuyordu... Batman ve Diyarbakır’daki nevruzlardan çok daha az rahatsız edici görüntüler vardı ama Habur, ulusal medyada abartılarak verildi. Medya bu açılımın sürdürülmesini istemedi, olay sabote edildi.”
Sizin anlayacağınız;
Dağdan hep “ölüler”in döndüğünü bilen, bugüne kadar hep “cenaze”leri karşılayan bölge halkı, dağdan ilk defa “canlı”ların geleceğini duyduğu için, bir anlamda “onları görmek” amacıyla akın etmiş Habur’a...
Yani, kalabalığın sebebi bu.
Kısacası; aileler çocukları dönecek diye karşılama yapmış... Fakat ulusal medya şu imajı oluşturdu: “PKK, 84’ten beri yaptığı silahlı mücadelenin zaferle sonuçlandığını ilan etti ve biz Türkler yenildik.”
Halbuki böyle değildi.
Bir defa daha gördük ki;
Her şey, medyanın elinde... “Vanlı” birini “zanlı” göstermek de, “zalim” birini “mazlum” göstermek de medyanın elinde!..
Bu “algılama”da, “Türk ve Kürt Ergenekonu”nun rolünü de unutmamak lâzım... “Terörün rantı”nı yiyen her iki Ergenekon, Habur olayını Doğu ve Güneydoğu’da “PKK’nın zaferi” gibi gösterirken, Türkiye’nin batısında “Türklerin hezimeti” gibi göstermekte gecikmedi!.. Böylece, “Demokratik Açılım Projesi”nin de içine etmiş oldular!..
“MEDYA, KÜRTÇE’YE UZAK!”
Çalıştay’a katılanlardan biri de, Diyarbakır’da yayın yapan Gün Radyo-TV’nin yöneticilerinden Diren Keser’di... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta “One Minute” ifadesinin bütün gazetelerde “doğru” yazıldığını ama aynı Erdoğan’ın TRT Şeş’in açılışında kullandığı “Kürtçe” ifadenin gazetelerde “yanlış” yazıldığını ifade ederek; ulusal medyanın “İngilizce”ye olan duyarlılığın “Kürtçe”ye karşı olmadığını vurguladı.
“Doğru bir tesbit”ti ama “eksik”ti... Bunun için de “alınganlık” göstermeye gerek yoktu...
Daha sonra söz aldığımda; “Düğün gecesi” anlamına gelen “Şeb-i Arus” örneğini verdim kendisine... Çünkü; bu medyada, “Şeb-i Arus” törenlerinin “gündüz” yapılmasını isteyen “muhabir”ler vardı...
Ne yapsın muhabir; “Şeb-i Arus”un ne anlama geldiğini bilmiyor ki!..
“Dinî kavramlar” konusunda “cahil” olan bir medyanın “Kürtçe kavramlara” yakın olmasını bekleyebilir misiniz?..
Bu medya, kırk yıldır “abdest” yazmasını öğrenememiş ve hâlâ “aptes” yazıyorsa, gerisini siz düşünün!..
Alınganlığa gerek yok!..
Bir gün, onlar da öğrenecek.
“ÖLÜ VAR MI ÖLÜ?”
Mardin Haber Gazetesi Muhabiri Mehmet Çelik’in sözleri de hayli ilginçti... “Ulusal Medya”nın bölge ile ilgili haberlere yaklaşımını şu sözlerle özetledi:
“Olayı boşver, ölü ve yaralı var mı, sayısı kaç?.. Ölülerin görüntüleri var mı?.. Hiçbir gazete ve televizyon, olayın sebebini araştırmıyor.
Bizler; idare ile feodal yapı arasında sıkışmış durumdayız... Ya ağaları karşımıza alıyoruz, ya da vali ve kaymakamı!”
“MESELE, KİMLİK MESELESİ!”
Mardin’de düzenlenen bir “Çalıştay”dan söz edip de, Mardin Valisi Hasan Duruer’in sözlerinden bahsetmeden geçmek olmaz...
“Kasımiye Medresesi’ndeki defile” ile ilgili haberlerimizle “kendisini biraz üzdüğümüz” Vali Bey, “açış konuşması”nda özetle dedi ki;
“Bilge Köyü’ndeki katliam ne terör, ne töreydi, tamamen menfaate dayanan bir hadiseydi. Mahkeme de bu yönde karar verdi.
