Nasıl bakalım... Kartel gözüyle mi, kartal gözüyle mi?
Her zaman söylerim, bir insan ki; olaylara “durduğu yer”den bakarsa, “gerçeği kavrama”da zorluklar yaşar... Çünkü, “durulan yer”den “öyle görünen” bir olay, “bir başka yer”den bakıldığında farklı bir boyut, farklı bir anlam kazanabilir... Bu “öğrenci” için de böyledir, “siyasetçi” için de... “Gazeteci”nin durduğu yer de önemlidir, “avukat, bürokrat veya asker”in durduğu yer de...
Zaman zaman “Köroğlu” örneğini veririm ya... Köroğlu’nun kim olduğunu, meselâ “Bolu Beyi”ne sorarsanız, onun için; “Çapulcu!.. Haydut!.. Eşkıya!.. Anarşist” diyecektir... Ama aynı Köroğlu’nu insanlara sorarsanız; belki de hiç düşünmeden “Halk kahramanı” diyeceklerdir!..
İDEOLOJİ DEĞİL, NOSTALJİ!
Demek oluyor ki;
“Devlet”in baktığı yer ile “millet”in baktığı yer arasında dağlar kadar fark vardır... Buradan hareketle, şunu da söyleyebiliriz: “Devletçiler”in bakışıyla, “milletçi”lerin bakışı birbirinden farklıdır!..
Diyelim ki; gazetenin biri “halk gazetesi” olduğunu iddia etmektedir, ama “devletçi bir kafa”ya sahiptir, ondan “halkçılık” bekleyebilir misiniz?..
Aynı şekilde, diyelim ki, “parti”nin biri, “halk partisi” olduğunu iddia etmektedir, ama aynı zamanda “devleti kuran bir parti” olmakla övünmektedir, siz ondan “halkçılık’ bekleyebilir misiniz?.. O parti, elbette “statüko”yu savunacak, elbette geçmişin “nostalji”sini yaşayacak!.. Ne yazık ki; bunu da “ideoloji” olarak yutturacak!..
Bir “öğrenci grubu” düşünün... “İlericilik” ve “özgürlük” nutukları atmaktadır ama kafaları “68’de donmuş” kalmıştır... Güya “halk devrimcisi”dirler ama, tepeden-tırnağa giydikleri her şey “ünlü bir marka”dır!..
“Devrim önderleri”nden söz ederler ama; Marks ölmüştür, Lenin ölmüştür, Che Guevera ölmüştür, Mao ölmüştür, kısacası Sosyalizm de ölmüştür, Komünizm de!..
Bunların “durdukları” yer, “68’li yıllar”dır!.. Bakmayın o yıllara sahip çıktıklarına, aslında “Aldatıldık” diyememenin sancısını yaşıyorlar!.. Yaşadıkları; “ideoloji” değil, “68 nostaljisi”dir!..
“ERGENEKON’A SELAM ÇAKIYORLAR!”
“68 kuşağı”nın gazetelerdeki temsilcileri de aynı çıkmazda... Bir yandan “68 nostaljisi” yaşarken, bir yandan da “Ergenekonculara selâm” çakıyorlar..
Bunun son örneğini “Balyoz hakimleri” olayını sunuş tarzlarında gördük...
Malûm; “Balyoz Dâvâsı”nın başlamasına iki gün kala, o dâvâya bakacak 2 hakimin görevlerine son verildi ve başka bir vilayete “düz hakim” olarak atandılar.
Bu olaya, “kartal gözüyle” havadan değil de, “kartel gözüyle” dar pencereden bakan gazete, haberi şöyle verdi:
“İlk Balyoz hakime!”
Haberin ayrıntısı şöyleydi:
¥ “HSYK, Balyoz Davası’na bakan 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hakim Zafer Başkurt ile Dink davasının yanı sıra Ergenekon itirazlarını da karara bağlayan 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Erkan Canak’ı başka göreve atadı.
¥ Uyuşturucu sanıkları ve avukatlarıyla ilişki iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında alınan bu kararla, Başkurt Gebze’ye, Canak Sakarya’ya tayin edildi.”
¥ “Zafer Başkurt, Ergenekon tutuklusu Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın tahliyesi yönünde oy kullanmıştı. Bu nedemle Haberal, tahliye sürecinde dosyasına bakan hakimlerden sadece Başkurt’a karşı tazminat davası açmamıştı. Haberal, kendisini tahliye etmeyen dokuz Ergenekon hakimini Yargıtay’da tazminata mahkum ettirmişti.”
¥ “İrticayla Mücadele Eylem Planı soruşturması davasının tutuklu sanığı Albay Dursun Çiçek hakkında ‘Kaçma ve delilleri karartma şüphesi yok’ gerekçesiyle verilen ilk tahliye kararının altında da Erkan Canak’ın imzası vardı.”
