Afaktaki peygamber izleri
İmam Rabbani Hazretleri, Mektubat adlı eserinde Hindistan’ın her köşesinde geçmiş peygamberlere dair izlere rastlandığını söylemektedir. Bu izler adeta Hindistan’ın her köşesine sinmiştir. Ve bu gerçek ayetlerle de müeyyettir. Kur’an buyruğu, her kavme kendi dilinden peygamberler gönderildiğini ifade eder. Çin’le alakalı olarak da Konfüçyüs veya Tao gibi ‘ilahi kaynaklı’ şahsiyetlerin söz konusu gönderilmiş peygamberler silsilesinden olabileceği beyan edilmektedir. Kur’an’da sadece 25 (28) Peygambere atıf vardır. Halbuki, bunların yanında yine Kur’an-ı Kerim’in haberiyle temas edilmeyen ve adı verilmeyen yani gayri muayyen nice sayısız peygamberler vardır. Bunların tayini zanni ve içtihadi bir alanı teşkil etmektedir. İmam Gazali de felsefesinin beşiği olan Avrupa diyarının da Peygamberler tarafından aydınlatıldığını ifade etmektedir. İslam öncesinde bu kıta meçhul peygamberler tarafından aydınlatıldı ise İslam sonrasında da bizzat İslam tarafından aydınlatılmıştır. Endülüs, Sicilya ve diğer temas ve bağlantı yol ve alanlarıyla Batı kısmen de olsa karanlık çağlarına veda etmiştir. Batı’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi (Sigred Hunke) gibi kitaplar da buna tanıklık eder.
Son sıralarda Oğuz Han veya Bilge Kağan gibi Türk hakanlarının da ya doğrudan peygamber olarak gönderildikleri ya da Hazreti İbrahim gibi peygamberlere tabi oldukları yönünde değerlendirmeler var. Bu hususta yakin bir bilgi olmasa da söylenenler ihtimal olarak akla yatkındır. Zanni ve içtihadi bir değerlendirmedir. Kehf Suresinin 85. ayetiyle Orhun Kitabeleri arasında yapılan bir mukabele arada benzerlikleri ortaya koymaktadır. Şöyle de söylenebilir: Kitab-ı Meknun yani saklı ve satırlara dizilmiş ve bezenmiş kitap veya Kur’an ile kitab-ı kainat birbirini teyit etmektedir. Veya Kitab-ı Meknun’un yani saklı kitabın sırlarıyla afaktaki izler birbirini teyit etmektedir. Teyitleşme vardır.
•
Kitab-ı meknunun sırlarıyla afaktaki izlerin birbirini teyidi makamında Orhun Yazıtlarını örnek verilmektedir. Nitekim, Orhun Kitabelerinde Bilge Kağan yaşadıklarını yazıtlara ve kitabelere şöyle dökmektedir: “Gittiğim yerlerde Güneş’in kavurduğu, Güneş’in battığı son millete gittim. Onların arasında hüküm verdim. Sonra dünyanın öbür ucuna, Güneş’in doğduğu yere vardım. Orada bulduğum milleti boyunduruğum altına aldım. Birbirleriyle olan çekişmelerine son verdim. Ordumla Tengri buyruğu olarak adalet getirdim. Tengri buyruğu olarak bunları yaptım...” Sonra Kur’an-ı Kerim’den Kehf Suresi’ne bakıyoruz. 85. ayetten başlayarak bize şunları aktarıyor: “Nihayet Güneş’in battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin” dedik. Sonra yine bir yol (araç) tuttu. Nihayet Güneş’in doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerinde buldu ki, onlar için Güneş’e karşı bir örtü yapmamıştık...” Burada kitab-ı kainat ile kitab-ı mestur yani satırlara dökülmüş kitap arasında teyitleşme olduğunu görüyoruz. Esasen hakikatin parmak izlerini her yerde görmek mümkün. Her boyuttaki gerçek birbirini teyit ediyor.
•
Bütün bunlar bir anonim olarak söylenmiş bir gerçeğe parmak basıyor:
• Ve fi külli şeyin lehu ayetun
• Tedullu ala ennehu vahid
Her şeyde onun gizli bir işareti ve mührü vardır, saklıdır ve onun birliğine delalet eder. İnsan oğlu gerçeklerin üzerine küfür ve inkar gibi örtülmüş toprağı ve molozları eşeleyerek afaktaki izleri yeniden keşfedebilir. Böylece küfrün veya inkarın gizlemiş olduğu perde kaldırılarak yeniden peygamberlik izlerine ve onun da ötesinde birliğin ayetlerine ulaşmak mümkün. Elbette bunları yaparken de titizlenmeli ve zorlamalardan kaçınılmalıdır. Zaten zaman cevherlerini ve incilerini zorlamadan saçıyor. Nitekim 41. Sûrenin 52. âyeti aynen şöyle buyuyor: “Âyetlerimizi ve işaretlerimizi afakta ve kendi nefislerinizde göstereceğiz; tâ ki Kur’ân-ı Kerim’in hak olduğu ortaya çıksın ...” Ahirzaman zuhurat çağıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.