Asıl sorun Sol’un muhafaza - karlaşması
e2’de favori dizim “Mad Man”’i kaçırmadan seyrediyorum.
Mad Man,1960’lı yılların başında ünlü Maddison Avenue’da çalışan reklamcılara takılan lakap.
Tarihin tekerrürünü yaşadığımız bir dönemden geçtiğimizi anlatıyor dizi aslında.
Amerika’nın muhafazakarlıktan serbestliğe gidişinin hikayesi.
Kadınların ikinci sınıf varlık görüldüğü, siyahların ekranda görülmediği bir dönem bu.
Arkasından 68 kuşağı, kadın özgürlük hareketi, siyahların isyanı ve onlara destek olan liberallerin öyküsü gelecek.
Dün öğle saatlerinde Yiğit Ekmekçi ve Murat Çelikkan’la Türkiye’de solun durumu, muhalefeti tartışırken bu dizi aklıma geldi.
Evet, Türkiye muhafazakarlaşıyor.
Ama sadece Sağ’ı ile muhafazakarlaşmıyor.
Sol’uyla da muhafazakarlaşıyor, hatta tutucu hale geliyor.
Üniversite yıllarında “Ulusların kaderini tayin hakkını” tartışanlar, bugün Kürtler’in anadilde eğitim talebini bölücülük olarak görüyor.
Çözümü “devletin sönmesinde” görenler, devlete tek kurtarıcı olarak bakıyor.
Karl Popper’in “Açık Toplum ve Düşmanları” adlı eseri totaliter anlayışın eleştirisini getirirken, dünyanın sol ve sağ dönemlerden geçtiğini de anlatır aynı zamanda.
Platon’la başlayan devletçi görüş, iniş ve çıkışlarla Sovyetler Birliği’ne ulaşıncaya kadar sürmüştür.
Fukayama’nın “Tarihin sonu” dediği dönem, kapitalizmin sosyalizm karşısındaki zaferi kadar, Sol’a ve söneceği döneme kadar sınıfsız topluma ulaşmaya hizmet edecek devletçi anlayışın da sonunu ilan eder.
Amerika’da son seçimlerde ortaya çıkan “Çay Partisi” hareketi, bu anlayışın popülist bir örgütlenmesidir.
Sol’un adının öne çıkmadığı, tartışmanın Sağ dünya görüşleri arasında geçtiği bir dönem bu.
Bill Clinton ve Tony Blair de aslında, sol görünümlü sağın zaferidir.
Tüm dünyada Sol, serbest piyasacı olarak Sağ’laşırken, Türkiye’de Sol, yasakçı ve baskıcı olarak Sağ’laştı.
Belki tek istisnası Brezilya gösterilebilir.
Bu gelişimde, Sol’un hayat damarının 12 Eylül darbesiyle birlikte kesilmesi, Sol’un değerli isimlerinin önce 12 Mart, ardından 12 Eylül’de imha edilmesi önemli bir rol oynuyor elbette.
Uygarlık tarihinin karanlık dönemleri gibi bir süreçten geçiyor Türkiye’de Sol.
Tıpkı yıllarca ayakkabı yapan ustaların salgın hastalıklar sonucu sahneden çekilmesi sonucu, meydanın kaçınılmaz olarak sağ tek ile sol teki aynı yapan ustalara kalması gibi.
Buna bir de, Sol’un Lenin, Stalin ve Mao gibi, sosyalist devrimi azgelişmiş bir ülkede yapma zorunluluğu nedeniyle, toplumu yukarıdan aşağıya inşa etme iddiasını ekleyin, sonuç ortaya çıkıyor.
Halktan kaynaklanan herşeye karşı çıkan, halkın her tercihini geri bulan bir Sol anlayış.
İttihatçı anlayışla eklemlenerek giderek muhafazakar renk alan bu siyaset Türkiye’nin sorunu.
Türkiye’yi değiştirmek değil de, olduğu gibi, hatta Kemalist, militarist normunda koruyup tutmak isteyen bir siyasi çizgiyi bu yaklaşım doğurdu.
Değişimden korkan, ileriye doğru her hareketi gericilik sayan bir Sol.
Türkiye’nin asıl sorunu bu.