Andıçlama hikâyeleri... Ananı da fişledin mi?
Hani, hep “şov”dan, “gövde gösterisi”nden bahsederiz ya; buna örnek olarak da, “Kısrak, cins bir tay doğurur, hiç kimsenin haberi olmaz ama, tavuk bir yumurta doğurur, yedi mahalleye duyurur” sözünü gösteririz ya; her zaman olduğu gibi, bunu, dün bir defa daha yaşadım.
Dün, meslek hayatım boyunca girdiğim ama “kaçıncı duruşma” olduğunun sayısını bile unuttuğum bir “duruşma”ya daha katıldım...
“Mahkeme”ye gittiğimden sadece “gazetedeki arkadaşlarım”ın, “avukatım”ın ve elbette ailemin haberi vardı... Başka, hiç kimsenin haberi yoktu... Çünkü hiç kimseye söylemedim.
Böyle bir adetim yok...
Gittim, ifademi verdim ve geldim.
Peki, bunu niye yazıyorum o halde?..
Birincisi; “hangi yazı”dan niye “sanık” olduğumu bilmeniz için... İkincisi de; bazılarının, “kendi reklâmlarını, nasıl yaptırdığını” göstermek için!..
TGC’DEN GELEN MESAJLAR!
Efendim, olay şu:
Ben, bir “Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Üyesi”yim... Ama, Gazeteciler Cemiyeti, “mesleki dayanışma”ya en çok ihtiyaç hissettiğim günlerde bile, bana hiç sahip çıkmadı... “Haksızlığa uğradığım” günlerde, hiç arkamda durmadı.
Ama aynı Cemiyet; “sol”dan birileri olduğunda ortalığı velveleye verip, onlara sahip çıktı, “destek bildirileri” yayınladı!..
Dediğim gibi;
Dün “duruşmam” vardı... Ama benim yargılandığımı, TGC’nin ruhu bile duymadı... Duyması da mümkün değildi, çünkü ben haber vermedim...
İşte TGC, önceki gün; “bütün TGC üyesi gazeteciler”in cep telefonlarına “mesaj”lar geçti:
“Yazar Rıza Zelyut’un filanca gün duruşması var... Meslektaşımızı yalnız bırakmayalım... Hepinizi duruşmaya katılmaya davet ediyoruz.”
Ben böyle bir talepte bulunsaydım, TGC kabul eder miydi acaba?.. Hiç sanmıyorum... Ama, “TGC üyesi”nin adı Rıza Zelyut olunca, anında devreye girip, “Yalnız bırakmayalım” mesajları çekiliyor!..
Hani; “Duvarı nem, insanı gam yıkar” derler ya; öyle sanıyorum ki, TGC’yi de bu “çifte standart” yıkacak!..
Hasan Karakaya duruşmaya çıkacakmış, hiç umurlarında değil... Ama Rıza Zelyut duruşmaya çıkacaksa, anında “seferber” ol!..
Hayır, hiç umurumda değil!..
Sadece bir “zihniyet deşifresi” yapmak istedim, o kadar... Yoksa, ben kendi göbeğimi, kendim keserim!..
HEM YAP, HEM ŞİKÂYET ET!
Bunu böylece ifade ettikten sonra, gelelim, “hangi yazı”dan yargılandığıma...
Malûm; “Ergenekon operasyonları” devam ederken, Jandarma eski Komutanı Org. Şener Eruygur da gözaltına alınıp, tutuklanmıştı... İşte o günlerde, “zanlı” ve “sanık”ların verdiği ifadelerde, Org. Eruygur’un; “Ergenekon’un 1 Numarası” olduğu iddia ediliyordu... Bu ifadeler “gazete manşetleri”ne de yansımıştı...
Daha sonra, “iddianame” hazırlandı... İddianamenin “ek delil klasörleri”nde, “fişleme belgeleri” vardı... Bu belgelerden birinde; “Org. Şener Eruygur’un talimatı” ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nda “araştırma” yapıldığı, “bakanlığın tuvaleti”ne kimlerin “def-i hacet” için, kimlerin de “abdest almak” için geldiği, saat saat fişlenmişti.
Ben de, işte bu “tuvalet fişlemeleri”ni eleştirmek için; “Bir Numara dediler, Yüz Numara çıktı” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Öyle ya;
Koskoca paşanın işi miydi, “tuvaletlere giren-çıkanı kontrol” ettirmek?!?..
Neyse, uzatmayalım... Org. Şener Eruygur, bu yazıdan rahatsız olmuş, kendisine “hakaret” ettiğim iddiasıyla dâvâ açmış!..
