Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Ayşe Sucu ve Selahattin Demirtaş

Ayşe Sucu ve Selahattin Demirtaş

İkisini aynı karede ele almamızın elbette ki haklı ve görünür sebepleri var. Son günlerde benzeri konuşmalarla gündeme damgalarını vurdular.


Ayşe Sucu, Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Merkezi Başkanıydı. Aslında burasının Diyanet’i yumuşatmak için 28 Şubat sürecinde kurgulanmış bir merkez olduğu anlaşılıyor. ‘Kadın eli değsin, Diyanet yumuşasın’ diye düşünmüş olmalılar. Dolayısıyla gerçekten de siyasi ve dini mühendislik ürünü bir merkez. Ayşe Sucu Diyanet’i ehlileştirmek için düşünülmüş bir figür olsa gerek. Bu bağlamda, 28 Şubat süreci içinde kısmen benzer bir örnek olabilecek N. Sevindi bir cemaatin kadınlarını ehlileştirmek için gayret ettiğini ifade etmişti.



Devletin adamları olduğu gibi bir de kadınları olmalı. Sözünü ettiğim bayanları kastetmeksizin söylüyorum: Bazı devlet kadınları, bu tür ehlileştirme faaliyetlerine önayak olabilirler. Başarılı olduklarında da şüphe yok. Bence Ayşe Sucu görevini bihakkın yapmış olmanın rahatlığıyla köşesine çekilebilir. İranlıların bed hicap dedikleri Butto tarzı giyim kuşamı meşrulaştırdı ve Diyanet’e model yaptı. Onunla da kalmadı Tansel Çölaşan benzeri hanımları da faaliyet merkezinin papatyaları haline getirdi. Az mı başarı? Hatta onlar için 12 Dev Adam misali ‘28 kahraman kadın’ diyorlar. Kendisi başörtüsü meselesini öncelikli görmüyor. Hatta farziyetine bile inanmıyor. Bu kendisine kalmış bir husus. Başörtüsüne inanmıyorsa kendisiyle tutarlı olabilmek için takmaması lazım. Öyleyse neden bed hicap (kötü örtünme modeli) denilen başörtüsünü model yapmaya ve yaygınlaştırmaya veya meşrulaştırmaya çalışıyor? Misyonu bu mudur yoksa? Onun başörtüsü modeli bana Almanya’ya giden ilk nesil işçilerimizi ve bayan Türk işçilerinin fabrikalarda giydikleri yarım başörtüsünü hatırlatıyor. Kim kendisini bu tarz bir başörtüsü için zorluyor? Zorlama olmadığına ve gönüllü giydiğine göre bir maksadı olmalıdır? Maksadı da bulunduğu makam itibarıyla bu tarz örtünmeyi meşrulaştırmaktır. Bu basit bir durum değil. Bazı cihet-i askeriyenin iğnesiz takılan başörtüsü modelinde ısrar etmeleri gibi.







Bir dini emri sulandırmakla kalmıyorlar ve gerekçesini de tahrif ediyorlar. Farza daveti ve fazilete çağrıyı tek tipleştirme olarak algılıyor veya yorumluyorlar. Ayşe Sucu, “Tek tipleştirmeye çalışmak, yaratıcının yasalarına aykırıdır” başlıklı yazısına şöyle başlamış: “Kendimizden ayrı ya da farklı gördüğümüz insanları ötekileştirir, bazen onlar arasında nefret grupları ilan ederiz. Bunlar din ya da mezhep ya da etnik kökenli ayrışmalar olabilmekte, kimi zaman da bir kıyafet farklılığı dahi yek diğerimize karşı duvarlar örmemize sebebiyet vermektedir.” “Dini öğretiler inkılapçıdır” başlıklı yazısında ise şu cümleyi kullanıyor: “Diğer dinlerin müntesipleri bir yana kendi dindarlığımızı yaşarken bizim gibi düşünmeyen, giyinmeyen, davranmayan insanları dahi hemen kategorize ediveririz.” Burada çeşitlilik ve çoğulculuk bağlamında tamamen BDP Başkanı Selahattin Demirtaş’ın mantığını benimsiyor. Bu mantığa teslim olmuş vaziyette. Birisi açıklık zemininden diğeri de Kürtçülük zemininden ‘tek tipleştirmeye’ karşı çıkıyor. Selahattin Demirtaş pervasızlaşarak mugalata ile Başbakan Erdoğan’ı Allaha şirk koşmakla itham ediyor. Peki, kendisi bir hürriyeti suiistimal etmek suretiyle birliği zayıflatarak ve akabinde dağıtarak da aynı şeyi tersinden yapmış olmuyor mu? Allah insanlığı tek tipleştirmediğini belirtiyor ama onları yine de tevhide ve vahdete ve birliğe çağırıyor. Bu elbette ki diğer milletlere dillerini terk etme çağrısı değildir. Lakin dil üzerinden ayrılık ve ikinci bayrak ihdas etmek; bir mesele üzerinden sonsuz ayrılıklar icat etmekten başka ne anlama gelebilir?







Ayşe Sucu gibi mugalatacı mantığıyla Demirtaş, Başbakan Erdoğan’ı Allah’a şirk koşmakla suçluyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Allah’a şirk koştuğunu ileri süren Demirtaş, konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Ne diyor. ‘Ben hepinizi tekleştireceğim. Tek dil olacaksanız, benim milletim tektir, diliniz tektir’ diyor. Şimdi Allah diyor ki, ‘ben sizleri farklı farklı yarattım.’ Senin haddine midir bunları tekleştirmek. Sayın Başbakan bu ne biçim Müslümanlık anlayışıdır? Hangi kitapta yazıyor bunu bir göster bakayım bize. Neyi tekleştireceksin? İnsanlar diliyle, kültürü ile kimliği ile doğar, etnik kimliği ile diliyle doğar. Bunu tekleştireceğim deyip, ırkçılık, milliyetçilik dalgası ihdas ederek eğer Kürtleri sindireceğini sanıyorlarsa, ben BDP’nin Eş Başkanı olarak şunu ifade ediyorum ki Kürtler sinmeyecektir ama, Türkiye’de kardeşlik hukukunu bozmamak içinde elinden gelen gayreti gösterecektir. Çünkü, Kürtler bu ülkede birlikte yaşamak istiyor. Ama bu ülkede eşitçe, özgürce yaşamak istiyorlar. Sayın Başbakan yine şunu bilmelidir ki böyle tehdit ederek hakaret ederek bu değişimi durduramazsınız. Eğer AKP’nin gücü güneşin doğmasını durdurabiliyorsa, yağmurun yağmasını ve rüzgarın esmesini engelliyorsa bu değişimi de durdurabilir.” Bunlar hezeyan ve türrehat nevinden konuşmalardır. Dini ulusalcılıkla siyasi ulusalcılığın ortak söylemi ve mantığıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi