Kültür Dünyamızdan Manzaralar
Bu haftaki eserimiz “Kültür Dünyamızdan Manzaralar” adını taşıyor. Kubbealtı Yayınları’ndan çıkan kitabın yazarı, Tarihçi ve Edebiyatçı Dursun Gürlek.
Dursun Gürlek’e “yürüyen tarih ve edebiyat” denilmelidir. Midesini doyurmak için ne yer ne içer bilmem ama zihnini doyurduğu tek malzemesi; tarih, kültür, sanat ve edebiyat.
Bir garip ademdir Dursun Gürlek. Ne zengin, ne fakir, orta halli bir edebiyatçıdır. Geçimini kalemi ve diliyle kazanır. Kimsenin ne aşına, ne de işine karışır. Yazdıklarının ve konuştuklarının telifini alabilirse kendisini zengin sayar.
Kendini zengin sayması, namerde muhtaç olmadan bakkala vereceği ekmek parasını bulduğundandır. Yoksa ne yatı, ne katı, ne arabası var. Olmasını da istemiyor zaten. “O zaman koparım bu işlerden” diyor.
İşte bu samimi düşüncenin sayesinde bizler de kültür dünyamızda gezintiler yapabiliyoruz. Hem öyle gezintiler yaptırıyor ki, bizi bize yeniden keşfettiriyor. Kitabı okudukça “ne insanmış bizim atalarımız” diyorsunuz.
Dursun Gürlek, “Kültür Dünyamızdan Manzaralar”da Kerbela’dan başlamış ve günümüze kadar, kültür mayamıza kimlerin katkısı olmuşsa her birini en belirgin özellikleriyle dantel gibi işleyerek, ilmek ilmek okutuyor.
Mesela Fatih Camii’nde bulunan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin damadına, Devleti Aliye’nin Hicaz’a bakışını resmettirdiği tablonun hikayesi beni çok çarptı. Şimdi kalkıp onu yazmaya yüreğim yetmiyor.
En iyisi, kitaptan okumak. Okuduktan sonra da Fatih Camii’ni ziyaret ederek, tabloya yeniden o gözle bakmak gerekiyor. O zaman bir kere daha anlarız ki, Osmanlı altı yüzyıl dünyaya nasıl ve neden hükmetmiş.
Kendi kültürünü bilmeyen veya tanımayanlar, başkalarının kültürlerini bilmek ve tanımak zorunda kalırlar. Maalesef Türkiye olarak bugün bu haldeyiz. Farkında olarak veya olmayarak, kendi tarihimizi ve kültürümüzü öyle öteliyor, öyle öteliyoruz ki, sırf “Millici” ve “yerli” görünmeme endişemiz bize bunu yaptırıyor.
Bir milleti kendisine yabancılaştırmanın en iyi yolu, o milletin geçmişinde ne kadar yanlışlar varsa veya yoksa; iftiralar ve yalanlar icat edip onu gündeme getirerek, iyiliklerin ve güzelliklerin üzerini örtmekle mümkündür.
Kitapçıları dolaşın, “en çok satanlar” listesine bakın. Her birinde mutlaka bu devletin ve milletin geçmişine söven kitaplar görürsünüz. Ben haftada birkaç gün bu işi yapıyorum ve nedense, Dursun Gürlek gibilerin eserlerini “çok satılanlar” listesinde göremiyorum.
Bunun iki sebebi var. Büyük kitapçılar, zaten böyle eserlere ön yargılı bakıyor ve mümkün mertebe satmamaya çalışıyorlar. çünkü onların bu milletin geçmişiyle problemleri var. Yabancılaşmayı ve yabancılaştırmayı kendilerine vazife edinmişler.
Diğer taraftan, sağduyu sahibi, halkımızın değer yargılarını paylaşan, bu yargılarla milletin birlik ve beraberliğinin sağlanacağına inanan yayınevleri veya kitapçılar da diğer “çok satanlara” özendikleri için böyle eserleri “çok satanlar” raflarına değil, iğneyle kuyu kazarak bulunabilecek raflarına koyuyorlar.
Burada sözü Dursun Gürlek’e bırakmak istiyorum.
“Yol uzun, ömür kısa olduğuna göre, hayatı güzelleştiren sırları çözmek gerekiyor. Bunun için de kültür hazinelerinin kapılarını açmak, mücevherleri ortaya saçmak icap ediyor. Unutmayalım ki, medeniyetimizin pırlantaları, dün olduğu gibi bugün de hem gözlerimizi, hem gönüllerimizi dinlendiriyor.
Elinizdeki kitap, Osmanlı medeniyetinden, İstanbul kültüründen kesitler sunuyor. Evliya çelebi’den anekdotlar, eski kitapların tozlu sayfalarında unutulmaya yüz tutan latif latifler. Süleyman Nazif’ten fıkralar, hediyelik altınlar, camilerimizi süsleyen şaheser tablolar, eli öpülecek insanların özellikleri, Mehmet Akif’in gözünü yaşartan sahneler, Şair Haşmet’ten haşmetli sözler, şifalı tozlar, Mevlevi medeniyetinden ibretler, uyuyanları uyandıracak fıkralar, Kültür Dünyamızdan Manzaralar oluşturuyor.”
Eser hakkında bilgi için: Kubbealtı Neşriyat 0212- 516 23 56
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.