Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Muhalifler-muvafıklar

Muhalifler-muvafıklar

“AK Parti” diyenler taraf, “A Ke Pe” diyenler muhalif!..
“Pe Ke Ke” diyenler taraf, “Pe Ka Ka” diyenler muhalif!..
Yurdumun aydınları çoktan kelimeleri aştı, artık rumuzlarla kavga ediyor.
Hem Kemalist hem aydın olmak mümkün mü?
“Bir Kemalist Aydın” (Yalçın Bayer’in yazı başlığı)...
Hadi buyurun, tartışalım şimdi: Hem Kemalist, hem aydın olmak mümkün mü?
Konu tartışmaya son derece müsait, çünkü “aydın” kelimesini herhangi bir “izm”le yan yana getirmek, en başta “eşyanın tabiatına” aykırı...
Zira “aydın” olmak dogmalara saplanıp kalmadan, gerçeği aramak demektir. “Kemalizm” ise değişmez, hatta “Değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kavramların bütünüdür...
O ne yaptıysa, gerçek!..
Ne yazdıysa (baştan sona Nutuk), doğru!..
Ne düşündüyse iyi ve güzel!..
Kısacası, ne dediyse o!
Anlayacağınız, diğer “izm”ler gibi, “Kemalizm” de tam bir “teslimiyet” gerektiriyor.
İşte tam da bu yüzden dogmadır!.. Tabudur!.. Hükümdür!.. Karardır!.. Her şeydir!
Kimsenin onu kabul etmeme lüksü yoktur!..
Kimsenin farklı düşünme ve farklı şeyler söyleme özgürlüğü yoktur!..
Sadece “övme”, “sevme”, bir de çok çok, “Şunu kastetmiş olabilir” gibisinden, bin dereden su getirerek “yorumlama” hakkı var...
Mesela, “Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ demesi yüzünden Kürtler kendilerini dışlanmış hissettiler” diyemezsiniz; ancak, “Atatürk bu sözüyle sadece Türk kökenlileri değil, birlikte yaşadığımız tüm etnik unsurları kastetti” diyebilirsiniz...
Zaten yapılan da budur...
“O zaman neden ‘Türk’ yerine ‘Türkiyeli” demedi?” diye soramıyorsunuz...
Sorarsanız, “Atatürk’ü sevip sevmediğiniz” sorgulanmaya başlanıyor...
“Söyle bakim, seviyor musun, sevmiyor musun?”
Bu soru ile ilkokula başladığım gün tanıştım. Başöğretmen Hikmet Bey, ebedi çatık kaşlarını şöyle bir kaldırıp “En çok kimi seviyorsun”u dayattı...
Ailemden öğrendiğim cevabı verdim: “Allah’ı”...
Kaşları yerine döndü: Kavisleşip çatıldı ve o gün tehdit olarak algıladığım cümleyi söyledi: “Seninle çok işimiz var!”
“Sizin gibi koskoca bir başöğretmenin benim gibi küçücük bir çocukla ne işi olabilir?” diye soramadım o gün... Hiçbir gün soramadım... Çok korkmuştum...
Ve bu sorunun “netameli” bir soru olduğuna o gün karar vermiştim.
Sonraki yıllarda da benzer ithamlar hiç yakamı bırakmadı.
Başörtüsü taktığı için televizyon ekranına çıkarılan bir kız öğrenciye, bana sorulduktan neredeyse elli sene sonra, aynı sual sorulunca, kulaklarıma inanamadım...
Ülkemde “fikir özgürlüğü” (ve tabii sevme-sevmeme özgürlüğü) alanında hemen hemen hiçbir şey değişmemişti. Eski tas, eski hamam!
Ben olsaydım anlı-şanlı ve de meşhur televizyon programcısına, “Sevmeme özgürlüğüm var mı?” diye sorabilir miydim, bilmiyorum...
Ama o kızcağız sormuştu...
Ve şöyle eklemişti: “Sevmeme özgürlüğüm varsa sevmiyorum!”
Ne kızmışlardı ama...
Nasıl da hırpalamışlardı...
Sıkıştırmak için, neler neler yapmışlardı.
Ne “mürteci”liğini bırakmışlardı, ne “Humeynici”liğini.
Ben hayatımın hiçbir döneminde “Humeynici” olmadım...
Amerika’nın kibirli uşağı “İran Şehinşahı Şah Rıza Pehlevi”yi devirdiği için zaman zaman harekete “sempati” ile baktım, ama bazı icraatlarından dolayı Humeyni hareketini eleştiren sert yazılar da yazdım.
Bu durumda benim “sevmeme özgürlüğü”m var mı?
Şimdi söyleyin, “Seviyor musun-sevmiyor musun?..” kıskacında “aydın” nasıl yetişsin?
“Kemalist aydın” tipler eşliğinde patinaj yapıyoruz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi