Akit’in penceresinden haftanın 3 olayı
Malûm, “haftalık hasbihal”lerimize; mutad olduğu üzre, “geçen haftanın gündemi” diye başlardık... Oysa, “milâdî takvim”e göre, artık “yeni bir yıl”a girdik...
Dolayısıyla, söze, “geçen yılın gündemi” diye başlamamız gerekir...
Ancak, “geçen yılın gündemi”ni sıralamaya kalkarsak, “sadece konu başlıkları” bile bu sayfaya sığmaz...
O halde; biz yine “geçen hafta”dan, yani “yılın son haftası”ndan bahsedelim...
“Yılın son haftası”nda, gerek “Türkiye”nin, gerek “Akit”in gündeminde çok önemli olaylar vardı...
HOŞGELDİN GAZİ MARMARA
Meselâ; “Terör Devleti İsrail”in, yükü sadece “insani yardım” olan “Mavi Marmara”ya saldırması ve “9 Türk’ü katletmesi” geçen yılın en önemli olayıydı...
İşte bu gemi, geçen hafta Pazar günü, “Gazi Marmara” olarak İstanbul’a döndü ve “sevgi seli” ile karşılandı...
“100 bini aşkın insan” toplandı Sarayburnu’nda... “Katil devlet İsrail”e öfke vardı... Bir defa daha, “Filistin ile omuz omuza” sloganları atıldı...
Bu “muhteşem karşılama”; hem geçen haftanın, hem de geçen yılların en önemli olayı olarak, tarih sayfalarındaki yerini alacaktır.
Bu olay, bütün gazetelerin birinci sayfalarında küçük veya büyük şekilde yer alırken, gazeteniz Akit, bu karşılamaya “en geniş yer ayıran” gazete oldu...
Biz, “birinci sayfamızın dörtte üçünü” bu “sevgi seli”ne ayırdık.
İşin doğrusu; bu olaya “hak ettiği yeri” veren tek gazete Akit oldu.
Sağolun, siz değerli okuyucularımız da, “Akit’in farkını fark ettiniz” ve bizim gösterdiğimiz hassasiyeti karşılıksız bırakmadınız.
“Tebrik, takdir ve teşekkür” dolu mesajlarınız için biz de sizlere “teşekkür” ediyoruz...
Çünkü bu mesele, sadece “bizim meselemiz” değil, “hepimizin” meselesi!..
Dileriz, bu hassasiyet; sadece “Mavi Marmara’ya sahip çıkmak”la sınırlı kalmaz, “bizim” dediğimiz her meseleye sahip çıkarız...
GÜL’E “GÜL” YAKIŞIR
“Yılın son haftası”nda meydana gelmekle birlikte, “yıllara damgasını vuracak” bir olay da, Diyarbakır’da cereyan etti... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Diyarbakır’ı ziyaret etmesi ve orada verdiği “mesaj”lar çok önemli idi...
Akit, bu “önemli” ziyarete de gereken önemi verdi ve “üst üste 2 gün manşet” yaptı... Cuma günkü manşetimiz, “Gül’e sevgi seli” şeklindeydi...
Gerçekten de, bir “sevgi seli” ile karşılandı Abdullah Gül... Özellikle “Diyarbakırlı Kürt kadınlar” tarafından “gül”lerle karşılanmasının ayrı bir anlamı vardı.
“Diyarbakırlı analar”, uzun süredir “hasret” kaldıkları “evlât”larına sarılır gibi sarıldılar Cumhurbaşkanı’na...
Bu manzara; “Cumhurbaşkanı ile Cumhur’un kucaklaşması, kaynaşması, kenetlenmesi”ydi...
“İki dilli hayat” ve “özerklik” tartışmalarının zirvede olduğu günlerde gerçekleşen bu ziyaret; “ideolojik talepler”de bulunan BDP’liler için bir “ibret dersi” olmalıdır...
Çünkü Abdullah Gül’e sarılan “ana”lar ve “çocuk”lar; “ayrılık” değil, “kenetlenmek” istediklerini gösterdiler.
CUMHUR İLE AYNI SAFTA
Bu ziyaretin ikinci günü, “çok daha anlamlı”ydı...
Çünkü, ikinci gün; “Cumhurbaşkanı” ile “Cumhur”, aynı camide bir araya geldiler ve “aynı safta” namaz kıldılar.
