Kış ortasında yaz: Osmancık...
Aralık seyahatler ayı oldu: Çeşitli şehirlerimizde “Yaşayan Mehmet Âkif”i konuştuk. Çorum’da bir yıl önce davetlerine icabet edemediğimiz Dil ve Edebiyat Derneği’nin misafiri idik. Bir davet de Osmancık’tan geldi. Osmancık bugüne kadar yolumuzun düşmediği bir yer olduğu için, iki programı bir kabul edip yola koyulduk.
“Cık” eki Türkçe’de çift anlamlıdır. Bir taraftan küçültme ekidir, diğer taraftan muhabbet de ifade eder. Mehmet-cik bunun güzel bir örneği. Kızım daha çok küçükken, nasıl keşfettiyse, sevdiği şeyleri –cık, -cuk ekiyle ifade ederdi. Bir defasında “su”ya da “cuk” ekleyince, bildiğimiz “sucuk” ortaya çıkmasın mı!
“Osmancık” bizde böyle bir sevimlilik etkisi uyandırdı. Kendi memleketimiz Kalecik’le benzerliğinin payını da ihmal etmemek lazım! Sadece bu benzerlik mi? Kalecik; Kızılırmak’ın arazisinden geçtiği kazalardan biri. Kalecik Kızılırmak’la Osmancık’tan daha önce hemhal olur. Bizim uğultusunu dinlediğimiz Kızılırmak, yüz küsur kilometrenin yükünü de almış olarak Osmancık’ta da çağlayıp akıyor.
Çorum’da konuşmamız akşamdı. Sabah yol bilgisini aldıktan sonra, öğleden sonra Osmancık istikametine hareket ettik. Ankara’dan Çorum’a giderken, yolları çok beğenmiş, hatta üç yıl öncesine göre hayli kısalmış bulmuştuk. Osmancık yoluna tırmanmaya, bitmez tükenmez dolambaçlara nefesimizi tutarak girmeye başlayınca “Demek ki böyle yollar da kalmış!” demekten kendimizi alamadık. Hanım da yanımızda bulunduğu için, yolculuk daha heyecanlı oldu! Osmancık’a ulaşınca yolun şöhretini öğrendik: Kırk dilim! Gerçi kırk dilimin bir kısmı yapım aşamasında olduğu için tamamını kat etmemişiz ama geçtiğimiz kısmı da bize yetti!
Osmancık’ın görülmeye değer bir yer olduğunu, ilk nazarda anlayabiliyorsunuz. Kalesi, muhteşem köprüsü, Koyunbaba Türbesi ve diğer eserler şehrin tarih boyutunu kolaylıkla kavramanıza yetiyor. Meşhur köprünün başında durup kale, köprü ve Kızılırmak’ı bir arada görünce tarihle tabiatın iç içeliğinin heyecan verici güzelliğini fark ediyorsunuz.
Kızılırmak burada daha geniş bir vadiden geçiyor. Etraf, başı karlı ulu dağlarla çevrili. Kızılırmak’ın burada saçtığı bereket, son yıllarda pirinç olarak soframıza geliyor. Osmancık ovasında sadece pirinç tarlaları dikkatinizi çekiyor. Pirinç neredeyse tek ürün. Bundan ötürü, Osmancık Tosya’nın pirinç konusundaki şöhretini gölgelemiş gibi.
Artık Tosya’ya giderken değil, Osmancık’a giderken evdeki bulgurdan olabilirsiniz!
Kızılırmak, ülkemiz sınırlarını terk etmeyen kahramanımız... Nice büyük nehirlerimiz, ırmaklarımız ülkemizi kat ettikten sonra bugünkü sınırlarımızın dışına çıkıyorlar. Kızılırmak öyle değil, Sivas’tan Bafra’ya bereket yayarak 1335 kilometre yol kat ediyor. Delice, Devrez ve Gökırmak gibi akarsuları da kendine katarak yoluna devam ediyor. Bu arada 11 vilayete, 45 ilçeye uğruyor. En çok da Çorum ili sınırları içerisinde 10 ilçeye bereket saçıyor.
“Osmancık” adının Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’den geldiği, onun bu şehirde doğduğu söyleniyor. Evliya Çelebi de, “Bir tevarihde Osmancık bunda doğdu ve kal’a-i Osmancık hilafetinde bina edildi” diyorsa da, Sorgun olan isminin burada hüküm süren başka bir Osman Bey’den kaynaklanıyor olma ihtimali daha kuvvetli. Nitekim, İsmail Hami Danişmend meşhur Kronoloji’sinde Osman Bey’in Sögüt’te doğmuş olduğu görüşünü benimsiyor.
Osman Bey Osmancık’ta doğmuş olmasa da, onun torunu Yıldırım Bayezid’in Osmancık’ı Osmanlı sınırları içine aldığında şüphe yok. 1. Bayezid Osmancık’ı Kadı Burhaneddin’den almış, 2. Bayezid de, Anadolu’nun en büyük köprüsünü burada, Kızılırmak üzerine yaptırmıştır. Evliya Çelebi, 19 gözlü olduğunu belirttiği köprünün Anadolu’da mislinin olmadığını yazıyor.
Köprü bugün de kale ile birlikte şehrin alameti farikası durumunda. Göründüğü kadarıyla, 19 değil 15 gözlü. Ya dört gözü toprak içinde kaldı, ya da Evliya yanlış saydı!
Osmancık’a kış ortasında ama bahardan kalma günlerde gitmiş olduk. Belediye Başkanı Bekir Yazıcı ile, Dil ve Edebiyat Derneği Başkanı Kâmil Sekili başta olmak üzere, şehrin eski tabirle “ulema ve fuzela”sından büyük yakınlık gördük.
Osmancık artık kendi adıyla anılan “Osmancık 97” pirinciyle meşhur bir kasaba. Buralarda pirinç tarımının eskiden beri olduğu biliniyor. Fakat hiç bir zaman bu ölçüde pirinç ekilmediği eski rakamlardan anlaşılıyor. 1948’de basılan İktisat ve Ticaret Ansiklopedisi’nde, Osmancık halkının daha ziyade hayvancılık ve buğday ekimi ile iştigal ettiği belirtiliyor. 1945 yılında ilçede 17.250 ton buğday istihsal edilirken, sadece 420 ton pirinç yetiştiriliyormuş.
Osmancık’la Osman Bey arasında ilgi kurulurken, İstanbul’un manevi fatihi Akşemseddin’in şehirle ilişkisi de ihmal edilmiyor. Burada Akşemseddin’in müderrislik ettiği kesin, fakat bu şehirde doğduğu iddiası onun Şam’da doğduğu bilindiğinden pek yerinde sayılmaz.
Şehirlerin efsaneye ihtiyacı var! Osmancık efsanesiyle de gerçeğiyle de güzel bir şehrimiz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.