Şehrin ve Ülkenin Durumu
Bir şehrin durumunu anlamak için onun yaya kaldırımlarına bakmak yeterlidir. Kaldırımlar düzgün, sağlam, güzel ise şehir iyi idare ediliyor demektir. Kaldırımlar aşağıda anlatacağım şekilde ise şehrin kötü idare edildiği anlaşılır:
- Sağlam beton bir zemin hazırlamadan toprağın üzerine kum koymuşlar, kumun üzerine kaldırım malzemesini ucuz tarafından yalap şalap dizmişler.
- Birkaç hafta veya birkaç ay sonra kaldırım karoları inişli çıkışlı olmuş, bir kısmı kırılmış, geceleyin yatay bir ışık tutulduğunda pek çirkin ve engebeli görünüyor.
- Yağmur yağdığı zaman çatlaklardan içeriye sızan su karoların üzerine basıldığında bazen gelip geçenin üzerine sıçrıyor, üstlerini başlarını kirletiyor.
- Çabucak bozulan yer karolarını tamir etmişler ama yalap şalap etmişler, değişik malzeme kullanmışlar. O da ayrı bir çirkinlik.
Türkiye'nin genel durumunu anlamak için birkaç ölçü/kıstas veriyorum:
Okullara, bilhassa liselere bakınız. Okullar ve liseler iyiyse Türkiye iyidir, kötüyse ülke bozuktur.
Bir ülkenin durumu orada kullanılan anadilden de anlaşılır. Türkiye'de zengin, edebî, yazılı Türkçe yaşıyor mu? Lise mezunları zengin Türkçe ile konuşup yazabiliyor mu? Lise ve üniversite mezunları, Türk edebiyatının en büyük edibi Fuzulî'yi okuyor mu, okuyabiliyorsa onun Türkçesini anlıyor mu, bu kıraatten zevk ve haz alabiliyor mu?.. Büyük bir amfiye 100 lise ve üniversite mezunu koyunuz, ellerine, 1928'den (harf devriminden) önce basılmış bir Fuzulî divanından bir gazel metni veriniz. İki saat mühletleri var... Gazelin metin şerhini yapacaklar, bir de mazmunu hakkında bir kompozisyon yazacaklar... Acaba onların içinden, bu gazeli okuyabilecek kaç kişi çıkar? Belki bir iki kişi, belki de hiç...
Yazılı ve edebî Türkçe konusunda bu kadar batmış, bitmiş, iflas etmiş bir Türkiye acınacak durumdadır.
Toplu taşıma vasıtalarına bininiz. Otobüs, banliyö treni, şehir hatları vapuru, metro vs... 18 yaşındaki delikanlılar lök gibi oturuyor, yetmiş yaşındaki ihtiyarlar ayakta yolculuk yapıyor. Vah Türkiyem vah!..
Başka bir ölçü: Günlük gazeteleri alınız ve bakınız. Çoğunda medyacılıkla hiçbir ilgisi olmayan çıplak karı kız resimleri, müstehcen resimler... Maalesef bazı gazete ve dergilerimiz genelev ve fuhuş bülteni haline gelmiş.
Memleketin kokuşma notuna bakınız. Bu notu ben vermiyorum. Uluslararası şeffaflık ve temizlik anketleri yapılıyor, her sene dünya ülkelerine 10 üzerinden not veriliyor. Türkiye'nin en son notu 4... Demek ki, ahlak, fazilet, temizlik, şeffaflık, dürüstlük bakımından sınıfta kalmış vaziyetteyiz.
Adalet, yargı sistemimize bakınız.
Ordumuzun durumu nasıl?
Ülkede güven ve huzur var mı?
Müslümanlar açısından:
Cuma günü namaza beş dakika geç gidin. İstanbul'da iseniz dükkanlar, lokantalar, kahvehaneler, marketler, nakil vasıtaları, caddeler, meydanlar, sokaklar hınca hınç karınca yuvası gibi insan doludur.