“Nebi Camii”nde kılınan Cuma Namazı’nda “kıble bir”di, “saflar bir”, “secdeler bir” ve dahası “yürekler bir”di...
Coşkulu yüreklerden çıkıp, dudaklardan dökülen “dualar bir”di...
Türkiye’nin bütün renkleri, “Nebi’nin çatısı altında” buluşmuştu...
Aralarında Türk vardı, Kürt vardı, Arap, Çerkez, Laz ve Arnavut vardı...
Ama, “duaları bir”di!..
Herkes, “Türkiye’nin huzur, selâmet ve bekası” için dua ediyordu...
Dün Çanakkale’de düşmanlara karşı “omuz omuza” çarpışan insanlar, bugün Nebi’nin çatısı altında, yine “omuz omuza”ydı... Bundan alâ “birlik tablosu” mu olurdu?..
Önceki günkü Akit’in manşetinde yer alan “aynı safta” ifadesi ile, “birliği sağlayan çimento”ya işaret ettik.
İşin doğrusu “tam isabet” kaydettik...
Zira, “Kürt sorunu”nun çözümü için izlenecek yol budur:
Ya “Nebi’de cem” olunacak,
Ya da “Ecnebi’ye yem” olunacak!..
Bunun başka yolu yok!..
“HÜR ADAM” TARTIŞMASI
Geçen haftanın en çok konuşulan, en çok tartışılan olaylarından biri de, yönetmenliğini Mehmet Tanrısever’in yaptığı ve “Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri”nin hayatını anlattığı “Hür Adam” filmiydi...
Mehmet Tanrısever’in; “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen merhum Said Nursi’nin hayatını beyaz perdeye aktardığı bu film; özellikle bir “sahne”sinden dolayı hâlâ tartışılıyor...
“Kartelin köşe kadıları” diyorlar ki;
“Mustafa Kemal ile Said Nursi arasında böyle bir konuşma geçmiş olamaz!.. Çünkü Mustafa Kemal, o zamanlar çok güçlüydü... Said Nursi, onun karşısına geçip de bu lâfı etmiş olsaydı, kellesi giderdi!..
Ama eğer, böyle bir konuşma geçtiyse; o zaman da, Mustafa Kemal’in bir despot değil, son derece demokrat bir insan olduğu ortaya çıkar!..
Böyle bir konuşmanın geçtiğini iddia edenler; hem kaynak göstermeli, hem de Mustafa Kemal’in despot olduğunu söylemekten vazgeçmelidir!”
KAYNAK DA BELLİ, TARİH DE!
Bu tartışmalar üzerine, muhabir arkadaşlarımız hem “Hür Adam”ın yönetmeni Mehmet Tanrısever’le konuştular, hem de Said Nursi’nin kendi hayatını ve görüşlerini anlattığı “Tarihçe-i Hayat” kitabına baktılar.
Ve, gördüler ki;
“Mustafa Kemal ile Said Nursi arasındaki o diyalog, gerçekten yaşanmıştır!”
Tarihçe-i Hayat kitabının “124. sayfası”nda, Mustafa Kemal’in, Bediüzzaman’ı şifreyle Ankara’ya davet ettiği, ancak bu davete icabet etmediği, “üçüncü davet”in sonunda Ankara’ya geldiği; Meclis’te, dine kayıtsızlık ve Batılılaşma bahanesi altında İslamiyet’e karşı soğukluk havası gördüğünden, milletvekillerine hitaben namaza teşvik edici bir bildiri yayınladığı, Kazım Karabekir’in de bu bildiriyi Mustafa Kemal’e okuduğu yazılıdır.
Kitabın ilerleyen sayfalarında ise, Mustafa Kemal, etrafında “50-60 mebus” bulunduğu halde, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’ne dönerek der ki;
“ ‘Sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır. Sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık... Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz.’ Bu söz üzerine, Bediüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak, “Paşa, Paşa!.. İslamiyette, îmandan sonra en yüksek hakîkat namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduddur.”
Mustafa Kemal, Said Nursi Hazretleri’nin bu çıkışı üzerine “özür” diler!..
İddia şu:
Mustafa Kemal gibi bir adam, hem de “en güçlü olduğu” dönemde, hiç “özür” diler mi?..
¥ Bir: İşte “kaynak” ortada... “Yok” dedikleri kaynak, “Tarihçe-i Hayat”tır.