Dün, onun duruşması vardı...
Gittim, savunmamı yaptım, “belge”lerini sundum, geldim... Dâvâ nasıl sonuçlanır, bilemem...
BUNLAR DA ÇÖP MÜFETTİŞİ!
Ama, bildiğim bir şey var:
Bu olaylar, sadece “Eruygur fişlemeleri” ile sınırlı değil... Daha başka komutanların, daha başka “fişleme”leri de var ki; zaman zaman Akit’te ve daha başka gazetelerde bunların haberleri çıkıyor.
Mesela şurada:
Madem bir “fişleme” yaptın, madem “deşifre” oldu, erkekçe arkasında dur... Ya da “özür” dile, olay kapansın!..
Ama, beyler ne yapıyor?..
“Fişleme belgeleri” gazetelerde yayınlanınca, elbette “susturmak” ve “yenilerinin yayınlanmasını engellemek” için, hemen “dâvâ” açıyorlar!..
Neymiş?.. Kendilerine “hakaret” edilmiş!..
Be adamlar, sizin yaptığınız ne?..
Bir insanın “mahrem”ine girmek, onun “etek boyu”na varıncaya kadar araştırmak, sonra da bunu “rapor” etmek, o insana “hakaret” ve hatta “taciz” değil mi?..
İşte, “Wikileaks belgeleri”ne bile giren çarpıcı bir örnek:
“Subayların çöplerini kontrol eden askeri müfettişler var.. İçinde içki şişesi olmayan çöpleri tespit ediyorlar.
Bazen de askeri liderler eşleriyle birlikte, ordu tesislerinde havuz başında düzenlenen partilere davet ediliyor. Bu partilere katılanlardan mayo giymesi bekleniyor. Dindar oldukları için gitmeyi reddeden kadınlar, kocalarının kariyerini tehlikeye atıyor.”
Şimdi, gelin de bağırmayın;
“Bohçacı geldi haaanımmm!”
Pardon;
“Fişlemeci geldi haaanımmmm!!!”
“Bir ordu, bir komutan bunu yapar mı?.. İşi mi bu?!?” diye sormayın lütfen!..
Yapmışlar işte!..
Onlar yapmış, biz yazmışız!..
Yazınca da, “sanık” olmuşuz!..
“Hastanelerde hasta yatan”(!) onlar;
“Mahkemelerde sanık olan” bizler!..
PAZARLAMACI KİSVELİ MÜFETTİŞLER!
Geçenlerde, Bugün gazetesinde, bir haber çıkmıştı... Başlığı şöyleydi: “Subay eşleri ve kızlarının etek boylarını bile ölçmüşler!”
Haberden öğreniyoruz ki;
Komutanlar, bir taraftan “darbe hesapları” yaparken, alt kademeye de “ilginç görevler” vermişler!.. Kimi “tuvalet müfettişi” yapılmış, kimi de “çöp tenekesi memurluğu” ve “pazarlamacı” olarak görevlendirilmiş!..
Bu görevliler; ordu mensubu askerlerin evlerinin kapısını çalıyor, teflon tava satar gibi yaparak, subay eşlerinin ve kızlarının giyimlerine bakıp, rapor tutuyormuş.
İşte o raporlardan bir bölüm:
“Adresine pazarlamacı kisvesiyle gidildiğinde kapıyı açan ve J.Yb. H.V.’nin eşi olduğu değerlendirilen 40 yaşlarındaki bayanın gözlüklü, başı açık, üzerinde uzun kollu bluz ve ayak topuklarına kadar uzun etekli olduğu, başına türban tabir edilen kıyafet giymediği...
17.10.1998’de aynı eve adres sorma bahanesiyle gidildiğinde kapıyı açan ve J.Yb. H.V.’nin kızı olduğu değerlendirilen 16 yaşındaki bayanın başı açık modern giyimli olduğu görüldü.”
Görüyorsunuz değil mi;
Nasıl “fişleme taktikleri” uygulamışlar!..
Demişler ki;
“Türban tabir edilen kıyafet!”
Be adamlar; “türban tabir edilen kıyafet”le bu kadar uğraşırken; “terör tabir edilen belâ”ya karşı, 30 yıldır ne yaptınız?..
Bu “fişleme”ler; “ordu tabir edilen kurum”a hiç yakışıyor mu?..
Ama kabahat, bunları soranda!..
Çünkü, “yargılanan” biziz!..
GÖNENLİ’NİN PARA KAYNAĞI!!!
Haa, hemen söyleyeyim:
Bütün bu fişleme operasyonlarının sadece “28 Şubat Süreci”nde yapıldığını söylemek, haksızlık olur... Çünkü, “fişleme tarihi”nin geçmişi, daha eskilere dayanır.
Meselâ, 1980-1990’lı yıllar... Geçtiğimiz Nisan ayında Mahmut Toptaş Hoca yazmıştı:
“1930-1990 yılları arasında İstanbul’da İslami eğitim alan her öğrencinin cebine biraz para koyan Gönenli Mehmet Efendi, bir gün karakola çağrılır ve bu paraların nereden geldiği sorulur.
Hoca Efendi Allah’tan geldiğini söyler.
Komiser, “Gökten para mı yağar sana?” dediğinde, komiserin kapısı açılır ve bir polis memuru saatin beş olduğunu ve ayrılacağını söylerken, hocayı görür.
-“Hayrola hocam, ne arıyorsun burada?” diye sorar.
- Komiser, “Hocan bugün burada kalacak” der.
Polis memuru “Hocam gelecek, gidecek, yapılacak bir şey var mı” diye sorar.
Hoca elini cebine götürür, on beş lira çıkarır ve polise verdikten sonra; “Kur’an kursuna git, orada Ali vardı ve bu parayla bilet alıp memleketine gidecekti. Parayı ona ver” der.
Polis, parayı hocaya geri verir ve “Hocam, ben kursa gideceğim, Ali’yi kurstan alıp garajdan biletini de aldıktan sonra memleketine göndereceğim” der ve karakoldan çıkar.
Gönenli hocaefendi komisere dönerek; “Allah’ın parayı nasıl gönderdiğini gördün mü?.. Bu polis, senin yanında çalışırken sana hiç para vermediği halde bana niçin verir” der.
Hocaefendi serbest bırakılır ama “istihbarat” servisi peşini bırakmaz... Ne yapacaklar, ne edecekler, “Hoca’nın bir açığını” yakalayıp, onu kodese atacaklardır.
İSTİHBARATÇININ ANNESİ!
Bunun için de;
“Hoca’ya paranın nereden geldiğini” gözetlemeye devam ederler... Bir “istihbaratçı” Hoca’nın peşindedir!..
Bir gün evden çıkarken, annesine; “Sultanahmet’e gideceğini” söyler... “İstihbaratçının annesi”, telâşla “çeyiz sandığı”na koşar ve biriktirdiği paraları, “istihbaratçı oğluna” verip, der ki;
“Bunları Gönenli Mehmet Efendi’ye veriver de, fakir-fukara sebeplensin!”
İstihbaratçı, gider Sultanahmet’e, namazın bitmesini bekler... Öyle ya, görevi; “Hoca’nın etrafını saranlardan kimlerin para verdiğini, kimlerin para aldığını fişlemek”tir!..
Hocaefendi, “istihbaratçı”yı görünce; gayet yumuşak ve sevecen bir üslûpla sorar;
“Ananı da fişledin mi?!?”
Durum bu... Yorumunu siz yapın!
===========
Aşkın gözü kördür!
Bugün, “YÖK’ü protesto” bahanesiyle polise saldıran “kadrolu militanlar”a sahip çıkan gazete ve televizyonlar, acaba “dün” nerelerdeydi?..
Sırf “başörtüleriyle okumak” için “gösteri” yapıp, “demokratik tepki”lerini ortaya koyan “İHL’li ve üniversiteli kız öğrenciler”in karşısına polis dikildiğinde!.. “Ağız”larını kapatıp, konuşmalarını engellediğinde!.. Yerlerde sürüklendiklerinde!.. İncecik bileklerine “kelepçe”ler geçirildiğinde!.. Sırtlarına “cop”lar indirildiğinde!.. Kafalarına, “badana fırçasının sopaları” indirildiğinde!.. Başlarındaki “örtü”ler zorla çekilip, çıkarıldığında!.. Gece yarısı evlerine “baskın” düzenlenip, “gözaltı”na alındıklarında!.. Sırf “başörtülü” diye okullarından atılıp, istikballeri katledildiğinde!..
“Demokratik hak ve özgürlükler”den bahseden bu medya nerelerdeydi acaba?..
O “şiddet” sahnelerini, o “vahşet” görüntülerini niye haber yapmadılar ve niye “dut yemiş bülbül”e döndüler?..
Herhalde, “28 Şubat Süreci’nin kahramanları”(!) ile büyük bir “ideolojik aşk” yaşıyorlardı!..
Eee, ne demişler; “aşkın gözü kördür!”... O günlerde maşuklarının “zorbalık”larını görmeyenler; bakıyorum da, bugün “özgürlük kahramanı” kesilmiş!.. Ben de yedim!..