Kur'an Cuma namazı vakti ticarete, çalışmaya, dünya işlerine ara vermeyi ve camilere gidip Allah'ı anmayı emr ediyor. Biz Kur'anın bu kesin emrine uyuyor muyuz? Bırakın Cuma namazını, bir İslam ülkesinde ve beldesinde vakit ezanı okununca bir kaynaşma ve hareket başlar ve Müslümanlar fevc fevc (akın akın) camiye gider.
Yine Müslümanlar açısından:
Bir İslam ülkesinde zenginler zekatlarını doğru dürüst, yâni Kur'ana, Sünnete, Fıkha, Şeriata uygun şekilde ödüyor mu? Zekatlar öncelikle miskinlere ve fakirlere veriliyor mu?
Kim ne derse desin, ben ülkemin durumunu hiç de iyi görmüyorum.
Gökdelenler falan yapılıyormuş... Pöh!.. Gökdelen yapılması iyiye alamet değil, kötülüğe alamettir. Mâlum, âhir zamanda bina ve zina çoğalacakmış.
* (İkinci yazı)
Dinî Konulardaki Yazılarım Hakkında
İtikad ve amelde Ehl-i Sünnet mezhebinden olan muhterem bir alim ve fakih yazılarımın faydalı olduğunu, böyle yazmaya devam etmemi tavsiye buyuruyor, bendenizi taltif ediyor.
Birkaç okuyucum, dinî konularda yazmamamı istiyor... Sanırım yazdıklarım onların meşreblerine uygun değil.
Bendeniz ulema ve fukaha sınıfından olmadığım için dinî konularda kalem oynatmam doğru olmaz. Peki bu yazdığım yazıların mahiyeti nedir? Müsaadenizle açıklayayım:
1. İki kere ikinin doğru olduğunu beyan etmek için matematik profesörü olmak gerekmez.
2. Beş vakit namaz farzdır demek için din alimi ve fakih olmak gerekmez.
3. Ehl-i Sünnetin itikad, ibadat, muamelat ve ahlak konusunda hak mezhep ve yol olduğunu yazmak için de ulema ve fukaha sınıfına mensup bulunmak gerekmez.
4. Ehl-i Sünneti (iktidarı nispetinde) müdafaa etmek için de alim ve fakih olmak gerekmez.
5. Her Müslümanın beş vakit namazı kılması, hür ve mukim erkeklerin cemaate katılması için propaganda yapmak için de hoca olmak gerekmez.
Zamanımızda Ehl-i Sünnet garip kalmıştır. Bir Müslüman olarak elbette aklımın yettiği, dilimin döndüğü miktarda Ehl-i Sünneti savunmam gerekir.
Bu memlekette İslam medreseleri olsa, yeterli miktarda ulema ve fukaha bulunsa, onlar Ehl-i Sünneti yeterli şekilde tanıtsa, savunsa, bozuk ve aykırı görüşleri çürütse, benim dinî mahiyette yazılar yazmama lüzum kalmaz.
Ehl-i Sünneti müdafaa eden muhterem hocaefendiler yok değil. Onların kıymetli yazılarını zevkle okuyorum. Ancak şu 73 milyonluk cadı kazanı Türkiye'de sayıları ve yazdıkları yeterli değildir.
Ehl-i Sünneti savunmayı ehl-i bid'ati tenkit etmeyi sürdüreceğim. Bu iş benim aslî vazifelerimdendir.
Reformculuğu, dinde yenilik ve değişim isteklerini, Fazlurrahman mezhebini, Necdîliği, din sömürüsünü, aktivist cereyanları, Dinlerarası Diyalog hareketini, mezhepsizliği, telfik-i mezahibi, tesettür düşmanlığını, faizle ilgili bozuk ictihad ve fetvaları ve bunlara benzer bozukluk ve yanlışlıkları tenkit etmezsem vazifemi yapmamış olurum.