¥ İki: Bu “diyalog”un geçtiği tarih 9 Kasım 1922 ile 17 Nisan 1923 arası bir gün olmalıdır...
Said Nursi Hazretleri’nin Ankara’ya geldiği tarih 9 Kasım 1922 olduğuna ve “namaz”la ilgili bildiriyi de kısa bir süre sonra yayınladığına göre, kuvvetle muhtemeldir ki; Mustafa Kemal ile görüşmesi 1922 yılının Kasım veya Aralık ayında cereyan etmiştir!..
Şunu söylemeye çalışıyoruz:
Mustafa Kemal, o yıllarda elbette “güçlü” idi ama bir “denge politikası” gütmeye de mecburdu... Öyle ya, kafasında “Cumhuriyet’in ilânı” vardı... Dolayısıyla, “desteğe” ihtiyacı vardı...
“Denge politikası” uygulayan bir Mustafa Kemal’in; Said Nursi Hazretleri’ni azarlamak veya kellesini aldırmak yerine, ondan “özür” dilemesi, gayet normaldir!..
HAYATI “SÜRGÜN”DE GEÇTİ!
Kaldı ki, bu tavır “Said Nursi’nin ilk çıkışı” da değildir... Bu “çıkışları” yüzündendir ki, ömrünün “sürgün”lerde geçtiği, “tarihî bir gerçek”tir!..
Bir defasında; “8 yıl boyunca sürgün hayatı” yaşadığı Kastamonu’dan, Çankırı üzerinden Ankara’ya getirilerek bu defa Isparta’ya sürgün edilir.
Said Nursi; Ankara’da bulunduğu günlerde Vali Nevzat Tandoğan’la görüşme talebinde bulunur.
13 Ekim 1943 tarihinde, burada cereyan eden hadisede görgü şahitleri; Tandoğan’ın, Said Nursi’ye odasında zorla şapka giydirmeye teşebbüs ettiğini söyler.
Başındaki sarığı çıkarıp şapkayı giymesini talep eden valiye, Said Nursi’nin boynunu göstererek; “Bu sarık ancak bu kelle ile beraber çıkar” şeklinde cevap verdiği ifade edilmektedir.
Hararetli tartışma ile biten görüşmeden sonra Said Nursi valilik binasını terk ederken, “Nevzat, başından bul!” diye beddua etmiştir.
Artık, bu “beddua” mı kabul edilmiştir, yoksa başka bir sebeple mi olmuştur, elbette bilinmez ama, CHP’nin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın sonu, gerçekten de “başından” olmuştur.
Tarihe “Ankara Cinayeti” olarak geçen ve hâlâ tartışılan olay şudur:
“Vali Tandoğan, 9 Temmuz 1946’da kafasına kurşun sıkarak intihar etmiştir!”
FİLMİ BIRAK, DİZİYE BAK!
Bütün bunlar gösteriyor ki;
Said Nursi Hazretleri’nin; “doğruları söylemekten çekinmeyen bir yapısı” vardır... “Sürgünlerde yaşamayı” göze alıp, 1943’de Vali Tandoğan’a o sözleri söyleyebilen bir Said Nursi’nin, 1922’de Mustafa Kemal’le öyle konuşamayacağını iddia etmek, hem “tarihi bilmemek”tir, hem de Said Nursi’yi tanımamak!..
Mehmet Tanrısever’in, “belge”lere dayanan “Hür Adam” filmini tartışanlara tavsiyemiz şu: “Hür Adam”ı dilinize dolamak yerine, gidin de Show TV’de “dizi” halinde yayınlanacak olan, Kanuni Sultan Süleyman’ın anlatıldığı “Muhteşem Yüzyıl” filmindeki “tarih katliamı” ile ilgilenin... Çünkü o filmde, Kanuni Sultan Süleyman gibi muhteşem bir devlet adamı, “kadın düşkünü” olarak gösteriliyor... Dizinin “tarihî gerçekler”le de hiçbir ilgisi yok!..
Hani, en başta dedik ya;
“Bizim” olan her şeye sahip çıkalım... “Bize hakaret eden, bize iftira atanlara” da, demokratik tepkimizi göstermekten kaçınmayalım... Aksi halde, ortalık “müfteri”lere ve “bölücü”lere kalır...
Selâm ve saygılarımızla...