Özal yaza çıkmaz, ölür... Demirel ööle demiş!
“Yap-Boz”un parçalarına “tek tek” bakıldığında, bir “anlam” ifade etmezler... “Bütün parçaları” birleştirsen de, “resmin tamamını” görmek için, “Son bir parça”ya ihtiyaç vardır!..
“Parçaların tamamı” birleştiğinde, “resmin bütününü” görürsünüz...
Hani, “Türk’ün aklı sonradan gelir” deriz ya; herhangi bir “olay” cereyan ettiğinde, bazı “püf noktalarını” göremeyebiliriz!.. Ancak, “olayın sıcaklığı” geçtikten sonradır ki, “ayrıntılar” üzerinde kafa yormaya başlarız!..
Tabiî, o zamana kadar; “Atı alan, Üsküdar’ı geçmemiş” ise!..
Malûm, son günlerde “iki olay” var gündemde... Biri, merhum Turgut Özal’ın ölümündeki “sır”ları aydınlatma girişimleri, diğeri de “CHP’nin yeniden dizaynı”nda kimlerin rol aldığı ile ilgili tartışmalar...
Bu tartışmalara girenlerden biri de “CHP’nin Baykalcı kanadı”nda yer alan İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen...
Sevigen, önceki gün yaptığı açıklamada; “Bazen, aklımız başımıza sonradan geliyor” dedi ve ekledi: “Türkan Saylan’ın sözleri, CHP’yi dizayn projesidir!”
Düşünebiliyor musunuz;
Topluma, “Kardelenlerin annesi” olarak yutturulmaya çalışılan Türkan Saylan’ın bir görevi de “CHP’yi dizayn” etmektir... Saylan’ın telefon açtığı Baskın Oran gibi bir adam “CHP Genel Başkan Yardımcısı” oluyor!. Yine Türkan Saylan’ın, “diyaloğa geçin” tavsiyesinde bulunduğu Süheyl Batum, bir süre sonra “CHP Genel Sekreterliği”ne getiriliyor ama, bunlar, “gayet normal hadiseler” olarak görülüyor!..
Hiç kimse, “altında bir çapanoğlu var mı?” diye düşünmüyor...
Düşünmemesi de gayet normal...
Çünkü bunlar, “parça” olaylar!..
Ama, ne zaman ki, Türkan Saylan’ın, Baskın Oran’la görüşmesinde; “Meselâ, Baykal stent takılırken öldü... Hani, Turgut Özal da pat diye ölmüştü, biliyorsun!” dediği ortaya çıktı; işte o zaman “jeton”lar düşmeye, “Baykal’a yönelik entrikalar” deşifre olmaya başladı!..
Sizin anlayacağınız;
Akıllara “dank” etti!..
Mehmet Sevigen’in;
“Çok çabuk unutan insanlarız... Bazen aklımız başımıza sonradan geliyor!” demesi, galiba bu yüzden!..
Mehmet Sevigen demiş ki;
“Türkan Saylan’ın konuşmaları siyasi dizayn projesidir!.. İddialar vahimdir!.. Saylan şaibe altındadır; bu mühendislik projesi araştırılmalıdır... Turgut Özal’ın ölümü nasıl araştırılıyorsa, Saylan’la ilgili bu iddia da araştırılmalıdır... Kime ve nereye giderse gitsin, sonuna kadar araştırılmalıdır! Çünkü bu konuşma; Baykal’ın kaset olayının da projenin bir parçası olduğunu göstermektedir.”
Gerçekten araştırılmalı...
Türkan Saylan’ın sözleri “şaka” mıdır, yoksa “kaka” mı, araştırılmalı!.. Tabiî, “dış bağlantıları” da araştırılmalı!.. Bu konuşmanın ardından, “kimler, nereye geldi”, o da araştırılmalı!..
“Brütüs”ler mutlaka bulunmalı!..
Artık, “bütün”e bakıp “parça”ları mı incelerler, yoksa “parça”lardan hareketle “mevcut tablo”ya mı bakarlar, orasını bilemiyorum!..
Ama, “Türkan Saylan’ın konuşması” kadar, “konuştuğu kişiler”in, “CHP’de hangi noktalara geldikleri”ne de bir bakmak gerekir diye düşünüyorum!..
Çünkü bu işler;
“Göründüğü kadar basit değil!”
Altında “plân”lar var, “hesap”lar var!..
Turgut Özal’ın ölümü de öyle!..
EMİN ÇÖLAŞAN’IN YAZISI!
Malûm, merhum Turgut Özal’ın “kalp krizi”nden mi öldüğü, yoksa “zehirlenerek” mi öldürüldüğü, bir süredir konuşuluyor, soruşturuluyor.
Ankara Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Görüşen tarafından yürütülen soruşturmada, önceki gün “3 doktor”un ifadesine başvuruldu... Bunlar, Hacettepe Üniversitesi’nde “Özal’ı muayene eden” doktorlardı... Her üçü de; “Kalp kriziydi!.. Zehirlenme belirtisi yoktu” dediler...
