Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Şeyh Vefa, Fatih’le neden görüşmedi?

Şeyh Vefa, Fatih’le neden görüşmedi?

Fatih’in, Ebul Vefa Hazretleriyle görüşmek için İstanbul’un Vefa semtindeki dergâhına gittiğini, ancak Şeyh Efendi’nin görüşme talebini geri çevirdiğini önceki gün yazmıştım...
Red cevabını alan Padişah, avluda sıralanmış dervişlere gıpta ile baktıktan sonra, Zağanos Paşa’ya dönüyor:
“Gördün mü Lala? Kiminin bizim huzurumuza liyakati yetmezken, bizim gönül padişahının huzuruna liyakatimiz yetmez. Lâyık oluncaya kadar beklemekten başka çaremiz yok.”
Durum Zağanos Paşa’nın aklına sığmıyor. Zorla içeri girmek için hamle yapınca da, Padişah-ı Cihan tarafından durduruluyor: “Hikmeti öfkeyle yenmeye çalışmak kara cahillerin harcıdır Lalam! Geri dönüyoruz.”
İstanbul’un aşılmaz surlarını aşıp Doğu Roma’nın yüreğini delen Padişah, gönüller sultanının kapısından başı önünde dönüyor.
Ne bir öfke, ne de güç gösterisi...
Azarlanmış bir çocuk gibi, mahcup ve hüzünlü biniyor atına...
“Vardır elbet bir hikmeti” diye düşünerek sarayına dönüyor.
Öte yandan Şeyh Efendi’nin müritleri derin bir merak içinde, olup bitenleri çözmeye, anlamlandırmaya çalışıyorlar...
Kimisi “Şeyh’imizin bir bildiği vardır” derken, bazıları, “Bu kadar da olmaz ki” havasında; “ayağına kadar gelen koskoca Padişah’ı geri çevirmeye ne lüzum vardı?” diyor.
Kimisi de Padişah’ın dergâha verebileceği desteği düşünüp kahırlanıyor: “Ne malum, belki de ‘dile benden ne dilersen’ diyecek ve dergâhımız hem üne, hem de maddi refaha kavuşacaktı.”
Yetişkin müritlerden ikisi hakikati öğrenme amacıyla Şeyh Efendi’nin kapısına gidiyor...
Destur alıp içeri girdiklerinde, Şeyh’in sorusuyla karşılaşıyorlar:
“Padişahımız gittiler mi?”
Müritler şaşkın şaşkın bakışıp bir ağızdan cevap veriyorlar: “Gittiler Şeyhim.”
Ebul Vefa başka hiçbir şey söylemeden, ağlamaya başlıyor. Müritler şimdi daha da şaşkındır: Hem Padişah’ı reddedip hem de ağlamak nasıl bir iştir?
“Korktuk” diyor Şeyh Efendi, inim inim bir sesle; “Mesuliyetten korktuğumuz için kabul edemedik.”
Neden korktuğunu da açıklıyor: “Padişahımız dergâhtaki gönül sohbetlerinin cazibesine kapılıp asıl işini unutur diye korktuk. Mizacı istikametinde dervişliğe meyledip devlet umurunu göz ardı eder diye endişeye kapıldık. O zaman maazallah Devlet-i Osmaniye zevale uğrar. Oysa bu âleme gönül sultanları kadar cihan sultanları da lâzımdır.”
Derin bir iç çekişten sonra, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Benim ona olan sevgim ve onun bana olan ihtiyâcı, bize asıl vazifemizi unutturacak kadar derindir. Dostluğumuz, sohbetimiz geliştikçe ben onun padişahlığına, o benim işlerime karışır. Bu da her şeyi karma karışık hale getirir. İşte bu yüzden onunla görüşmek istemedim.”
Din üzerinden siyaset yapmaya kalkışanlara ders olsun!
Bazılarınıza belki abartılı görünecek, ama galiba bugünkü en büyük eksikliklerimizden biri, Ebul Vefa benzeri “gönül sultanları”ndan mahrum bulunuşumuzdur...
Hiç mi yok? Elbette var: Ama “irtica” yaygaralarıyla öylesine etkisizleştirilmişler ki, artık belirleyici olamıyorlar.
Belki de bu yüzden beynimizle yüreğimiz ayrı tellerden çalıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi