Ve hukuk, ve vicdan, ve Silivri
Wikileaks belgeleri ayarları bozdu, tamam da, başka şeyler de oluyor cennet vatanda...
Kemal Türkler davası zamanaşımına uğradı.
Dosya bir daha açılmamak üzere kapandı.
Katil yırttı...
Bazı vicdanlar (!) rahatladı...
Kemal Türkler’in kızı Nilgün Türkler Soydan, “Babamı öldüreni gördüm. Olay gözlerimin önünde oldu. Bugün bu ülkeden nefret ettim. Burada doğduğum için üzülüyorum!” diyor.
Babasının öldüren şahsın ismini de söylüyor ve ekliyor: “İlk duruşmada onu hemen tanıdım. Duruşma yaklaşık 2.5 saat sürdü. Bu süre boyunca sürekli başımdan parmak ucuma kadar titredim ve kendisinden sadece yüzüme bakmasını istedim. Devamlı yüzüne baktım. Çünkü senelerdir onunla göz göze gelmeyi istiyordum. Ama babamın katili bana bakmadı...”
Devlet, babasını öldüren şahsa ihale yoluyla bilmem neredeki milli parkın işletmeciliğini vermiş. Yakasından tutup içeri tıkacağına, bir de ödüllendirmiş.
Muhtemeldir ki, “iyi çocuklar” familyasından biri.
Belki de işinin ehli bir mutemet...
Bilmiyoruz.
Mutemetlerden biri de olabilir, mutemetlerin eline silah tutuşturduğu sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olabilir...
İşin bu kısmı şimdilik bizi ilgilendirmiyor.
Ortada bir cinayet, ismi cismi belli bir katil, babası öldürüldüğünde henüz 19 yaşında genç bir kız olan ve 30 yıldır adalet aramaktan yorulmuş “üzgün bir kadın” var. O kadının söyledikleri vicdanlarımızı yaralamıyorsa, kâğıdı kalemi bırakıp ilelebet susalım.
Bağımsız yargımızın bazı yüksek temsilcileri, her fırsatta “yargının bağımsız ve tarafsız olması
gerektiğini” söyler, laiklikten girer “Cumhuriyetin kazanımlarından” çıkar.
Kendini tutamaz, “aydınlanma taşıyıcılığı” misyonuna soyunur.
Kendini tutamaz, “vicdanıyla cüzdanı arasında sıkışıp kaldığını” itiraf eder.
Kendini tutamaz “bu ülkeyi beğenmiyorsanız, gidin uzayda yaşayın” diyerek hak arayışındaki insanlara kapıyı gösterir.
Kendini tutamaz, “fotokopi belge üzerinden çatır çatır beraat kararı veriyorum, kimse de gıkını çıkaramıyor” itirafında bulunur.
Kendini tutamaz, Silivri’ye, şuraya buraya selam gönderir.
Kendini tutamaz, darbe çeteleriyle otel lobilerinde “darbe toplantıları” düzenler.
Bütün bunları yapar ama yargının sadece siyasete karşı değil, devleti oluşturan sair kurumlara karşı da bağımsız olması gerektiğini düşünmez, düşünmek istemez... Hukukun “haklarla” ilişkisini kurcalamaz... Zamanaşımı tezgâhına “dur” demez... Gecikmiş adaletin “adalet” sayılmayacağını idrak etmez...
Şemdinli bombacıları ve Yüksekova Çetesi yırttı...
Susurluk canileri yargı vartasını küçük sıyrıklarla atlattı.
Kemal Türkler’in katili “bir kez daha” derin bir nefes aldı...
İstanbul Üniversitesi’nin kapısında bomba patlatanlar ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor...
Sırada ne var?
Pek yakında, darbe sanıklarını da “rahatlamış” olarak görürüz.
Hayır, tutuklulukları cezaya dönüşmüş bulunan Silivri’deki garibanlardan söz etmiyorum... Onlar da “gecikmiş adalet”in mağdurları.
Asıl failler dışarıda... Ve bağımsız yargımızın bazı yüksek temsilcileri bunda bir anomali görmüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.