Dün de, Emin Çölaşan, yarım saat süreyle ifade verdi...
Elbette;
“Şüpheli” olarak değil, “tanık” olarak!..
Çölaşan’ın da açıkladığı gibi, Savcı Hüseyin Görüşen, kendisine “1 Mayıs 2002 tarihli yazı”sını sormuş...
Çölaşan da; “Özal’ın öldürüldüğüne inanmadığını” söylemiş!..
Oysa; Çölaşan’ın 1 Mayıs 2002 tarihli Hürriyet’te yazdığı yazı, gerçekten de “kafaları bulandıracak” cinstendi.
Buyrun, yazının, “Özal’ın ölümü”yle ilgili bölümünü birlikte okuyalım:
“YAZA ÇIKMAZ, ÖLÜR!”
“1993 yılının sanırım ocak ayı...
Halamın oğlu, o sırada Meclis Başkanı olan Hüsamettin Cindoruk’la, Özal’-dan söz ediyoruz...
Kulağıma eğiliyor ve şu sözleri söylüyor:
“Bu gidici. Yakında ölecek.”
İnanmıyorum, şaşırıyorum ve aynen; “Ne gidicisi abi, o hepimizi götürür” diyorum... Cindoruk ısrar ediyor:
“Haberin kaynağı Baba’dır.
Bu devlet bilgisi.
Sadece sen bil ve ağzını sıkı tut.
Önümüzdeki yaz aylarını çıkaramayacak.
Baba sağlamcıdır.
Bunu diyorsa, bir bildiği vardır.”
Birkaç gün sonra, Baba’nın bu bilgiyi Cavit Çağlar’a da verdiğini birinci elden öğreniyorum. Bu devlet sırrını kimseye açamıyorum.
Aradan kısa bir süre geçiyor ve Özal 17 Nisan’da ölüyor.
Cumhurbaşkanlığına soyunan Baba, bizim gazetenin bazı yazarlarını 24 Nisan günü Konut’ta öğle yemeğine çağırıyor.
Öğrenmiş olduğum bu olayı kendisine aktarıyorum ve açıkça soruyorum:
“Özal’ın öleceğini gerçekten biliyor muydunuz?..”
Bazı şeylerin bana söylenmiş olduğunu anlıyor... Verdiği yanıtı 25 Nisan 1993 tarihli yazımdan aktarıyorum:
“Hükümetler cumhurbaşkanının sağlığından da sorumludur. İki ay önce ABD kaynaklı bir yerden (tedavi gördüğü, ameliyat geçirdiği Houston Hastanesi’nden) sağlığının iyi olmadığı konusunda bize bilgi geldi. Bunu duyunca kendisine sağlığının nasıl olduğunu sordum. İyi olduğunu söyledi. Ben daha başka bir şey söyleyemezdim. Ancak bizim bilgimiz kalbiyle değil, prostatla ilgiliydi. Durumunun iyi olmadığını biliyordum ama öleceğini nasıl bilirdim. Kimin ne zaman öleceğini sadece Allah bilir.”
DEMİREL, NEREDEN BİLİYORDU?
Evet; Emin Çölaşan, 8 yıl önce bunları yazmış ve “Özal’ın öleceğini, Demirel’in bildiğini” ifade etmiş!..
Aslında; bu iş Çölaşan’la sınırlı kalmamalı, Demirel ve Cindoruk’un da ifadeleri alınmalı!..
Özellikle de Demirel’e sorulmalı;
“Nereden biliyordun?..”
Öyle ya, “Özal’ın öleceğini” nereden biliyordu ki; “Önümüzdeki yaz aylarına çıkamayacak” gibi, “kesin bir tarih” veriyor?!?
“Ocak ayı”nda yapılan bu konuşmanın üzerinden, “sadece 3 ay” geçiyor ve Özal, 17 Nisan’da ölüyor!..
Dolayısıyla, Demirel’in; “Yaz aylarına çıkamayacak” öngörüsü gerçekleşiyor!..
İyi de, sormazlar mı adama;
Sen “müneccim” misin, yoksa “gaipten haberler” mi alıyorsun?..
Biliyorum, Süleyman Demirel, şöyle bir savunma yapacaktır:
“Ben, bana gelen bilgiyi aktardım... Özal’ın ameliyat olduğu Houston Hastanesi’nden gelen bilgide, sağlığının iyi olmadığı ifade ediliyordu... Ben de; onlardan aldığım bilgiyi Cindoruk’a anlattım, o da Çölaşan’a anlatmış!”
İyi, hoş da;
Yine kendi ifadesine göre, Houston Hastanesi’nden gelen bilgide, Özal’ın “kalbinden” söz edilmiyor ki!..
Orada, “prostat”tan söz ediliyor!..
Tamam, “prostatı kötüye gidiyor” olabilir ama prostat, “pat” diye öldürmez ki insanı!..