Hele o günleri hatırlayın:
Dursun Çiçek, 30 Haziran’da dönemin Nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Rüstem Eryılmaz tarafından tutuklanmıştı. Aynı gün 14. Ağır Ceza üyelerinden Yakup Hakan Günay izne ayrılmış ve üye açığını kapatmak için izinde olan 13. Ağır Ceza Hakimi Faik Saban heyete dahil edilmişti. Bu atama, mahkemedeki dengeyi bir anda değiştirmişti. Albay Çiçek, tutuklanmasından 18 saat sonra 2’ye karşı 1 oyla serbest kalmıştı. Oylama sırasında Başkan Erkan Canak ve yeni üye Faik Saban, Albay Çiçek’in lehine oy kullanmıştı.
İDDİA TUTARSIZ, ÇÜNKÜ!
Söyleyin hele; “bu olayın evveliyatı”nı bilmeyen bir okuyucu ne düşünür?..
Başlığa bakıp, der ki;
“Vay anasını sayın seyirciler?.. Tayyip Erdoğan, bu iki hakimi görevden alıyor ki; yeni hakimler askerler aleyhinde karar versin!.. İşte bu, yargının siyasallaştırılmasıdır!”
Bakmayın, “Böyle diyecekler” dediğime... Dediler bile!.. Olaylara “kartal gözü”yle yüksekten değil de, “kartel gözü”yle dar pencereden bakan nice “uzman”(!) kisveli adam, ekranlara çıktı ve özetle böyle dedi...
“Dâvâya 2 gün kala hakim mi değiştirilir?” diyenler de oldu, bunun bir “Hükümet operasyonu” olduğunu iddia edenler de!..
Hiç düşünmediler ki;
HSYK, bu hakimleri “görevden alma” kararını “oy çokluğu” ile değil, “oy birliği” ile almıştır!.. Üstelik, HSYK’nın karar aldığı bu toplantıya “Adalet Bakanı” katılmamış, yani “siyasi baskı” yapmamıştır!..
Dahası da var:
Bu “iki hakim”in durumu, daha önce de gündeme gelmişti HSYK’da... Evet, “HSYK’nın yapısı” değişmeden ve Kadir Özbek’in henüz “HSYK üyesi” olduğu günlerde, özellikle Kadir Özbek’in tavrı, son derece ilginçti... Çünkü Kadir Özbek de, bu iki hakimin “görevden alınmaları” yönünde görüş beyan etmişti...
KARTEL GÖZÜYLE BAKINCA!
Bu iki hakimin “Balyoz Dâvâsı”ndan alınmaları istenmişti, çünkü; 15 Aralık Çarşamba günkü Akit’in haberinde de ifade edildiği gibi; her iki hakim hakkında “şok iddialar” vardı...
Akit’in haberi, özetle şöyleydi:
“Adalet Bakanlığı müfettişlerinin hazırladığı raporda, Canak ve Başkurt’un Ergenekon ve Balyoz davalarını sabote planında yer aldıkları, fuhuş, uyuşturucu ve rüşvet gibi suçlara karıştıklarıyla ilgili çok ciddi iddialar bulunduğu belirtildi. Raporda, bir uyuşturucu davasında lehte karar almaları karşılığında kendilerine rüşvet olarak hayat kadınları sunulan 2 hakimin, bir otel odasında birlikte oldukları fahişeleri Beşiktaş’taki Adliye Binası’na getirdikleri ve hatta buna adliye muhabirlerinin de şahit oldukları iddia ediliyor!”
Elbette müthiş bir iddia!..
Böyle bir iddianın muhatabı olan iki hakimi orada tutmakla “adalet” mi sağlanır?.. Onların vereceği bir karar “şaibeli” olmaz mı?..
Ama, dedim ya;
“Kartal gözüyle” yukarıdan bakarsan böyle, ama “kartel gözüyle” aşağıdan bakarsan, bu son operasyon, “Balyoz hakimlerine darbe”dir!..
Oysa, yok öyle bir şey!
Hakim beylerimiz, kendi “çukur”larını yine kendi “uçkur”larıyla kazmışlardır!..
Olay, bundan ibarettir!..
KARANLIK 28 ŞUBAT GÜNLERİ!
Gelelim, bu olaydan hareketle; “duruşma”ların Perşembe günü başladığı Silivri Cezaevi’nin “İstanbul’a uzaklığı” meselesini diline dolayanlara...
Neymiş; “Silivri İstanbul’a 90-100 kilometre mesafede”ymiş de, bu uzaklık, “adil yargılamayı etkileyen” bir sebepmiş!..
Hem sonra, hiç “cezaevi ortamı”nda “yargılama” mı yapılırmış?.. Bu, sanıklara “psikolojik bir baskı” imiş?.. Niye bir “spor salonu” kiralanmıyor veya duruşmalar niye Beşiktaş Adliyesi’nde yapılmıyormuş, falan filan!..
Bu “mesafe uzaklığı” meselesini duyunca, aklıma “28 Şubat günleri” geldi...
O “zulûm” sürecini yaşayan “öğrenciler” ve onların “aileleri” gayet iyi hatırlarlar!..
“28 Şubat’ın karanlık günleri”nde, İHL’lerde okuyan öğrenciler, hem “kesintisiz eğitim”e karşı çıkıyorlar, hem de “Örtülerimizle okumak istiyoruz” diye gösteri yapıyorlardı.
Hem de, ne “polise direniş” vardı, ne de “taşkınlık” yapıyorlardı... Sadece “hak”larını istiyorlardı...
Ama, “kararlılık”la!..
Ve de, “ısrar”la!..
Hemen her gün “eylemde”ydiler!..
Hayır; “itilip-kakılma”larını, “örtülerinin başlarından çekilme”sini, “incecik bileklerine kelepçe vurulması”nı, yerlere yatırılıp “tekmelenme”lerini, “badana fırçaları” ile dövülmelerini, “coplanma”larını ve sırf bu yüzden, Bursa’da bir kız öğrencinin “kamyon” altında kalıp, “bacağının kesildiğini” filan söyleyecek değilim...
Her biri “12-14 yaşında” olan ve henüz “çocuk” olan o “kız öğrenciler” var ya; “gösteri alanı”ndan alınıp, “otobüslere” bindirilerek, “30-40 kilometre uzaklıkta” ve de “bilmedikleri ilçelere” götürülüp, bırakıldılar iyi mi?..
Hiç kimse düşünmedi ki;
Bu öğrencilerin cebinde “dönüş parası” var mıdır?.. Götürüldükleri ilçelerde yol bilmezler, yolak bilmezler... Oralarda, başlarına “kötü bir şey” gelebilir!..
Bunları hiç kimse düşünmedi!..
O gün “hak”larını arayan bu “kız çocukları”nı suçlayıp “yasadışı eylem” yaptıklarını, dolayısıyla “polisin görevini icra ettiğini” söyleyenler, bugün bakıyorum da; “hak”tan, “hukuk”tan, “adalet”ten dem vuruyor!..
SIĞ BAKAN, SIĞIRLAŞIR!
Ulan, “sanık komutanlar”ın oturduğu yer belli, onları taşıyacak “servis otobüsü” belli!.. “Gidecekleri yer” belli, “dönecekleri yer” belli!..
Üstelik, koca koca adamlar!..
“Kaybolma” riskleri de yok, “başlarına kötü bir şey gelmesi” riski de!..
Ne yani;
“Çocuk” yaştaki “kız öğrenci”leri hiç umursamadınız da, “hak-hukuk”tan dem vurmak, şimdi mi geldi aklınıza!..
Sonuç olarak diyeceğim şu:
Olaylara “kartel gözü” ile bakıp da “sığ”laşmayın!.. “Kartal gözü” ile bakın ki, “her boyutunu” görün!..
Çünkü, “sığ”laşmanın sonunda;
“Sığırlaşma” tehlikesi vardır!..
Dev adımlar... Cüce hesaplar!
¥ Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” stratejisini başarıyla uyguladığı!... “Komşularını satmama” adına, bazı “risk”leri göze aldığı!..
¥ “Askeri vesayet”ten kurtulma yolunda önemli adımlar attığı... Bırakın “TSK’dan hesap sormayı”, generallerin “dört yıldız”larını, omuzuna “dört parmak” koyarak gösteren “Başbakan”ların bile azarlanıp hizaya sokulduğu günlerden, “görevdeki komutanlar”ın bile “sivil mahkeme”de yargılandığı!..
¥ Savunma Sanayi İcra Komitesi’nin, “yerli savaş uçağı” üretmek için TUSAŞ ile anlaşma imzalayıp, “ABD, AB ve İsrail vesayeti”nden kurtulmak için “devrim” niteliğinde karar aldığı, dahası ABD ve İtalya’nın yarıştığı “helikopter ihalesi”ni askıya aldığı!..
¥ “Kürt ve Alevi realitesini tanıma”nın çok çok ötesinde, “kangren” haline gelen bu sorunlara “neşter” atılıp, “çözüm” üretilmeye çalışıldığı!..
Evet, “halının altına süpürülen” her soruna çare bulunmaya çalışıldığı bir dönemde; “BDP’nin sivri çıkışları”nı, “öğrenci(!)lerin provokatif eylemleri”ni ve “CHP’nin iktidar hırsı”yla savurduğu “yalan ve iftira”ları, acaba nasıl değerlendirmeliyiz?..
Bu “engel”ler ve “çengel”ler, “vatanseverlik” midir?..