Din ile pazarlık olmaz
“Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (Yunus Sûresi, 15. ayet)
Bu ayet, gönlümdeki nice düğümlerin çözülmesine sebep oldu. Haktan yana gibi görünen bazı simaları yakinen tanımaya da vesile oldu. Bu duygularımı sizlerle paylaşmak istedim.
Bir avuç mutlu azınlık, müslümanlarla pazarlığa oturmaktalar. Allah’ın Kitabı’na baş eğmedikleri, üstesinden gelemedikleri ve gelemeyecekleri için onunla pazarlığa giriştiler. Yaşayışlarına uygun görmedikleri ve bunu açıkça ifade edemedikleri bazı konuları değiştirme tekliflerini göreceksiniz. Dinimizde bir reforma gidilmesi teklifini duyacaksınız. İlkel usüllerle gerçekleştirilen bu pazarlığın, günümüzde daha modern ve çağdaş ambalajlı yapıldığına şahit oluyoruz. Geliniz ayeti bir kez daha okuyalım;
“Ya bundan başka bir Kur’an getir veya değiştir, dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem, elbette büyük günün azabından korkarım.”
Ellerimizi şakaklarımıza dayayalım ve düşünelim. Tanzimat Fermanı’nı, 20 Haziran 1928 tarihli dinde reform taslağını, ibadet şeklinde, dilinde, sıfatında ve fikriyatında değişiklik tekliflerini, Cemal Kutay’ın kaleme aldığı Türkçe İbadet isimli hezeyanını... Evet, tüm bunları bir şerit gibi gözümüzün önüne getirip düşünelim. Bunları hazmettikten ve gözden geçirdikten sonra tekrar ayete dönelim.
Birtakım mahfiller her platformda, “Kur’an’daki ahkâm ayetleri gözden geçirilir çıkarılırsa, Müslümanların sosyal hayatla alakaları, fikir ve tasarıları önlenmiş olur. İslâmiyet’i sosyal hayattan uzaklaştırınca, geriye kalan bölümler insanların kalp ve vicdanlarında kalır, böylece laiklikle alakalı sıkıntılarımız ortadan kalkar” demişlerdir. Böyle düşünenler için Rabbimizden gelen cevap açık ve nettir: “Böyleleri Allah ile karşılaşacaklarını hesaba katmayan, ahiret hayatının varlığına inancı tam olmayan kimselerdir.” Ayetin mesajı budur. Bugüne kadar söylenen ve yapılanlara bakacak olursak, karşımıza çıkan netice: Sistem, halkının çoğunluğunun inandığı İslamiyet’i nereye koyacağını bilemiyor. Sıkıntı burada... Her zaman arayış içerisine girmiş ve girmektedir. “Doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyor...” Yıllardır ağız birliği yaparak dinimiz hakkında kendi anlayışlarına göre bir din, bir kitap görmek istemiş olmalarıdır. Bu düşüncelerini, din adına konuşan sözde âlimler aracılığı ile kamuoyuna intikal ettirmişlerdir. Müslümanları derinden üzen ve onları aşağılayan, din adına konuşanlar gördük ve görüyoruz. Müslümanlar kendine benzeyenleri sever ve kabul eder. Bu sebeple ahlak, takva, ihlâs gibi hasletlerle bezenmiş olan insanlar ancak gerçek İslâm âlimleridir. Kendilerini âlim yerine koyan, dinde pazarlık yapmak isteyenlere rehberlik yapan, sözde âlimler, Allah’la karşılaşacaklarına inanmıyorlar mı?
“Kendisine ortak koşmaksızın Allah’ın hanifleri (O’nun birliğini tanıyan müminler olun). Kim Allah’a ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş (bir nesne) gibidir.” (Hac suresi: 31. ayet) Bu ayete göre Allah’a ortak koşmak, manen bir düşüştür. Müşrik olmak öyle tehlikelidir ki insanın manevi varlığını paramparça eder, bir kasırga gibi onu uçurumlara sürükler. İnsanın kişiliğini hazırlayan kaynak ve güç imandır.
Bugün insana ait olan bilgi, eşyaya ait olan bilginin altına düştü. İnsan, tanınmaz ve tarif edilemez bir hale geldi. Yeryüzünün halifesi iken, maddi bir varlık haline getirildi. Bugün insanın iki özelliği öne çıkıyor: Maddi yönü ve siyasi görüşü. Bugün insan, ailesiz, aşsız, işsiz yaşanmaz derken, imansız yaşayabileceğini fiili tavırlarıyla ispatlamaya çalışıyor.
İnsanın her şeyini düşünenler, onun gönlünü, sevgisini, imanını, ahlakını hesaba katmıyorlar. Batı, Ay’ı keşfedebildi, insanın kalbini keşfedemedi. İnsanın, büyük âlem olduğu unutuldu. Küçük âlem olan dünya, büyük âlem olan insanı âdeta yuttu. Küçük cihat olan savaşlar, büyük cihat olan nefsi unutturdu. İnsanın itibarı, insanın maddesine yöneldi. Yahudi, şekli öne aldı, insanın ruhunu ihmal etti, sonunda lanetlendi. Hukukun üstünlüğü dile getirildi ancak insanın dininin ve varlığının üstünlüğü üzerinde hiç durulmadı. Önce insan deneceği yerde önce hukuk dendi.
İnsanın yaptığı bazı şeyler, onu imara, ıslaha değil, imhaya yöneltti. İnsan bugün imha ediliyor. İnsanın gönlü, fikri, sevgisi, becerisi imha ediliyor. İnsanı öne çıkarıp, insanı yaratan varlığı dışlayan zihniyet, yaptığının faturasını ödüyor bugün. İnsanı kâinata havale edip, kâinatı yaratan varlığı dışlayan zihniyet, insan ve kâinata en büyük zalimliği yapıyor.
Bugün insanlığın geldiği en son nokta, istese de istemese de Rabbinin katından gelen ilahî reçetedeki ilaçlara duyduğu hasrettir. Yeryüzü sistemlerinin hiçbiri, insanlığın ıstırabını dindiremiyor ve onu krizden krize, stresten strese sürükleyip duruyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.