Bu sekreter çok baş ağrıtır
Ben yokken o kadar çok şey olmuş ki... Hangi birine yetişeceğimi bilemiyorum.
Ben yokken Süheyl Batum bazı meslektaşlarımıza “şerefsizler” diye saydırmış.
İsim de vermiş galiba.
Hep de ben yokken oluyor bunlar.
Madem Oktay Ekşi’yi astık, medyadaki küfürbazları teşhir ettik, semtimize bile uğramadığı halde “etik, ilke, terbiye” filan gibi laflar etmeye başladık, şu Süheyl’i de bir teşrih masasına yatıralım...
Bakalım ne görünecek?
Bakıyoruz ve hiç de iç açıcı bir manzarayla karşılaşmıyoruz.
Bu arkadaşımız birkaç ay öncesine kadar DP’liydi.
Mümkündür.
Eskisiyle, yenisiyle DP’lilik bir “duruş”a işaret eder. Bir siyasal pozisyonun adıdır. Bir tavırdır...
Bu tavrın sürdürücüleri, Hilmi Yavuz’un kulakları çınlasın, illa ki bir dünya görüşünü, belli bir siyasayı, belli bir felsefeyi “temellük” etmişlerdir, etmelidirler... Köşeleri de olan bir siyasadır bu...
Süheyl Batum hangi siyasal pozisyonu temellük etti?
Bilmiyoruz...
Niçin eski bir DP’lidir?
Bilmiyoruz...
Niçin yeni bir CHP’lidir?
Bilmiyoruz...
Hangi felsefe, hangi siyasa, hangi kutsal ide “merkez sağ”la “merkez sol” arasında slalom yaptırıyor ona?
Bilmiyoruz?
Bir insan aynı anda hem merkez sağın, hem de merkez solun “aranan lider adayı” olabilir mi? Üstelik, “karşıtlık” temelinde yükselen iki farklı pozisyondan söz ediyoruz. Hatta iki düşman pozisyon...
Mümkün mü böyle bir şey?
Dünyada bunun bir örneği var mı?
Bir insan sağını solunu bu kadar şaşırır mı?
Merkezde mi bir sakatlık var, “sağ” ve “sol” kavramlarında mı, Süheyl Batum’un kavrayışında mı?
Birkaç ay öncesine kadar ismi “Menderes’in tahtına oturtulacak adaylar” arasında geçiyordu; Güniz Sokak ziyaretleri, Cindoruk’la mukalemeler, uzaktan uzağa Abdullatif Şener’e göz kırpmalar, temaslar, geziler, sonu gelmez bütünleşme formülleri; bir de baktık Kılıçdaroğlu’nun listesinden “MYK üyesi” oluvermiş.
Bu kadar basit mi?
Üstelik hızlı bir geçiş yaptı, CHP’li kimliğiyle katıldığı televizyon programlarında, “iktidara geldiklerinde darbecilerden hesap soracaklarını, e-muhtıranın yazarı Yaşar Büyükanıt’ı mutlaka mahkemeye çıkaracaklarını” seslendirmeye başladı.
Darbelerden hesap soracağını söyleyen bu beyefendi, bütün darbelerde susmuştu.
Ergenekon’da susmuştu.
Balyoz ve sair oluşumlarda susmuştu.
E-muhtırada susmuştu.
En son, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın muhtırası geldi... Onda da sustu.
Kendisi “uzman anayasa hukukçusu” olarak bilinir ama bugüne kadar hukukun “haklar”la ilişkisini kurcalayan bir tek cümlesini duymadık...
Demokratik özgürlükler konusunda bir tek beyanatını, bir tek demecini, bir tek açıklamasını hatırlamıyoruz...
Hep yasakçı oldu.
Hep statükoyu savundu.
Hep eyyama yattı.
En akılda kalan icraatı Sezen Aksu’ya “Sazan”, Bülent Arınç’a “Zerdüşt”, fikriyatından hoşlanmadığı gazetecilere “şerefsizler” diye saydırmış olması.
Bu harika ve “akılda kalıcı” icraatlarının ödülü olarak bir de tutup bunu Önder Sav’dan boşalan “CHP Genel Sekreterliği” koltuğuna oturttular.
Ben yokken bunu da yaptılar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.