Unutulan Lübnan'dan bugüne
Milli iradenin iktidarını pekiştiren üç generali açığa alma hamlesi başbakanın seyahat dönüşü gerçekleşseydi bugün sadece Lübnan ziyaretini konuşuyor olacaktık. Başbakanın Lübnan ziyareti bölgede öyle bir rüzgar estirdi ki bunun Türkiye ancak bir kısmını hissedebildi. Oysa bütün Ortadoğu bir hafta boyunca başbakanın Lübnan ziyaretiyle yatıp kalktı.
Ortadoğu'nun ve hatta İslam dünyasının en renkli mozaiğinin merkezi olan ve fevkalade hassas dengeler üzerine kurulmuş bulunan Lübnan tam da içinden geçtiği siyasi kriz sebebiyle istikrarsızlığın eşiğe gelmişken, bölgesel ve uluslar arası güçler tam da Lübnan'ı karıştıracakken başbakanın ziyareti birden bire oraya istikrar pompalayan, milli birlik ve kardeşlik duygusunu gündeme taşıyan müsekkin etkisi yaptı.
Lübnan'ı en iyi tanıyanlardan biriyim. Kaç kez ziyaret ettiğimi bile hatırlamıyorum.
Özgür arap basınının merkezi Beyrut'tur. Bizim meslekte Arapça konuşabilen meslektaş sayısı bir elin parmakları kadar bile olmadığı için Arapça yayın yapan televizyonlardan usandıracak oranda davet almaktayım. O yüzden Lübnan'a ziyaret sayımı bilmiyorum.
NATO toplantısından Lübnan ziyaretine uzanan son bir haftanın gündemi Arap dünyasını o kadar yakından ilgilendiriyor ki her gün birkaç tv kanalının davetini geri çevirmek zorunda kaldım, yetişemedim.
Lübnan diğer Arap ülkelerine benzemiyor. Krallık, şeyhlik veya emirlik yok. Baas tipi totaliter bir sistem de yok. Yirmiye yakın dini cemaat ve siyasi topluluğun yönetimi paylaştığı, devletten ziyade biri biriyle iyi geçinmek zorunda kaldığını hisseden toplulukların bir arada yaşadığı çok farklı bir yapı, oluşum. Mesela cumhurbaşkanı Maruni, başbakan Sünni, meclis başkanı şii. Diğer devlet mekanizmaları da cemaatler arasında paylaşılmış. Bu paylaşım değişmiyor.
Bir taraftan farklı inanıştaki insanların bir arada yaşamasına verilecek en güzel örneği teşkil ederken, öte taraftan her an patlamaya hazır bir toplum örneğini de içinde barındırıyor.
150 bin civarında tahmin edilen Ermeni cemaati dışında Lübnanlılar Türkiye'yi eskiden beri kardeş bilen seven ve bu sevgisini de gizlemeyen bir yapıya sahiptir.
Lakin 2003 yılına kadar Lübnan öyle ihmal edilmişti ki, Beyrut büyükelçimiz, "Unutulduk" demişti. Türkiye'nin yeni dış politika stratejisi sayesindedir ki, unutulmuş olan Lübnan yedi yıl içinde o kadar yakınlaştı ki kırmızı pasaporta bile vize uygulayan bu ülkeye artık vatandaşlarımız normal pasaportla bile vizesiz girer hale gelmiştir.
Başbakanın bütün İslam dünyasında olduğu gibi Lübnan'da da halk desteğinin zirve yapmış olduğunu haberlerden siz de gördünüz. Başbakanın İslam dünyasındaki desteğinin Türkiye vatandaşlarının desteğinden daha fazla olduğunu söylersek abartmış olmayız.
Türkiye çok sayıda okul ve hastanenin inşasına öncülük etmiş adeta Lübnan'ın kalkınmasına fiilen el uzatmış laftan çok iş üreten bir politika takip etmiştir. Bunun için Türkiye'ye olan sevginin boyutu diğer komşu ülkelere duyulan sevgiden farklıdır. Buna siz bir de 'van minit' efsanesini ekleyin. İsrail'den en fazla zarar görmüş ve görmekte olan Lübnan halkının sevgisini varın siz hesap edin. Yüksek stratejik konseyden serbest bölge anlaşmasına kadar bir dizi dayanışmanın temellerinin atıldığı bölge şengeninin gündeme geldiği bu yakınlaşma bazı fitne kaynaklarını da rahatsız etmedi değil.
Mesela başbakanın sakinleri Türkçe konuşan Kevasire (Kuvaşra) köyünü ziyaret etmesini Sayda'ya gitmesini Lübnan'daki Sünnilerden yana tavır koymak şeklinde değerlendirip diğer grupları bilhassa da Şiileri tahrik etmeye yönelik haber ve yorumlar da yapılmadı değil. Bir haftadır konuştuğum hemen hemen bütün tv kanallarının ortak sorularından biri de buydu.
Oysa ziyaret edilen yerler Türkiye'nin öncülüğünde yapılan okul ve hastane benzeri tesislerin açılışının programlandığı yerlerdir bunlar maalesef anlatılmıyor. Ben 2 Aralık 2009 tarihli "Bekaa'daki Türkmen köyleri" başlıkla yazımda da temas etmiştim. Türkiye 37'si Kızılay aracılığıyla Lübnan'a 57 okul inşa etmiş, biri Akkar'da diğeri Sayda'da 2 adet sağlık ocağı yapmıştır.
Yine aynı bağlamda Türkiye'nin bu ziyaret ile İran'a karşı bir nüfuz rekabetine girdiği yönünde de dedikodular yapıldı. Buna en güzel cevabı başbakan Lübnan'daki bütün siyasi kütle temsilcileriyle görüşerek verdi. Başta Suriye Suud çabaları olmak üzere Lübnan'daki siyasi krizi aşmaya yönelik bütün uluslar arası çalışmaları desteklediğini ilan ederek verdi.
Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, başbakanın Lübnan ziyareti, hem Lübnan halkına, hem bölge ülkelerine, hem İsrail'e hem de batıya verilmiş mesajlarla dolu bir ziyaret idi. Bu ziyaret ile herkes Türkiye'nin gücünü bir kez daha yakından hissetmiş oldu. Türkiye'nin artık figüran bir ülke değil bölgede tarih yazan asıl faktörlerden biri olduğunu cümle aleme ilan etmiş oldu.
Bu arada Lübnan'da son sekiz sene içinde ilişkilerimizin gelişmesine önemli katkıları bulunan iki büyükelçimizi zikretmeden geçemeyeceğim. İlki Celaleddin Kart beydir. Bence ülkemizi temsilde ve ilişkilerin ikamesinde son derece yararlı ve başarılı bir elçilik ifa etmiştir. İkincisi şu anda MGK Genel Sekreteri olan Serdar Kılıç beydir. Elçiliğe kapanmamış Lübnan toplumuna açılmış, başbakanın açılışını yaptığı birçok tesisin inşasına önemli katkılar sağlamış başarılı bir diplomattır.
Türkiye'nin istikameti doğru ve politikaları isabetlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.