Ben Yozgatlym... Geçen televizyonu açtm, Nusaybin’i gösteriyordu. Savaş gibiydi, otuz krk çocuğun polise taş atmas vard. Ne kadar çarptldğn gördüm. Bunu izleyen vatandaşlar, Mardin’de savaş var zannetti.. Güneydoğu’da onuncu ylm. Güneydoğu’yu iyi tandğm söyleyebilirim. Güneydoğu’daki mesele kimlik meselesidir. Burada kimlik meselesi var. Bunun çözümü demokratik açlmdan geçer. Demokratik açılm olmadan bu meseleyi çözme şansmz yok.
Mesele ekonomik değil, öyle olsa Yozgat insan dağa çkard.
Bir köye gittim. Baktm Oğuz köyü. Bin beş yüz yllk köy isimleri değişmiş. Ben Urfa’da görev yaparken nasl görev yapyorsunuz deniliyordu, sanki herkes terörist.”
Vali Bey’in “söylem”leri kadar, “eylem”leri de önemli... Vali Bey’le sokaklarda gezerken, bir çocuğun “Nasılsın Hasan Amca” dediğini bizzat kulaklarımla duydum... O da; “İyiyim adaşım” deyip, elini uzattı, tokalaştılar.
Şunu anladım ki;
Doğu ve Güneydoğu’ya, “bölge insanıyla barışık” vali, kaymakam ve emniyet müdürleri giderse, sorunların yüzde 50’si, daha en başta çözülür... Bölgeye giden bürokratlar; hem “bölge”yi iyi tanıyacak, hem de “kimlik”lere saygı gösterecekler.
İşte o zaman; ortada ne ayrılık kalır, ne gayrılık!..
BİRLİK HATIRASI
Yukarıdaki “Çalıştay Hatırası” fotoğrafı, aslında her şeyi anlatıyor... O fotoğrafta “ulusal medya” temsilcileri de var, “Doğulu ve Güneydoğulu gazeteciler” ile “bürokratlar” da...
Bu “birlik” fotoğrafı, Türkiye’de niye olmasın?.. Bu “kardeşlik” görüntüsü, niye Türkiye’ye yayılmasın?..
Umuyorum ki; bu “sancılı süreç”ten sonra, Türkiye’ye “barış ve huzur iklimi” hakim olacak... Bunun için, herkes elinden gelen çabayı göstermeli...
Doğu ve Güneydoğu’yu daha iyi tanımamıza vesile olan bu “Çalıştay”ı düzenledikleri için, Medialog Platformu Genel Sekreteri Erkam Tufan Aytav’ın şahsında, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bütün mensuplarına ve tabiî, bizlere çok güzel bir “ev sahipliği” yapan Mardin Valisi Hasan Duruer’e teşekkürlerimi sunuyorum...
Bugün, Çalıştay’dan söz ettik... Yarın da inşallah Mardin’den, Mezopotamya Ovası’ndan ve “tarihi eserler”den söz ederiz...
Kısaca ifade edecek olursam;
Mardin, “görülmeye değer” bir şehrimiz.
===============
Türkü mü, İstiklâl Marşı mı?
Mardin’deki Çalıştay’ın ardından, önceki akşam Diyarbakır’daki STK temsilcileri ile buluşup, yemek yedik, karşılıklı sohbet ettik... Orada öğrendim ki; Diyarbakır’da, Ali isminde bir “mahalli sanatçı” varmış... Güzel “türkü” söylermiş... Bir gün; yolda giderken PKK’lılar kesmiş önünü... Dağa kaldırmışlar... “Sen ne yaparsın?” demişler, o da; “Sanatçıyım, türkü söylerim” demiş... “Söyle o zaman” demişler... 3-4 türkü söyleyip, kesmiş... “Silah”ları üzerine doğrultup, “Devam et” demişler... Adamcağıza “sabaha kadar” türkü söyletmişler... Bir nevi işkence... Sonra da bırakmışlar...
Evine dönerken, bu defa da “askerler” kesmiş önünü... Onlara da “sanatçı” olduğunu, “türküler” söylediğini anlatmış... “Ulan” demişler; “Dağda PKK’lılara türkü söyleyen sen miydin?”
Uzatmayalım, bu defa da “karakol”a götürmüşler... Adamcağıza, “akşama kadar İstiklâl Marşı”nı okutmuşlar, iyi mi?..
Aslında, bu “yaşanmış hikâye” bölge insanının, “iki arada, bir derede” kaldığını gayet güzel anlatıyor... Bir yanda PKK’nın silahı, diğer yanda askerin dipçiği!..
“Bölge insanı” hakkında hüküm verirken, bu gerçekleri de gözardı etmemek gerekir diye düşünüyorum... Ama, bu “baskı dönemi” bitecek inşaallah... Bu yüzdendir ki, “AK Parti iktidarına büyük umut” besleniyor... Dilerim, bu süreç başarıya ulaşır...


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi