Meğer bizim de Guantanamo’muz varmış!
Okudukça insanın içi daha da ürperiyor. Allah Allah dedirtiyor. Bu zamanda bu da mı olurmuş. Yok canım, bu kadarı da fazla demeli insan, yoksa tahayyül sınırlarını zorluyor, ama inkâr edilecek tarafı da yok bu işin. Ortada tanıklar var, şikâyetçiler var. Yazılmış raporlar, kaydedilmiş ses kayıtları var. Açılmış mahkeme davaları var. Rahmi Keskin isminde bir TSK mensubunun mesela. Keskin on bir sene peygamber ocağında görev yaptıktan sonra ordudan atılmış. Suçu irticai görüşleri benimsemiş olması. Bundan kasıt nedir siz düşünün, alnı beş vakit secdeye gitmesi midir, gümüş yüzük takması mıdır yoksa içkiden uzak durması mıdır, yoksa “eğlenceli” gecelerde pek gözükmemesi midir Allahu A’lem ama tahmin edebiliyorsunuz... Keskin’i atmakla kalmamışlar bundan bir süre önce yaklaşık bir ay da hücre hapsinde tutmuşlar. Sözü burada haberin kaynağına ve Keskin’e bırakalım: Eylül 1990’da Hava Kuvvetleri Komutanlığı emriyle özel görevle Ankara Etimesgut 12. Hava Ulaştırma Grup Komutanlığı’nda kurulan özel tecritli hapishanede sorgulanan Keskin, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Özel tecritli hapishanede dini inançlarım ve düşüncelerimden dolayı sorgulandım. Yargılanmadan 28 gün hücrede hapsedildim. Sorgulamada gözlerim bağlıydı, karşımdakilerin kim olduğunu görmedim. Sorgucular birtakım şahısların isimlerini ve babam hakkında sorular sordu. Sordukları kişilerin bir kısmını tanıyordum, bir kısmını tanımıyordum. 3 metrekarelik bir hücrede kimseyi görmeden yaşadım. Nöbetçilerle bile konuşmak yasaktı. Her türlü yayını okumak yasaktı. Odanın pencereleri içeriden ve dışarıdan kapatılmıştı. 24 saat ışık altındaydım ve ışıkları kapatmak yasaktı. Haftada bir gün banyo hakkı veriliyordu. Küfürler, hakaretler yapılıyordu. TSK’ya yakışmayacak, haysiyet kırıcı muamelelere maruz kaldım. 1.5 metreden duvara parmaklar üzerine yaslanma cezası verildi. Yatak alınarak beton üstünde yatma cezası verildi. Bu hapis cezasından 6 ay sonra ‘tutum ve davranışlarım ile yasa dışı irticai görüşleri benimsediğim’ gerekçesi ile ordudan atıldım.” Keskin bunları 80 öncesi, 12 Eylül sonrasında yaşamıyor. Bunlar bu ülkede 90’larda dün yaşanıyor.
Keskin’in başından geçenler sadece bir örnek. Daha niceleri dini inançları gereği layık olmadıkları muamelelere tabi tutuldular geçmişte ve hâlâ da. Balyoz davası çerçevesinde gün yüzüne çıkan bilgiler de bunu teyit eder nitelikte. Sanık generallerden Helvacıoğlu’nun hasta ziyaretini bahane gösterip fişleme görevini titizlikle yürüttüğünü ispatlayan belgeler de. Binbaşı Kemal Şahin’in çocuğunu hasta olduğu için ziyaret edeceğini söyleyen tümgeneralin geldiğiyle gittiği bir olmuş. Şahin ailesi niye geldiğini, madem geldi niye oturmadığını da anlamamışlar ta ki karısının başörtülü olduğunun ordudan atılma belgelerinde yer aldığını görene kadar. “Atılmayla ilgili sicil dosyama eklenen bir kâğıdın üstüne büyük harflerle ‘belgedir’ diye yazıyordu. ‘Jandarma Kurmay Binbaşı Kemal Şahin’in evine yapmış olduğumuz ziyarette eşinin başörtülü olduğu görülmüştür’ deniliyordu. Belge dedikleri kâğıdın altındaki imzada Kurmay Albay Halil Helvacıoğlu’nun ismi vardı. Yani o günkü ziyaretin amacı bizi fişlemekmiş” diyor Şahin, bugün. “Evimizde Arapça Bismillah, Allah ve Muhammed yazan tablolar vardı. Halı renginden, evin duvar boyları ve perde renklerine kadar her şey not edilmiş” diyerek şaşkınlığını da ifade ediyor. Ne iş değil mi? Koskoca tümgeneral, vatan savunması yapacak diye vergilerimizle ihya olmuş bir kurumun elemanı olarak bir asker, ne işlerle meşgul olmuş. Hayret etmeyelim de ne yapalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.