Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Gönül sultanlarından mahrumiyetin bedeli

Gönül sultanlarından mahrumiyetin bedeli

Dünkü yazımın sonunu hatırlıyor musunuz?..
Gönül sultanlarının etkisizleştirilmesi sonucu, beynimizle yüreğimizin ayrı tellerden çalmaya başladığını söylemiştim...
Bu durumda beyin-yürek bütünlüğü oluşmuyor: Mantık ayrı yere çekiyor, duygu ayrı yere çağırıyor...
Paramparça yaşıyoruz.
“Madde için mânâyı tüketen ‘sahte sultan’ların cirit attığı günümüzde, gerçek ‘gönül sultanı’ nasıl anlaşılır derseniz, Ebul Vefa Hazretlerinin dikkat çektiği ölçüye bakın derim...
“Benim ona olan sevgim ve onun bana olan ihtiyâcı, bize asıl vazifemizi unutturacak kadar derindir. Dostluğumuz, sohbetimiz geliştikçe ben onun padişahlığına, o benim işlerime karışır. Bu da her şeyi karma karışık hale getirir. İşte bu yüzden onunla görüşmek istemedim” diyerek, Padişah-ı Cihan’la görüşmemiş, görüşmeme gerekçesini de ağlaya ağlaya açıklamıştı.
Hayatı boyunca bu ölçüye o kadar dikkat etti ki, Fatih’ten sonra Osmanlı tahtına geçen oğlu Sultan II. Bayezid’le de mesafeyi korudu, yüz yüze hiç görüşmedi...
Hattâ kızının nikâhını kıyması ricasıyla, dergâhına yaptığı önemli miktarda bağışı bile reddetti: Ne dâvetine katıldı, ne de gönderilen altınları aldı. Nikâhı kıyması için de başka bir gönül sultanını adres gösterdi: “Altınları ona verin, zira çok fakirdir. Nikâhı da o kıysın, zira buna benden daha lâyıktır.”
Bayezid de babası Fatih Sultan Mehmed gibi üstelemedi: O da “Bir hikmeti vardır” diye düşünüp tavsiyesini yerine getirdi.
Oysa Sultan İkinci Bâyezid, Ebül Vefa’yı pek severdi. İlmine, izzetine, irfanına, hele de hediye almaktan kaçınmasına ve sade yaşamına hayrandı.
Ama hiç yüzünü görmemiş, çeşitli vesilelerle yaptığı dâvetler, Şeyh’in mazeret beyanıyla geri dönmüştü.
Nihayet, Şeyh Efendi, 1490 (Hicri 896) tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşunca, yüzünü görmek için cenazesine gitti...
Görmeyi çok istiyordu.
Musalla taşındaki cenazenin başına geçti. Yüzünü işaret ederek emretti:
“Kefeni açın!”
Kefenin yüz kısmı açıldı. Fakat yine göremedi: Çünkü Ebül Vefa hazretleri sağ eliyle yüzünü kapatmıştı. Ne hikmetse, öldüğünde bile Padişah’a yüzünü göstermek istememişti.
Veli Padişah (Sultan II. Bayezid’in lâkabı “Veli”dir) ağlıyordu.
Vefa, dergâhını kurup adını verdiği semte defnedildi. Türbesinin penceresinde, “Muslihuddin Ebul Vefa, mânâ ehlinin uyduğu kimsedir/ Mezarının toprağı, âşıkların gözlerine sürmedir” anlamında şu mısralar okunur:
“Muktedây’ı ehl-i mânâ, Muslihuddîn Ebü’l-Vefâ;
“Uyûn-ı uşşâka hâk-i merkadidir tûtiyâ...”
Şeyh Vefa, mânevi dünyamızın vefakâr sultanıdır. Biz torunları olarak fazla bir şey yapamadık belki, ama en azından adını verdiği semtin adını değiştirmeyerek biraz olsun “vefa”mızı göstermiş olduk.
Şehir, kasaba ve köylerin isimlerinin değiştirildiği bir ülkede, bu kadarı bile “vefa” sayılmaz mı?
Aslen Konyalı olan Şeyh Vefa’nın adı, Konya/ Meram’daki bir camide de yaşıyor.
Bugün de ibadete açık olan cami, son derece sade ve mütevazı bir mâbettir. Adını taşıyan kişinin hayat felsefesini yansıtır gibidir.
Kısaca, bazı eserlerine de bakalım...
Makâm-ı Sülûk: Ebul Vefa’nın 396 beyitten oluşan Türkçe manzum bir eseridir. Ahlâkî öğütlerden oluşur. Edebiyât bakımından da kıymetlidir.
Şâz-ı İrfân: Bu da Türkçe manzûm bir eseridir.
Evrâd-ı Vefâ: Dua ve zikirlerinden oluşan bu eser nesirle yazılmıştır.
Rûznâme-i Vefâ: Bu eserinde Vefa, yaşadığı devrin güncel olaylarını anlatır. Eser Defterdar Ali Çelebi tarafından “Miftâh-ı Rûznâme” adıyla şerh edilmiştir.
Vefat yıldönümü münasebetiyle, birkaç yazıyla da olsa, hatırlamak ve hatırlatmak istedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi