Madem sorun yok... O halde, bu haltı niye yediler?
Bu hikâyeyi çok anlattım... Ama, hem “yeni okuyucularımız” hem de “yeni nesil” için yeniden anlatma ihtiyacı duydum... İşin doğrusu, “tam yerine rast geldiği” için, bu “hikâye”yi koydum... Hikâye, “Ağa ile Kâhya”nın hikâyesi...
“Ağa” ile “Kâhya”, binmişler “fayton” türü bir arabaya, düşmüşler kasabanın yoluna!..
Giderlerken, “ağa”nın gözüne; çok affedersiniz üzerinden hâlâ buhar yükselen bir “manda pisliği” takılmış...
Durdurmuş arabayı, dönmüş “kâhya”ya:
“Kâhya” demiş, “Şu manda pisliğinden bir parmak yersen, bu at da, araba da, köydeki kâşane de, çiftlik de senin olacak!”
Nihayetinde, “kâhya” da bir insan...
Bir an, “zenginlik hırsı”na kapılıp, almış bir parmak, götürmüş ağzına!..
“Tamam” demiş ağa;
“Mal varlığımın tamamı senin... Sen ağasın, ben kâhya... Şimdi gel, sen buraya otur, arabayı ben süreceğim!”
Anlayacağınız, “rol”ler değişmiş...
Ağa olmuş “kâhya”, kâhya olmuş “ağa!”
Kasabaya “yeni sıfatları” ile varmışlar.
Alışverişlerini yapıp, dönüşe geçmişler!
Yine;
Kâhya ağanın yerinde, ağa da kâhyanın!
DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK!
Ne var ki; “kâhya”nın içi rahat değil!.. Ya köylü sorarsa, ya “bu serveti manda pisliği yemeye borçluyum!” demek zorunda kalırsa!..
Bu düşünceler içinde köye dönerlerken, gelmişler, “manda pisliği”nin yanına... “Çiçeği burnunda ağa” dönmüş “eski ağa”ya:
“Heeyy ağa” demiş, “Şundan, bir parmak da sen yer misin?”
Ardından eklemiş:
“Yersen, bana verdiğin her şey, yine senin olsun!”
Ağa, arabanın durmasını bile beklemeden atlamış aşağı!..
Gerisi malûm!..
Her şey eskisi gibi!..
Köye yaklaştıklarında, “ağa”, dönmüş “kâhya”sına...
“Köyden çıktığımızda ben ağaydım... Kasabaya indiğimizde sen ağaydın... Köye girerken, ben yine ağa, sen yine kâhyasın!..
İyi de; biz o boku niye yedik?”
Sahi, niye yediler acaba?..
İnsanoğlu bu, yer!.. Hele de, gözünü “mal, mülk, zenginlik, para, makam ve şöhret hırsı” kapladıysa!.. Hele de, “siyasi ve ideolojik hırs” bürüdüyse!
“Her haltı” yer!..
“Manda pisliği”ni bile!..
DEMOKRATİK ÖZERKLİK ÇALIŞTAYI!
Şimdi, gelin de sormayın;
“Madem Tek Bayrak ve Tek Devlet’le bir probleminiz yoktu, madem özerklik diye bir talebiniz bulunmuyordu, o halde bu haltı niye yediniz?”
Efendim, olayı biliyorsunuz;
18 Aralık 2010’da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Sümerpark Toplantı Salonu’nda bir toplantı düzenlenmişti... Adına, “1. Demokratik Özerklik Çalıştayı” denilen toplantıda bir açış konuşması yapan Ahmet Türk; Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok tarihi bir süreçten geçtiklerini, silahların sustuğu, kanın durduğu bir dönemin başında olduklarını ifade etmişti.
Türk, şöyle devam etmişti konuşmasına:
“Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorununun çözümü için demokratik özerklik modelini öneriyoruz. Bu modeli 2008 yılından beri savunuyoruz, tartışıyoruz. Bu modelin, 2 gün boyunca yapacağımız tartışmalarla, içerdiği tüm boyutları ile daha açık ve anlaşılır hale geleceğine inanıyorum. Demokratik özerkliğin, siyasal olarak nasıl örgütleneceği, kent meclislerinin oluşumu, hukuki olarak devletle nasıl bir ilişki kuracağı, sahip olacağı yasal statüsü, sosyal olarak öngördüğü toplumsal modeli, toplumsal güvenlik durumu, dil ve kültür boyutu gibi başlıklarda tüm müfredatıyla hep birlikte tartışacağız.”
İki gün süren toplantının sonunda bir “Çalıştay Bildirisi” yayınlanmış, bu bildiride “İki dilli hayat!.. Demokratik Özerklik.. Öz Savunma Gücü”ne vurgu yapılmıştı...
Bildiğiniz gibi; “sorunu çözmeyi” değil, “tamamen kilitlemeyi” amaçlayan bu “uç” talepler, yoğun tartışmalara yol açtı...
Sadece AK Parti’den değil, MHP’den ve CHP’den “sert tepkiler” geldi...
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’e göre, “BDP’nin yaptığı siyasi suikast” idi... MHP ve CHP’ye göre; bu talepler yerine getirilirse, “bölünme kaçınılmaz”dı!..
Tartışmaların tırmanması üzerine, Başbakan Tayyip Erdoğan, suskunluğunu bozmuş ve “son nokta”yı koymuştu:
“Tek bayrak, tek dil, tek devlet, tek millet!”
Malûm, bu ifadeler daha sonra “MGK Bildirisi”ne de yansımıştı...
Bu tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Diyarbakır’a gitmesi, orada bir “sevgi seli” ile karşılanması, “cumhur”la omuz omuza “Cuma Namazı” kılması, “tek devlet, tek dil, tek millet ve tek bayrak”tan söz etmesine rağmen yine de “sevgi”yle kucaklanması, “Demokratik Özerklik Çalıştayı”nda dile getirilen “uç talep”lerin, “Kürt tabanında karşılığının olmadığını” gösteriyordu...
Daha kısa ifadesiyle;
“Kürtlerin temsilcisi” olduğunu iddia eden BDP veya DTK’nın “Kürt tabanında karşılığı yok”tu!..
Kürt vatandaşların derdi;
“Özerklik” filan değildi... Sadece “adam yerine konulmayı” arzu ediyorlardı...
ÖCALAN’DAN BDP’YE FIRÇA!
İşte bütün bunlar;
Kandil’de de, İmralı’da da, BDP’de de “derin bir şok” yaşanmasına yol açtı...
İlk “uyanan” Öcalan oldu...
İmralı’da “avukatları” ile 3 hafta aradan sonra görüşen Abdullah Öcalan, örgüte yakın internet sitelerinde yayınlanan konuşmasında demiş ki;
“BDP ve DTK hata yaptı!..
Demokratik özerklik taslağı erken ve acele oldu... Bu taslak, çok daha iyi açıklanabilirdi... Bu taslağı Kırmızı kitapçık gibi almak tehlikeli olabilir!..
DTK’nın, taslağa basit ve dar yaklaşımı Türkiye’deki milliyetçi güçleri ayağa kaldırdı...”
Öcalan’ın sözlerinin asıl önemli tarafı, “iki dil, iki bayrak”la ilgili olanıydı...
Demiş ki;
“Devletin yanına bir devlet, bayrağın yanına yeni bir bayrak doğru değildir.
Bizim bayrakla, sınırla ve resmi dille bir sorunumuz yok... Biz bölmek değil, demokratik Türkiye ile bütünleşmek istiyoruz...
Demokratik özerklikten kastımız, Kürtlerin siyasi statüsünün belirlenmesidir!..”
İşte tam burada, “Ağa ve Kâhya’nın hikâyesi”ni hatırlatmak gerekmez mi?..
Senin; “iki dil, iki devlet, iki bayrak ve özerklik” talebin yoksa, o halde bu “halt”ı niye yediniz?..
Öyle ya;
Köyden çıkarken, “Ağa’nın ağa, Kâhya’nın kâhya” olması gibi; “Kürt sorununun çözümü” yolunda ilerlenirken; ortada ne “bayrak” talebi vardı, ne de “dil” ve “devlet” talebi!..
Peki, bunları kim getirdi gündeme?..
Elbette Öcalan ve BDP!..
Öcalan, sözüne değer verilen bir “Ağa”, BDP de onun “kâhya”sı idi!..
“Kâhya”nın yaptığı tek iş, “Ağa’nın talimatları”nı yerine getirmekten ibaretti!..
