Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Sultan dâvetini reddeden âlim: Bahaeddin Veled

Sultan dâvetini reddeden âlim: Bahaeddin Veled

Mevlâna’nın babasını konuşuyorduk…
Hani ilmi kifayetini duyan Melikşah, Bahaeddin Veled’i Konya’ya davet etmişti. Mevlâna’nın babası ne cevap verdi dersiniz? İşte cevap: “Biz dervişiz, Sultan sofralarına lâyık değiliz, belli ki bizi Sultanımıza yanlış tanıtmışlar.”
Gitmedi. Ancak dâvetler ısrarla sürünce, kalkıp Karaman’dan Konya’ya geçti ve Selçuklu’nun Başkent’ine yerleşti.
Bir hocanın sultan dâvetini reddetmesi, şimdiki aklımıza kolayca sığan bir olay değildir. Ne var ki eski asırlarda bu defalarca tekrarlanmış, padişahlar defalarca dergâhtan geri dönmüştür.
İşte Fatih ve oğlu Sultan II. Bayezid: Ebul Vefa lâkabıyla meşhur Mustafa bin Ahmed’in dergâhına girememiş, görüşemeden dönmek zorunda kalmışlardır.
Gerekçe çok enteresandır: “Padişahımız dergâhtaki gönül sohbetlerinin cazibesine kapılıp asıl işini unutur diye korktuk. Mizacı istikametinde dervişliğe meyledip devlet umurunu göz ardı eder diye endişeye kapıldık. O zaman maazallah Devlet-i Osmaniye zevale uğrar. Oysa bu âleme gönül sultanları kadar cihan sultanları da lâzımdır.”
Uyduruk “şeyh”lerin Başbakan’la görüşmek için takla üstüne takla attıkları bir devirde, gelin de çıkın bakalım işin içinden, çıkabilirseniz. İyisi mi, “Onlar böyleydi” deyip geçelim…
İlme âşina Konyalılar Bahaeddin Veled’in farkını hemen anlarlar ve ailesiyle birlikte bağırlarına basarlar. Sultan Melikşah da minnetinin nişanesi olarak ona büyük bir medrese yaptırır.
Bahâeddin Veled, devrinin tüm ilimlerine vakıf bir âlim, maddî varlığıyla birlikte, bilgisini de herkesle paylaşacak kadar cömert bir insandı; daha da önemlisi bir “ehl-i hâl” idi…
Vefatından sonra, eski talebelerinden Seyyit Burhaneddin Tirmizi, Sultan-ul ulema Bahaeddin Veled’i rüyasında görür. Ondan Konya’ya gitmesini ve oğlu Celâleddin’i ruhen olgunlaştırmasını ister.
Seyyit Burhaneddin Tirmizi tam bir “Gönül Sultanı”dır. Namaz kılarken kendini unutmakta, ya secdeden kalkmamakta, ya da selam vermeyi aklına getirememektedir.
Kayseri’de zaman zaman ziyaretine gelen Şehabeddin Sühreverdi ile saatlerce karşı karşıya oturdukları halde tek kelime konuşmadan ayrıldıklarını gören müritleri, Tirmizi’ye bunun sebebini sordular. “Hâl ehli yanında, hâl dili gerekir” dedi, “hâl olmadan, kâl ile müşkülleri çözmek mümkün değildir.”
Celâleddin’den bir Mevlâna çıkaran isimlerden biri olarak selamladığımız bu zat, aynı zamanda, Mevlâna’nın Belh’ten de hocasıdır.
Tirmizi, işte bu rüya üzerine Konya’ya gidip Celaleddin’le buluştu. Eski öğrencisinin bilgisini ölçmekle işe başladı. Bilgisini mükemmel bulunca, “Bilgide dengin yok” dedi, “ama baban hem hâl ilmi sahibiydi, hem kâl ilmi sahibiydi. Yalnız söz ile değil, yaşayarak olgunluğa ermişti. Sen kâl ilmine önem vermişsin. Artık kalden hâle geç. Ancak o zaman baba mirasına sahip çıkabilirsin...”
Mevlâna Celaleddin işte böyle bir babanın oğludur. Baba, oğlundaki diriliş nefesini ilk fark eden adamdır. Bunu evrenselleştirmek için de oğlunu, mânevî bir meşale gibi Belh’ten Konya’ya taşımıştır.
Çünkü o tarihte Anadolu hem dünyanın kapısıdır, hem de ilmin kıblesi; Celâleddin, Anadolu’nun ruhuyla buluşamasaydı, büyük ihtimalle Mevlâna’ya dönüşemeyecekti…
Babası Sultan-ul Ulema Bahaeddin Veled bu gerçeği sezmiş olmalıdır ki, gidecek onca İslâm ülkesi varken, Anadolu’yu seçmiş, Konya’ya yerleşmiştir.
Arkasında iyi bir evlât ve hayatından yüzlerce örnek bırakarak…
Hep söylerim ya, hiçbir çocuk kendiliğinden yetişmez. Hangi anne “Mevlâna” yürekli çocuk yetiştirmek istiyorsa, önce kendi yüreğini Mümine Hatun (Hz. Mevlâna’nın annesi) yüreğine, baba da kendini Bahaeddin Veled’e benzetmeye çalışmalıdır.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi