“Baba”lığa anlam katan baba: Bahaeddin Veled
Vefat yıldönümleri münasebetiyle Mevlâna Celaleddin-i Rûmî’nin ve Mehmed Âkif’in konuşulması, siyasetle tıka basa dolu gündemimizi biraz rahatlatabilir, hayata biraz “insan”, biraz “iman”, biraz da “kültür” katabilirdi...
Ne var ki, bu da ıskalandı: Mevlâna, gösteri ve show karmaşası arasında kayboldu, gitti. Buna gönlüm elvermediği için, gecikerek de olsa, birkaç gün Mevlâna ve Âkif konularına eğilmek istiyorum.
Ama önce şunu hatırlatmak durumundayım ki, büyük isimleri değerlendirmeye yetişme sürecinden başlamak gerekiyor. Çünkü hiç kimse anasının karnından “Mevlâna” olarak doğmaz.
Şehzâde Mehmed’i “Fatih” yapan sürecin başında nasıl annesi Hüma Hatun ile babası Sultan İkinci Murad muhteşem hocaları Ak Şemseddin, Molla Hüsrev, Molla Güranî varsa, Muhammed Celâleddin’i “Mevlâna” yapan sürecin başında da annesi Mümine Hatun’la babası Bahaeddin Veled ve hocaları vardır.
Mü’mine Hatun, Belh Emiri Rükneddin Bey’in kızıdır; babaannesi, Harezmşahlar (1157 Doğu Türk Hakanlığı) hanedanından Melike-i Cihan Emetullah Sultan’dır.
Ve babası... Babası Bahaeddin Veled’in “Sultan-ul Ulema” (âlimler sultanı) unvanı, ilmî kifayeti hakkında fikir sahibi olmak için yeterlidir.
Bahaeddin Veled’in öyle temiz, saygın ve yaygın bir şöhreti vardır ki, Belh Emiri Rükneddin bile bundan etkilenmiş ve kızını vermeyi teklif etmiştir. Yani Hz. Mevlâna’nın annesi saray terbiyesinden geçmiş bir hükümdar kızıdır. Bu durum, Mevlâna’daki ince ruhun, olgunluğun ve nezaketin kaynağını sanırım izah eder.
Devir, Cengiz Han’ın amansız öfkesinin tüm Doğu’yu kasıp kavurduğu bir devirdir. Cihangir, hiçbir insanî ve ahlâkî kural tanımadan önüne gelene saldırmakta, yakıp yıkmaktadır. Bir taun, bir kasırga gibi esip savurduğu yörelerde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmaz.
Tıpkı Buhara gibi, Semerkant gibi, (Cengiz Han ve Harzem Devleti konusunda geniş bilgi edinmek isteyenler, bendenizin Nesil Yayınları’ndan çıkan “Buhara Yanıyor” ve “Elveda Buhara” isimli kitaplarıma bakabilirler-0212 444 24 14) Sultan-ul ulema Bahaeddin Veled’in yaşadığı Belh Şehri de vurulmuş, kasıp kavrulmuştur.
Kısacası ilmin aydınlığına Moğol çapaçullarının (eşkıya) gölgesi düşmüştür. İşte bunun üzerine Bahaeddin Veled, “Tevekkeltü Alellah” deyip yola çıkar. Rota tamamen meçhuldür. Kaderinin izinde yürüyecek ve kaderinin kesişme noktasına yerleşecektir.
Tam bir “Görelim Mevlâ neyler” tevekkülü içinde yol alır. Hac sonrasında kader Mevlâna ailesini Anadolu’ya çeker. Bu bir “sevk-i İlâhî”dir: Allah, “İslâm’ın bayraktarlığını yapmak” gibi önemli bir misyon yüklediği milletlerin devletleri tökezlediğinde, yürekleri diri tutacak “Yürek Adam”lar gönderir ya, bu kez de göndermiştir: Ancak bu kez, Moğolların Anadolu’daki tahribatı o kadar amansızdır ki, bir yerine iki, hattâ Yunus’la birlikte üç “Yürek Adam” Anadolu’nun yüreğine düşmüştür...
Tamirat tahribat nisbetinde olmalıdır. O tarihte Anadolu’nun Bahaeddin Veled’e ve yanındaki gence (oğlu Mevlâna) ihtiyacı vardır.
Nihayet Karaman... Bahaeddin Veled aile efradıyla birlikte Karaman’a yerleşip vaazlar vermeye başlayınca, farkı ortaya çıkar: İlimden ve âlimden anlayan halk, Veled’in vazettiği camilere âdeta akın eder. Ünü kısa sürede yayılır. Etrafında müthiş bir sevgi hâlesi oluşur.
Sultan Alparslan’ın şanlı oğlu Sultan Melikşah, elbette Karaman’daki deryayı fark edecek, fark eder etmez de en mutemet adamlarını gönderip Başkenti Konya’ya dâvet edecektir. Fakat ilk dâvetini kabul ettiremeyecektir.
Neden acaba?
Yer dar, konu geniş olunca ister istemez “sonra”ya kalıyorsunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.