“Ağa” emretmiş, onlar da “iki dilli hayat!.. Demokratik Özerklik!.. Öz Savunma Gücü”nü hayata geçirmeye çalışmıştı!
Yani, bu “halt”ı birlikte yemişlerdi...
APO, 4 YILDIR NEREDEYDİ?
Bugün, Öcalan’ın, kalkıp da BDP veya DTK’ya “ayar” vermesi, “yanlış yaptınız” demesi, hikâyeden martavaldır!..
Dün, BDP Grup Toplantısı’nda BDP Eş Başkanı Gülten Kışanak demiş ya;
“Demokratik özerklik konusu, 2007 yılında DTP’nin kongresinde alınmış bir karardır... Konu, 4 yıldır bu ülkenin gündemindedir... Partimizin kongresinden sonra, bu ülkenin yargısına da intikal etmiş resmi bir belgedir!”
Gülten Kışanak dememiş ama, biz soralım Abdullah Öcalan’a;
“4 yıldır neredeydin?.. Bu konu 2007’de gündeme geldiğinde niye tepki göstermedin de, bugün ayar vermeye kalkıyorsun?”
Gülten Kışanak’ın sözleri, hem “Apo’ya cevap” niteliğindedir, hem de “bu haltı birlikte yediklerinin itirafı”dır!..
Durum gayet açık ve net;
“Apo ağa” bir “eksantrik”lik yapıp, “olmayacak bir talep”te bulunmuş!.. Gözlerini “oy hırsı” bürüyen “BDP’li Kâhyalar” da, balıklama atlamışlar bu taleplere!.
Uzatmayalım... “O haltı yemişler” işte!..
Ama, “ülkenin ne dediğini” görünce de, şimdi “tornistan” ediyorlar!..
Bugün, Abdullah Öcalan, kalkıp da; “Devletin yanına yeni bir devlet, bayrağın yanına yeni bir bayrak doğru değildir... Bizim bayrakla, sınırla, resmi dille bir sorunumuz yok” diyorsa, o halde sormak lâzım;
“Sorun ne?”
Bunlar, eskiden de sorun değildi!..
Şimdi de sorun olmadığına, yani “değişen bir şey olmadığına” göre, bu “halt”ı niye yediniz?..
Öyle ya;
Apo, hâlâ “PKK’nın ağası”dır!..
BDP’liler de, “Apo’nun Kâhyası!”
Değişen bir durum yok!..
Değer miydi o “halt”ı yemeye?..
=================
Mukallit, taklit edilir mi?
Hani, atalarımız; “Erken kalkan yol alır” derler, “geç” kalanları da, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diye alaya alırlar ya; CHP’nin durumu da buna benziyor... Hem “hımbıl”lıklarından “geç” kalıyorlar, hem de “zeytinyağı gibi üste çıkma”nın derdindeler!..
Efendim, olay şu: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bu hafta sonunda, yani 9 Ocak’ta, Kuşadası’nda “Roman vatandaşlarla bir araya gelmeyi” plânlıyormuş!.. Ama, AK Partililer, “daha önceden hazırlanan bir program” gereği, dün Roman vatandaşları AK Parti Grubu’nda “misafir” etmişler!.. Bay K.K., bu işe fena halde bozulmuş... Kendisinin; “Gandi’yi, Ecevit’i, Che’yi ve Erdoğan’ı taklit ettiğini” unutup, demiş ki; “AK Parti bizi taklit ediyor!”
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli’nin dediği gibi; Kılıçdaroğlu’nun bu tavrına denilir ki; “Yavuz hırsız, ev sahibini bastırırmış!”
Be adam; “taklit” konusunda, hiç kimse senin eline su dökemez!.. Çünkü, en büyük “mukallit” sensin!.. Gandi’yi taklit eden sen, Ecevit’i taklit eden sen, Tayyip Erdoğan ne yaparsa, onu “taklit” eden sen!..
AK Parti, seni niye “taklit” etsin ki?.. “Roman açılımı”nı başlatan AK Parti değil mi?.. “Roman”ların Erdoğan’a gösterdiği ilgiyi kıskanıp, onlardan “kırıntı” koparmaya çalışan sen değil misin?.. AK Parti “önceden” yapıyor, sen “sonradan” taklit ediyorsun!..
Hem; bir “mukallidin taklit edildiği” nerede görülmüş?!?..