“Sızı” verir, “ağrı” yapar, “acı” içinde kıvrandırır ama “pat” diye öldürmez!..
Biraz araştırdım bu konuyu...
“Uzman”lar, “Prostat” konusunda diyorlar ki;
“Prostat kanseri, erkeklere özgü bir organ olan prostatın içinde oluşan habis tümörün oluşturduğu bir hastalıktır. Özellikle 45-70 yaşları arasında saldırgan ve hızlı, 70’li yaşlardan sonraysa daha yavaş ilerler. Genellikle genetik ve hormonal faktörler, beslenme ve çevresel faktörler prostat kanseri oluşumunu etkiler. Erken tanı ve tedavi uygulanmadığı takdirde, diğer kanser çeşitleri gibi, hayatı tehdit edebilir.
Sinsi bir hastalık olan prostat kanseri, genellikle hiçbir belirti vermez. Bu yüzden ürolojik muayene belirli aralıklarla yapılmalıdır. Hacim olarak büyümesi söz konusuysa; idrara sık çıkma, yanma, sızı, gece idrara kalkma gibi belirtiler verebilir.”
Gördüğünüz gibi;
Prostat, “erkeklerin korkulu rüyası” olmakla birlikte, “hemen öldüren bir hastalık” değil!.. Kaldı ki, “erken teşhis” yapıldığında, tedavisi kolay!..
Zaten, Özal’ın da “prostat”tan değil, “kalp krizi”nden öldüğü iddia ediliyor!..
DEMİREL DE İFADE VERMELİ!
Hadi, hepsini bir tarafa bırakalım...
Ocak ayında, Özal için;
“Önümüzdeki yaz aylarını çıkaramayacak” diyen bir Demirel, 24 Nisan’da ağız değiştirip; “Durumunun iyi olmadığını biliyordum ama öleceğini nasıl bilirdim?.. Kimin ne zaman öleceğini sadece Allah bilir” diyor...
Elbette “Allah bilir” ama, Demirel nereden biliyordu ki; “Yaz aylarını çıkaramayacak” dedi ve gerçekten de Özal, “yaz aylarına varmadan” öldü?!?
Dahası, “prostat”tan da ölmedi!..
Kaldı ki; “Özal’ın prostatının kötüye gittiğini” söyleyen Houston, niye “tedavi” önermedi de, “şom ağızlılık” yaptı?.. Veya Demirel, Özal’la görüşmesinde, niye “prostat uyarısı” yapmadı da, sağa-sola “öleceğini” yaydı?!?
Bir soru daha:
Houston, sadece Demirel’i mi aradı, Turgut Özal’ı arayıp da, uyarmadılar mı?..
Bana kalırsa, bu ifade alma işlemi Emin Çölaşan’la sınırlı kalmamalı, Demirel de “tanık” olarak çağrılmalıdır!..
Savcı Hüseyin Görüşen “Özal’ın ölümü”nü soruşturup, “tanık”ların ifadesine başvururken; CHP de, “Baykal’ın stent olayı” sonrasında gelişen “partiyi dizayn” girişimlerini soruşturmalıdır... Tabiî, “tanıkların ifadesi”ne başvurarak!..
Çünkü; bu işler “derin iş”ler!..
Hele “parça”ları birleştirin!..
Göreceksiniz, “manzara” ortaya çıkacak!..
Hükümet, niye var?
Şunca yıldır bu meslekteyim, hâlâ anlayabilmiş değilim;
“Hükümet”ler, birer “konu mankeni” midir, yoksa “icranın başı” mı?.. Dahası; “Anayasa” niye vardır, “yasa”lar niye var?..
Hükümet, Ağustos’taki YAŞ toplantısında “3 general”in terfilerini onaylamadı... Niye onaylamadı?.. Çünkü haklarında; “kovuşturma” vardı, “devam eden dâvâ” vardı...
Kaldı ki;
Askeri Personel Kanunu’nun 65. Maddesi de, bu durumda olan personelin “terfileri ve kademe ilerlemesi yapılmaz” diyor!..
Ama, dün toplanan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi karar veriyor: “Üç general, terfi ettirilmeli!”
İyi de, buna karar verecek olan “YAŞ” mıdır, yoksa “mahkeme” mi?.. Mahkeme karar verecekse, YAŞ niye var?..
YAŞ’ın Başkanı “Başbakan” ise ve “terfi”lere karşı çıkmışsa; o zaman niye YAŞ toplanıyor?..
Oldu olacak; YAŞ da devreden çıksın. Hükümet de!..
Bırakın, “terfi”lere de, “ihraç”lara da AYİM karar versin!..
Karar, “siyasi iradeyi yok” saydığına göre; gelsinler, “Hükümet’in oluşumu”na da onlar karar versinler!..
Hiç, olacak şey mi Allah aşkına?.. Başbakan Tayyip Erdoğan; “Gerekirse kanun çıkartırız” derken, meğer ne kadar haklıymış!..