Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

İlahi yardımın gelişi şartlı olabilir

İlahi yardımın gelişi şartlı olabilir

Allah’ın Kitabı’nı okuyup dinlememizi azalttık. Sanki Allah’ın Kitabı’na yabancılaştık. Ruh ve zihnimiz, günlük konuşmalara ve konulara daha fazla rağbet eder oldu. Ekranlardaki kaptı-kaçtı programlar, zaman kullanımımızda birinci sıraya oturdu. Gazze mazlumlarını mı, Pakistan’daki sel mağdurlarını mı, Irak’taki iç kargaşaları mı? Onları da hallettik. Nasıl olsa ekranları izleyerek, spor ve musiki ihtiyaçlarımızı giderdiğimiz gibi, çevremizdeki gidişatı da izleye izleye kanıksar hale geldik.
Ekran karşısında çay ve kahvemizi yudumlarken; gözümüzün önünde mazlumlara yapılan çeşitli işkenceleri gördükten sonra ah vah der, bir de ABD ve uydusu İsrail’e birkaç kelime söyledik mi mesele bitmiştir.
Sonra şov programları ve direkt ev hayatımızı etkisi altına alan diziler. Katıla katıla gülmek de cabası. Olsun... Hakkımız değil mi yani? Şimdi haberleri izleyelim. Sıra etrafımızda meydana gelen üzücü olaylara geldiğinde; biraz önce neşe ile güldüğümüz programlar, geçici olarak devre dışı kalır. Nasıl olsa haberlerden sonra devam edeceğiz.
“Göreceksiniz, Irak toprakları ABD askerlerine mezar olacak diye hayal ettik, İsrail’in çökeceği günleri sayıp durduk.” Bunlar da kullandığımız günlük malzemelerimiz oldu. Alıştık nasıl olsa. Mehdi gelecek ve yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız her şeyi düzeltecek. İnecek semadan Hz. İsa, çekecek kılıcını, vuracak kelleleri ve yine biz rahatça koltuklarımızda oturup, spor izler gibi gelişen olayları izleyeceğiz.
Bazen de, “Şunun da boynunu vur ey İsa. Şu kaçan adama fırsat verme ey Mehdi. Nasılmış? Bizlere neler çektirdiniz. Şimdi sıra sizlerde. Çekin cezanızı. Ey İsa, ne olursun, şu sağ tarafındaki rezil adam sırıtıp duruyor, onun işini ne zaman bitireceksin? O bizim kızlarımızın başını açmıştı. Hadi bitir onun işini. Hay eline sağlık. Allah senden razı olsun. Hanım, bir çay yap. Bunun üstüne iyi gider. Kız, ne bekliyorsun orada, gel sen de baksana. Bu fırsatı bir daha göremezsin.”Umarım kızmıyorsunuz bizlere. Niye kızasınız ki? Biz farklı mıyız yani? Allah aşkına cidden söylüyorum, bizim, biz hocaların, âlimlerin, yazarların sizlerden farkı nedir ki? İstisnalar hariç tabi. Konuştuklarımız hep aynı şey, yaşayışlarımız farklı değil mi? Bizlerin sansürsüz, fütursuz eylemleri, sizin inancınızı zayıflatmadı mı? Güldürmeyin Allah aşkına, bizler bozulmasaydık, hiç sizlerin başına bu haller gelir miydi?
Peygamberimiz (sav), “İnsanlar içinde iki zümre vardır ki, bunlar düzelirse toplum düzelir; bunlar bozulursa toplum da bozulur. Bunlar; âlim ve âmirlerdir” buyurdu. Hadise göre; âlimler ve âmirler, herhalde semada yaşamıyor. Öyle değil mi?
Güldürmeyin bizi Allah aşkına. Bizler kimi kandırıyoruz? Sizlerin bizi, bizim kadar tanıma imkanınız yok, bilemezsiniz. Bakmayın süslü sözlerimize...
Seyyid Kutup; “İman edeceksin. Daha sonra imanın gereği üzere yaşayacaksın. Sonra etrafın belâ, musibet ve mihnetlerle çevrilecek. Buna karşı geri adım atmadan, sabır, tahammül ve mukavemetle direneceksin. Sonunda Allah’ın yardımı gelir.” der.
Ne güzel bir tespit. Peki ya şuna ne diyelim: “Mü’minlerin elinde imkân olduğu müddetçe, Allah, hayata direkt olarak müdahale etmez.
Bu durum Sünnetullah’tır, yani değişmez bir yasadır.”
Rabbimiz, yardımını şarta bağlamıştır:
“Ey İman edenler eğer Siz Allah’a (O’nun dininin yayılmasına ve hayata geçmesine) yardım ederseniz, (O da) size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam tutar (güç ve sebat verir). (Muhammed, 7)


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Büyük Arşivi