Adaletsizler, en çok adaletten korkarlar...
Başlatılan "öğrenci olayları"nın da işaret ettiği şey, 12 Haziran'daki genel seçimin kıyasıya bir mücadeleye dönüşeceğidir. Zaten Ergenekon davası, Balyoz davası; özünde, AK Parti iktidarına karşı, vesayet sisteminin duyduğu rahatsızlığı, paranoyaya varan ruh halini anlatıyor. Bu rahatsızlık, seçim yaklaştıkça artacak, tezahürleri de ona göre şiddetlenecektir.
Bu paranoya kelimesini sık kullanır olduk. Paranoya, aşırı endişe veya korkuyla karakterize edilen, sıkça mantıksız kuruntularla bilinen ruhsal bir rahatsızlıktır. Bu hastalığa yakalananlar, onların dışındaki bir olayın, kendilerini ilgilendirdiğini, hatta doğrudan kendilerini hedef aldığını algılıyor ve buradan bir sürü senaryo geliştiriyorlar. Bu da aşırı şüphecilik ve akıl tutulması getiriyor. Ne kadar izah edilirse edilsin, bu halden çıkamıyorlar. İyi niyetle tavsiyeler yapılsa bile, bunu, kendilerini kandırmak için başvurulan kötü niyetli bir yol olarak düşünüyorlar. Vehimlerin, vesveselerin esiri oluyorlar.
Şimdi böyle bir rahatsızlığa, yıllardır kendilerini ülkenin gerçek sahibi zannedenler yakalandı. Demokratikleşme adına yapılan her değişimin, kendilerini hedef aldığına inanmazlar mı? Vehimlerin, korkuların, endişelerin esiri olmazlar mı? "Endişeli modernler"e dönüşmezler mi?
Fakat bir de aklı gayet başında olup, paranoya yaşayanların bu ruh halini kullananlar var. Psikolojik harbin bütün kurallarını biliyorlar. İstifade ettikleri medya gücünü de düşünün. Bütün imkânlarını seferber ediyor, kozmik bütün adamlarını cepheye sürüyor ve sürekli topluma korku pompalıyorlar. Referandumda çıkan yüzde 42'yi hedef alıyorlar. "İşte korkanlar" diyorlar. "Siz korkutuyorsunuz" diye bir de iktidara yükleniyorlar. Neymiş, "sivil vesayete gidişi görmek gerekir"miş... Vesayetin daniskası orta yerde iken, asıl ondan kurtulmak için demokratikleşme gerektiğini söylemek varken, hiç o tarafa dönüp bakmıyorlar...
Topluma endişe ve korku salanların, saplandıkları yanlış şudur. Kendileri, bu millete çok çektirdiler. Hâlâ binlerce faili meçhul cinayet var. Hâlâ Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Savcı Doğan Öz, Çetin Emeç, Hablemitoğlu, Hırant Dink cinayetleri aydınlatılamadı. Kimileri, zamanaşımına uğratılarak örtbas ediliyor.
Vesayetin sahiplerini ve payandalarını endişelendiren asıl saik, kendi yaptıklarının, kendilerine de yapılacağı korkusudur. Vicdansızlık eden, kendisine de vicdansızlık edileceğini düşünür. Hak hukuk tanımayan, kendisinin de silindir gibi ezileceğine inanır. Başkalarının yaşam tarzı ile uğraşanlar, kendi yaşam tarzlarına baskı geleceğini vehmeder. Vicdansızlar, en çok, kendilerine de vicdansızlık yapılacağından korkarlar. Adaletsizler, en çok adaletten korkarlar. Demokratikleşmeyi; bir hesaplaşma olarak takdim etmelerinin, engellemeye çalışmalarının da gerçek sebebi budur.
Yargı, vesayete hizmet edemeyecekse, bağımsızlığını kaybediyordur... Medya 28 Şubat sürecindeki gibi general talimatıyla ortak manşet atamıyorsa, çarkın dışına çıkanlar, "yandaş" medya olmuştur. Çankaya'da istedikleri gibi biri oturmuyorsa, "son kale de düştü" ağıtları yakılmalıdır...
Fakat artık inandırıcı olamazlar. Siz asıl 12 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye'yi görün. Demokratikleşmenin rüzgârı öyle bir esecek ki, seçmen iradesine herkes şapka çıkartacak. Ama bir hesaplaşmanın, rövanşın düğmesine basılmayacak. Korku salanların, paranoya pompalayanların aksine, adalet, uzlaşma ve hoşgörü iklimi gelecektir. Çünkü kardeşliğimiz, birliğimiz, dirliğimiz buna bağlı.
Ha, hiç mi hesap sorulmayacak? Elinde kan bulunanların, katliam yapanların/yaptıranların bedel ödemesini de mi istemeyelim? Yargı kararlarına herkes saygılı olacak. Bir de kendi düşenler, çağı, Türkiye'yi okuyamayanlar ister istemez bir fatura ödeyecekler. Ne demişler, kendi düşen ağlamaz. Rahmetli babam ona bir şey daha ilave ederdi: Seni gidi mini mini yaramaz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.